[huge_it_share]
Sosyal Yardım Ekonomisi ve Yoksulluğun Yönetimi[1]
Toplumun sosyal ve kültürel aktarımlarını/getirilerini hesaba katmamış gibi görünsek de son 12 yıldır ülkede, özellikle dip sınıfların geliştirdiği ve içinde bulunduğu ekonomik, kültürel ağlarda, eskiye nazaran önemli farklılaşmaların olduğunu söylemek mümkün.
2001 yılında anayasa kitapçığının “masadan kaydırılmak suretiyle” hükümete doğru fırlatılmasıyla birlikte borsası %14,6 oranında düşen, faizleri %7.500 artan, Merkez Bankası rezervlerinden 7,6 milyar doların kanatlanarak uçtuğu, 3,5 milyar dolarlık sermayenin ayağında terlikleriyle kaçtığı; kısacası kitapçık fırlatılmasıyla ekonomisi allak bullak olup birkaç gece içinde zengini milyon kere zengin fakiri de milyon kere daha fakir hale gelen; son 12 yılda ise başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmeyen Türkiye’de, sürekli istikrar, sürekli büyüme, sürekli bir atılım almış başını gidiyor!
Üst ve orta sınıfların çıkar ağları aracılığıyla AKP’ye bağlılıkları kadir-i mutlak; tartışmasız. Bununla birlikte bu süreçte en çok eleştirilen/suçlanan kesim, “kömürcüler/makarnacılar” vs. denilen alt/dip sınıf(lar). Dolayısıyla yaşamak için başka birinin desteğine ihtiyaç duyanlar. Yazının konusu bu. AKP’nin yeni sistemi nasıl kurguladığı ve bazı köşe taşlarının nasıl değiştirilmesi gerektiği yazı kapsamında tartışılacak.
Yardım ekonomisinin büyüklüğü[2]
Son 12 yılda devasa büyüklükte bir yardım ekonomisi geliştirildi. Yakın zamana kadar sadece sosyal güvenlik şemsiyesi dışında kalanları kapsayan bu ekonomik modelde, 2012 yılında gerçekleştirilen yasal bir düzenlemeyle, yardım ekonomisi yeni bir boyut kazandı. Bu yeni düzenlemeyle, yardımlardan yararlanma şartı, asgari ücretin 1/3’ünün altında kalanları da tek seferlik yardımlarla (kömür, sağlık, barınma yardımları vs.) kapsar hale getirildi. Böyle olunca daha çok vatandaş yardımlardan yararlanır oldu.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kayıtlı yardım ekonomisinin %80’lik bütçesini omuzlamaktadır. Söz konusu %80’lik bütçenin %62,2’si ise Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü koordinasyonunda Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları aracılığıyla dağıtılan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’na ait kaynak transferlerinden oluşmaktadır.
Dolayısıyla sosyal yardım sisteminin bel kemiğinin, hem yardımlara karar veren hem de bu yardımları onaylandıktan sonra vatandaşa ulaştıran Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları olduğu söylenebilir.
Yardım dağıtan 16 kamu kurum ve kuruluşunun (alt birimleriyle bu sayı 22’ye çıkmaktadır) ortak kullanılan bir iletişim/data paylaşım sistemi bulunmaması nedeniyle dağıtılan yardımlara ilişkin olarak mükerrerliğin olduğu ve dahası yardım yararlanıcıları tarafından “nakit”e dönüştürülmek üzere elden çıkarıldığı da yaygın olarak bilinen bir gerçektir.
2012 | 2013 | |
Sosyal Yardımlar | 16.808.135 (Bin TL) | 21.091.219 (Bin TL) |
Toplam Sosyal Yardım ve Sosyal Hizmet Harcaması | 20.093.297(Bin TL) | 23.904.727 (Bin TL) |
Toplam Sosyal Harcama İçinde Sosyal Yardımların Ağırlığı | %84,30 | %88,23 |
Sosyal Yardımların GSYİH İçindeki Payı | % 1,19 | % 1,35 |
Sosyal Yardımların Merkezi Yönetim Bütçesi İçindeki Payı | % 4,78 | % 5,22 |
Ancak tüm bu rakamlara rağmen Türkiye’deki sosyal yardım ve sosyal harcama düzeylerine bakıldığında bu rakamların gelişmiş ülkelerin çok gerisinde olduğu görülebilir. Örneğin Türkiye’de sosyal yardımların GSYİH içindeki payı %1,35 iken, aşağıda adı geçen ülkelerin ortalamasına bakıldığında bu rakamın %4,7 olduğu görülebilmektedir. Kamu sosyal harcamalarının GSYİH’ye oranları kıyaslandığında ise Türkiye’nin sahip olduğu göstergelerin bu ülkeler arasında yaklaşık 5 kat daha düşük olduğu görülebilecektir.
*
Ülke | Kamu sosyal harcamalarının GSYİH’ye oranı | Sosyal Yardım Bütçesinin GSYİH’ya oranı |
Britanya | 22,1 | 11,8 |
Hollanda | 20,3 | 5,2 |
İsviçre | 26,4 | 2,4 |
İsveç | 31,3 | 2,2 |
Norveç | 24,8 | 2,6 |
Fransa | 26,3 | 2,12 |
Almanya | 25,2 | 4,24 |
Danimarka | 27,6 | 3,6 |
Kanada | 16,8 | 11,2 |
Belçika | 27,2 | 2,5 |
Ortalama | 24,8 | 4,7 |
Türkiye | 5,22 | 1,35 |
Bu düşük göstergelere rağmen Türkiye’de rakamsal olarak hesaplanması bir tarafa tahmin edilmesi bile güç, devasa boyutlarda derin bir sosyal yardım ekonomisi mevcuttur. Bu ekonominin en büyük ve tahmini güç yönü, aynı zamanda kayıt altına alınamayan, dinsel inanış ve davranışlar nedeniyle ortaya çıkan zekat, fitre ve sadaka gibi yardım türlerine bağlı oluşan kaynak döngüsüdür. Öte yandan yine din teması ve aracılığıyla toplanan başka yardımlar da mevcuttur. Örneğin namaz çıkışlarında camiler ve Kuran kursları adına toplanan paralar, devlet eliyle/ aracılığıyla toplanmasına rağmen kayıt altına alınamamakta ve amaçları/ toplanma nedenleri dışında kullanılıp kullanılmadığı denetlenememektedir. Bir anlamda devletin maaşlı memuru herhangi bir belge düzenlemeden para toplama faaliyeti düzenlemektedir.
Konumuz bakımından ilişkili olan ve başka bir amaçla yürüttüğümüz bir proje kapsamında, Ankara’daki birkaç cami görevlisi (imam-müezzin) ile yaptığımız görüşmelerde Cuma Namazları sonrasında ortalama 800 ila 2.300 TL arasında bir para toplandığı bilgisi edindiğimizi belirtmek de yerinde olacaktır. Bu faaliyetin ülke genelindeki yaygınlığı düşünüldüğünde ortaya çıkan rakamın ne kadar büyük olacağı kolayca tahmin edilebilir.
*
Türkiye’deki yardımlar genel olarak iki ana grupta toplanabilir. Bunlar düzenli ve süreli yardımlardır. Düzenli yardımlar ŞNT olarak anılan Şartlı Nakil Transferleridir. Kişi bu yardımı alma şartını sağladığında, yardıma konu olan tutar kişinin hesaplarına doğrudan yatar ve kişi her defasında yardım almak için başvurmaz. Öte yandan süreli yardımlar ise daha geniş bir yelpazede ve çeşitli kalemlerde verilmektedir. Kişiler süreli yardımlar yararlanmak için yardım veren kuruluşa (SYDV) başvurur her başvurusu Mütevelli Heyetlerince değerlendirilir. Örneğin protez ihtiyacı olan kişilere verilen sağlık yardımı bu tür yardımlardandır. 2013 verilerine göre Türkiye’de 1.099.183 hane düzenli yardımlardan yararlanmıştır. Buna karşılık 837.755 hane ise süreli yardımları almaktadır. Hem süreli hem düzenli yardımları alan hane sayısı ise 1.159.551’dir. İki yardım türünden de yararlanan kişilerin dip yoksulluk düzeyinde olduğu da söylenebilir.
Son 12 yıllık dönemde incelediğimiz yardım ekonomisinin (kamu kurumların yaptığı yardımlar esas alınarak) 45 farklı türe ulaştığı görülmektedir. Bu anlamda AKP hükümetinin tam bir yardım mucidi olduğu unutulmamalıdır. Valilere kömür kamyonlarına çıkma talimatı veren siyasiler, buzdolaplarını sırtlarında taşıyan Valilik çalışanları düşünüldüğünde, dip ve yoksul sınıfların gönlünde AKP’nin nasıl taht kurduğu daha kolay anlaşılabilir.
45 yardım türü içerisinde sıcak yemek yardımlarından evde bakım yardımlarına, eğitim materyali yardımlarından tüp bebek desteklerine, yakacak yardımlarından eşi vefat etmiş kadınlara, iş kurma yardımlarından konut yardımlarına kadar pek çok yardım kaleminin bulunduğu görülmektedir.
Sosyal yardımlara daha geniş bir çerçeveden bakıldığında, yardım sisteminin ortak bir kayıtta tutulmuyor olması, kişilerin farklı kurumlardan benzer yardımları alabilmesi (belediyelerle vakıf ve derneklerin gıda paketi dağıtmaları gibi), informel bile olsa ayni yardımlarının tümünün paraya çevrilmesine göz yumulması, sivil toplum kuruluşlarının (dernek ve vakıfların) çeşitli amaçlarla alt sınıflar içinde, mesaj kaygısız örtük planlarına uygun olarak yeni dayanışma ağları geliştirmeleri ve çıkar ilişkileri üzerinden yoksulları kendilerine bağlamaları, bu dernek ve vakıfların özellikle sağ siyasi partilerle resmi olmasa da organik-yarı organik ilişkiler kurması sebebiyle yeni bir toplumsal kesim ortaya çıkmaktadır.
Yardım sistemine dair bulgular ve “hap” çözümler
1- Hemen herkeste AKP’nin gitmesiyle birlikte yardımların kesileceğine dair büyük ve yıkılmaz bir görüş hakimdir. Yerine gelen iktidarın yardım vermeyeceği dolayısıyla “bir kuru soğana” muhtaç olunacağına dair gerek iktidar tarafından gerekse iktidarın yan örgütlenmeleri aracılığıyla profesyonel çalışmalar yapılmaktadır.
17 ilde yoksullar üzerine yürüttüğümüz bir proje kapsamında gözlemlediğimiz kadarıyla “biz iktidar olursak yardımlar kesilmeyecek” demek, onların oylarını alma noktasında yeterli ve etkili bir faaliyet olmayacaktır. Dolayısıyla daha sistematik ve insanca bir yardım modeli uygulanmalıdır.
Neredeyse tüm dünyada yoksullukla mücadele önemli bir konudur ve bilindiği üzere yoksullukla mücadelede en önemli argüman sosyal yardımlar değil, istihdamdır. AKP iktidarının 12 yıllık politikasına bakıldığında istihdam alanında önemli bir girişimin olmadığı açıkça görülebilir.
İstihdam omurgalı sosyal politikalar geliştirilirken, sosyal yardım sisteminin de yeni ilkeler üzerinden kurgulanması zorunludur. Örneğin ve acil olarak sosyal yardımlara hane bazlı üst sınır belirlenmeli ve “sınırsız” olarak yardımlardan yararlanma kısıtlanmalıdır. Bu ilk başta dip ve yoksul sınıflarda tepkiyle karşılansa da kişiye alacağı yardımdan daha yüksek bir gelir almasının olanakları sağlandığında oy olarak geri döneceği düşünülmektedir.
Bir başka formülasyonla söyleyecek olursak, yeni bir ücret politikası örneğin “taban ücret” uygulaması belirlenmeli ve kişilerin alacakları maksimum yardım ve en düşük ücret aynı rakamda birleştirilmelidir. Böylece kişiler, yardım alarak hangi düzeyde yaşayacaklarını ve çalışmaya başladıkları andan itibaren mutlaka bu rakamın üzerinde bir ücret elde edeceklerini bilmelidir. Örneğin “taban ücret” resmi açlık sınırının %20 fazlası olabilir. Böylece kişiler asgari ücret alırken açlıkla mücadele etmeyi bırakıp kültürel ve eğitsel faaliyetler için düşük de olsa bütçe ayırmaya başlayabileceklerdir.
2- Asgari ücret politikaları acilen değiştirilmelidir. Asgari ücretin başlangıç düzeyi “taban ücret” olabilir; ancak asgari ücret iş kollarına göre ayrı ayrı belirlenmelidir. Örneğin bir tersane işçisi ya da bir maden işçisinin çalışırken aldığı riskle bir garsonun çalışırken aldığı risk -takdir edileceği üzere- aynı değildir. Asgari ücretin iş kolları arasında farklılaşarak belirlenmesi ve yürürlüğe girmesi sosyal adalet ve kamu vicdanı açısından da önemlidir. Diğer taraftan asgari ücret, çalışma yılına bağlı olarak kendi içinde (yine sektörel olarak) çeşitli baremlerde belirlenmelidir. Örneğin maden sektöründe bir işçinin çalışma hayatının 7. yılında halen asgari ücretin biraz üzerinde ya da hala asgari ücret alması kabul edilebilir bir durum olmamalıdır. Ekonomik göstergeler ışığında asgari ücret için de kademeli basamak sistemi gelişmiş ülkelerde uygulanan bir modeldir.
3- Türkiye’deki sosyal yardımların en önemli sorunlarından biri de yardımın kime verildiği ve ne kadar verildiği ile ilgilidir. Sürekli yardımlar istisna olmak üzere, tek seferlik yardımların neye göre belirlendiği, kimlerin alacağına nasıl karar verildiği, vakıfların mütevelli heyetlerince değerlendirilerek neticelendirilir. Bu da yardım onaylayan heyetin yapısına dikkat edilmesini gerektirir. Yardımlar illerde ve ilçelerde mülki idare amirlerinin başında bulunduğu heyetlerce verilir ve bu heyetlerin doğal üyeleri il ve ilçelerde görevli kamu idarelerinin amirleridir. Dolayısıyla başkan ve heyet arasında hiyerarşik bir ilişki mevcuttur. Öte yandan birkaç muhtar ve sivil toplum temsilcisi de genelde uyumlu çalışılacak kişiler arasından seçilerek heyetler kurulur.
Bu açıdan bakıldığında “Objektif Sosyal Yardım Ve Hizmet Kriterleri” geliştirilmeli; var olan ilkeler de uygulamaya konulmalıdır ve heyet bu ilkelere bakarak iş ve işlemlerini sürdürmelidir.
4- Sosyal Yardım Ekonomisinin denetlenemiyor oluşu ve yardım kriterlerinin objektif olmaması tüm toplum tarafından dile getirilen bir husustur. Buradaki temel sorun kriterler olsa da, Türkiye’deki yardım sisteminin en temel unsuru verilen karara itiraz edilecek bir merciin/makamın bulunmamasıdır.
Bu anlamda yardım alamayan ya da çeşitli sebeplerden yardımları kesilen kişilerin haklarını arayabilecekleri bir mekanizma geliştirilmelidir. Örneğin “Tüketici Hakem Heyetleri”ne benzer bir modelde, “bilirkişi” uygulamasını kullanan “Sosyal Yardım ve Hizmetler Hakem Heyetleri” teşkilatlandırılmalıdır. Ancak bunlar mülki idareye bağlı olmayıp doğrudan yargıya bağlanmalıdır. Böylece takdir temelli sosyal yardım ve hizmet anlayışından, hak temelli sosyal yardım ve hizmet anlayışına geçilebilir.
5- Türkiye’deki yardımların %80’i Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarında çalışan yaklaşık 11 bin kişi tarafından dağıtılmaktadır. Mevcut yardım parodisinin son bulması için bu kişilerin güncel olan ve dile getirilen hak talepleri muhalefet partilerince sahiplenilmelidir.
Bu kişilerin en önemli sorunu iş güvencelerinin olmamasıdır. Bu anlamda söz konusu personel bir yardım inceleme işinden ziyade heyetin karar verdiği adrese yardımı ulaştıran bir kurye niteliğindedir. Yardıma uygun olmayan pek çok kişiye yardım verildiği, kararlara itiraz edilemediği, görüşlerinin dikkate alınmadığı, yardım dağıtan Vakfın değil de mütevelli heyetlerinin çalışanı oldukları Sayın Fikret Adaman ve ekibinin 2014 Aralıkta tamamladığı “Gelir Getirici Projelerin Değerlendirilmesi Araştırması Projesi”nce de bulgulanmış bir durumdur.
Sonuç Yerine
Yeni bir toplum hayal etmeden, güncel siyasi tartışmalar üzerinden iktidar olunacağının hayal edilmesi güncel veriler değerlendirilip ortaya çıkan ilişki ağları incelendiğinde olanaksız görülmektedir.
Kişiler akşam yatağa uzandıklarında büyük hayaller kurmasa bile bugün midelerine/evlerine neyin, ne kadar girdiğinin muhasebesini yapmaktadır. AKP’nin büyük bir şirket olmasının altında yatan neden de orta üst ve üst sınıfların sağladığı destekler değil, orta alt, alt ve dip sınıfların bu sistem içinde hala oksijen alabiliyor olmalıdır.
Oksijen akışının tıkanmasını beklemek yerine bu sınıflara oksijeni daha bol bir yaşam sunmanın ve siyasi-sosyal dikkatin önemli bir bölümünün bu alana ayrılmasının daha kestirmeden sonuç vereceği düşünülmektedir.
Ertan Aksoy
[1] Mustafa Emek (Sosyoloji Doktoru)
[2] Bu çalışmada 2013 yılı Aile Bakanlığı Faaliyet Raporu ve OECD ve İş-kur verileri esas alınarak hazırlanmıştır.