Çevreci” hareket, değişik aşamalardan geçtiği gibi, değişik eğilimleri de içinde barındırmaktadır.[1] Bununla beraber, çevreci akımların ve hareketlerin ortak noktası, bireysel özgürlüklerle toplum yararı, çoğunlukla azınlığın hakları, bir yanda bugünkü diğer yanda gelecek kuşakların hakları gibi konuları yeniden masaya yatırmaları ve tartışmaya açmalarıdır.[2] Bu anlamda çevreci hareketin politik ve ideolojik bir yanının olduğunu da söylemek mümkündür.[3]
Çağdaş çevreci hareketin doğuşu üzerinde iki etkinin önemli rol oynadığı söylenebilir: Bunlardan birincisi çevre konuları üzerinde yapılan düşünsel çalışmalar, diğeri ise insan yaşamını doğrudan etkileyen çevresel faktörlerin olumsuz yönde etkilendiğinin fark edilmesidir.[4] Düşünsel açıdan yapılan tartışmalar sanayileşme, kentleşme, teknolojik gelişme, büyüme temelli kapitalist ekonomi gibi alanlarda, felsefeciler, ekonomistler, politikacılar, hukukçular, mühendisler tarafından yapılmaya başlanmıştır. Bu tartışmalara yaşanan çevre felaketleri eklemlenmiş ve birçok konunun sorgulanmaya başladığı 68 hareketleri, ekolojik dengeyi gözeten hareketler bakımından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Nitekim Greenpeace, Friends of Earth örgütlerinin kuruluşu bu yıllara rastlamaktadır.[5] Bu hareketlerin hepsinin belirli bir düşünce sisteminin süzgecinden geçtiği görülmektedir.[6]
Bununla beraber ekolojik hareketleri ve düşünceyi tek bir başlık altında toplamak mümkün değildir: Çevre etiği ile ilgilenen görüşler insan merkezci olan ve olmayan olarak önce ikiye ayrılabilir ve insan merkezci olmayanlar da kendi içlerinde detaylandırılabilir.[7] Çevre korumacılıktan anarşizme, derin ekolojiden eko-sosyalizme, eko-feminizmden bazı dinsel hareketlere, çok değişik eğilimler gösteren akımlar son yıllarda gittikçe artan bir hızda kendini göstermeye başlamıştır. Bu akımların ortak noktası doğanın, ekolojik dengenin korunmasıdır. Bunun dışında bu akımlar insan merkezli Aydınlanma düşüncesine çeşitli eleştiriler getirmişler, kapitalizmin ve onun devamlılığın sağlanması için pompalanan tüketim anlayışını eleştirmişlerdir.
Bu akımlar tarafından, sosyalizmin, feminizmin ortaya çıktığı dönemde ekolojik sorunların olmaması ya da önceliğin başka alana verilmesi nedeniyle dışarıda bırakılan ekolojik sorunlar dikkate alınarak, eski ideolojiler yeniden yorumlanmakta, siyasi düşünceler tarihine adını yazdıran akımlar yeşil bir renge bürünmektedir. Bu yönüyle ekolojik dengeyi savunanların geleneksel ideolojilere katıldıkları görülmekte, buradan da ekososyalizm, ekofeminizm, ekofaşizm, ekoliberalizm, ekokonservatizm gibi yeni kavramların ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.[8]
Doğa-insan ilişkisini sadece insan lehine gözetmeyen bu akımları diğer politik ideolojilerden ayıran, onların yeni bir felsefe üretmesidir. Bu felsefe, büyük ölçüde insan dışı doğal dünyanın neyle ilgili olduğu ve entelektüel düzeyde en iyi şekilde nasıl savunulabileceği tartışması ile uğraşmaktadır. İnsan merkezli olmayan ve ekolojik dengeyi gözeten, insan doğa ilişkisine yeni anlamlar yükleyen bu görüşlerin ortak noktası, radikal ve bütüncül bir bakış açısıyla sorunlara yaklaşması, farklı bir etik anlayışını getirmesi, siyasi bir yönü olması, yeni bir ekonomik ve hukuki sistem önermesidir.
Bu tartışmanın hukuk felsefesi için önemli olan kısmı ise neyin değerli olduğunun, bulunmasının daha sonra hukuk kurallarının nasıl formüle edileceği konusunda belirleyici olmasıdır. Kapitalistlerin savunduğu insan faaliyetlerine dayalı üretim ve ekonomik büyüme temelli bir değer kuramından ya da tüketimi pompalayan bir sistemde tüketilen nesnelerin değerinin öne çıkmasındansa, doğal nesnelerin kendilerinin özünde bulunan değerin vurgulanması söz konusudur.[9]
Çevre konusunda yasaların yetersiz kaldığı ya da olması gerektiği gibi uygulanmadığı zamanlarda etik kurallar birer yol gösterici olmaktadır. Ancak toplumsal ya da küresel olarak çevre ile ilgili tüm yükü etik kuralların üzerine bırakmak da doğru değildir. Bu kuralların ne olduğunu öncelikli olarak anlamak, daha sonra sistemli bir şekilde hukuk dünyasına aktarmak gerekmektedir. Bu anlamda, bu yeni düşünsel tartışmaların yeni bir hukuk sistemini kurmak açısından önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Ekofeminizm:
İklim krizi dünyadaki canlı cansız birçok varlığın üzerinde olumsuz etki yapmaya başlamış önemli bir sorundur. Bu sorun bazı canlı türlerinin tehlikeye girmesi, su baskınları, kuraklık, kasırgalar gibi sorunlara neden olmakta, bundan kaçınmak isteyen insanlar ise göç ve savaşlarla karşılaşmak durumunda kalmaktadırlar: Güney Amerika’da ve Hindistan’da yaşanan su savaşları buna örnek olarak gösterilebilir. Bu krizin kadınlar üzerinde daha ağır sonuçlar yarattığı ve önlem alınmadığı takdirde bunların ağırlaşacağı konusunda ciddi bilimsel öngörüler bulunmaktadır.
Ekolojik kriz iklim adaletsizliğine yol açmakta, göçlerin yoğunlaşacağı, su savaşlarının artacağı, devletlerin güvenlik krizleri yaşayacağı ifade edilmektedir. Ekofeministler bu sorundan kadınların erkeklerden daha fazla etkilendiği görüşünü taşımaktadırlar.
Bu görüş doğrultusunda ekofeministlerin iklim adaletinin sağlanması ve ekolojik krizin sonuçlarının yaşanmaması amacıyla etik bir tartışma başlatmışlardır. Ekofeministler diğer etik yaklaşımlardan farklı olarak hem kadına hem de doğaya önem veren bir yaklaşımla konuyu ele almaktadırlar.
Ekofeminizm, kadın özgürlüğü ve ekolojik adalet gibi iki mücadele alanını birleştirmiş güçlü bir ekofelsefedir.[10] Her yerde kadınların doğayı koruma konusunda önce kendilerini sorumlu hissettiklerinden hareket etmekte, hem kapitalizmin, hem ataerkil diğer toplum yapılarının, hem de doğanın sömürülmesinin karşısında durmaktadır.[11] Bu yönüyle ilgi çekici bir yanı bulunmaktadır.
aa) Kısa Tarihçe
Ekoloji hareketlerinin 1960’ların başında kendini gösterir olması ile özellikle ikinci dalga feminizm olarak adlandırılan feminist hareketin buluşması zamanlama açısından bir örtüşme yaratmış, bunun sonucunda siyasal ekoloji ile feminizmin harmanlanması çok güç olmamıştır. Böylece feminizm ile ekoloji hareketinin birbirini besleyen iki akım olarak birleşmesi söz konusu olmuştur.[12]
Çevre etiği için feminizmin önemli olduğu kadar, feminizm için de çevre boyutu önem kazanmıştır: Çevre ile ilgili soruları soran bu defa kadınlar olunca, çevreci etiğe yeni bir toplumsal, kültürel boyut eklemlenmiştir. Böylece ekofeminizm, feminizmin çevreci kritiğini yapan bir akım olduğu kadar çevreci akımın feminist kritiğini de yapmaktadır.[13]
Ekofeministlerin öncülerinden olan Françoise d’Eaubonne, ilk defa ekofeminizm kavramını Le Féminisme ou la Mort adlı kitabında kullanmıştır. King gibi bazı teorisyenler, ekofeminizmle birlikte üçüncü dalga feminist akımının başladığına dikkat çekmiştir.[14] D’Eaubonne, tarım toplumuna geçişle birlikte kadının ve doğanın erkek egemenliğine geçtiğini, kadının üremesi ile toprağın veriminin denetim altına alındığını ileri sürmektedir. Bir yandan nüfus artışının sorun olduğunun söylendiğinin altını çizen d’Eaubonne, diğer yandan erkeklerin kadının “üreyen, üretken” bir varlık olmasını istediklerini ve kadınların üremelerini denetim altına alamadıklarını belirtmektedir.[15] Tüm bu sürecin sonunda, gelinen noktada, nüfus artışı, kaynakların yetersizliği gibi sorunlarla çevrelenmiş durumda kalan insanlığın bir çıkış yolu bulması gerekmektedir. D’Eaubonne, yeni bir hümanizma ile bunun üstesinden gelineceğini belirtmekte, demografik, kirlenme, doğal kaynakların tahribi gibi konuları ele alan ve kadın haklarını da bu hümanizma içine katan yeni bir anlayıştan söz etmekte ve buna da ekofeminizm adı vermektedir.[16]
D’Eaubonne, ekolojik krizin kökenini bazı insanların diğerleri üzerindeki tahakkümüne dayandırmakta, bu tahakkümün kaynağının ise özellikle erkeklerden geldiğini belirtmektedir. Kadının özgürleşmesinin bir gereklilik olduğunun altını çizen D’ Eaubonne, kadının özgürleşmesinin dünyanın özgürleşmesi anlamına geleceğini, bunun ise feminizm yoluyla gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.[17] Bunun yanında gezegenin kurtarılmaya ihtiyaç duyacak kadar yıprandığını, bunun devrimci bir hareketle gerçekleştirilebileceğini ileri sürmüş, bu devrim sonucunda kadın-erkek-doğa ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi gereği üzerinde durmuştur.[18]
Kadın ile erkek arasında fark gözetilmesi Aristoteles’e dek uzanan bir çizgide köklerini bulabilmektedir. Aristoteles kadınla erkek arasında ussallık açısından fark olduğunu, kadının erkeğe oranla daha zayıf, narin ve daha az akıllı olarak yaratıldığını ileri sürmüş, bu düşünce hristiyanlıkla perçinlenmiş, Aydınlanma Dönemi ile de taçlanmış, kadın teknolojiden, bilimden uzak tutulmuştur.[19] Nitekim adı bilinen, ünlü tüm filozoflar erkektir, kadın filozof varsa da adını bilen ve düşüncelerini yaygınlaştıranlar yoktur. Teorilerinde kadına eşit yer vermeyen Aristoteles’tan Rawls’a, Rousseau’dan Hobbes’a, Platon’dan Nozick’e kadar bunun izlerini sürmek kolaydır.[20] Ekofeminizme göre, kadınlar kamusal alanlardan uzak tutulur ve bakım hizmeti, ev işleri ile uğraşırken, erkekler doğayı katletmekle meşguldürler!!!
D’Eaubonne bir fransız olmasına ve eserlerini fransızca yazmasına karşın, ekofeminizm tartışması daha çok anglofon ülkelerde canlılık kazanmış ve bağımsız bir akım haline dönüşmüştür.[21] 1976’da ekofeminizmin A.B.D.’de yankı bulması ile feminist Ynestra King’in Sosyal Ekoloji Enstitüsü’nün desteğini alması ile “Kadın ve Gezegende Yaşam: 1980’lerde Ekofeminizm” konulu bir konferans düzenlenmiştir. Bunun arkasından Kadınların Pentagon hareketi tarafından nükleer silah karşıtı bir protesto hareketi düzenlenmiş ve oldukça ilgi toplamıştır. 80’li yıllardan itibaren A.B.D.’de bir ekofeminist hareketin geliştiği ve hem teorik hem de eylemsel olarak sözünü duyurduğu tespit edilebilebilir.[22]
bb) Ekofeminizmler:
Feminizmin yeşil olanla ilgilenmesi, elbette kendi dünya görüşü çerçevesinde olmuş ve değişik feminist akımlar olmasına karşın, ekofeminizmde doğanın tahribatı ile erkeğin kadına karşı tahakkümü bir potada buluşturulmuştur. Son yıllarda, feministler erkeklere oranla kadınların daha “yeşil” olduklarını, doğayla daha yakın ilişki kurduklarını, ekolojik sorunlara karşı daha duyarlı, ayrıca ekolojik krizden daha fazla etkilenen kesim olduklarını belirtmektedirler.[23] Bu tespiti yaptıktan sonra değişik feminist akımlar, konuyu kendi dünya görüşleri çerçevesinde değerlendirmişlerdir.
Tüm ekofeminist akımların doğa ile insan arasındaki ilişkinin düzeltilmesi ve kadın üzerindeki eril tahakkümün sona erdirilmesi üzerinde durmaktadır. Bununla birlikte konuyu dört değişik şekilde ele alan feminist yaklaşımın varlığından söz etmek mümkündür.
aaa) Liberal Ekofeministler:
Liberal feminizm, liberalizmin köklerinden çıkarak, insanın rasyonel bir varlık olduğunu, aklıyla kendi çıkarlarını maksimize edebileceğini, kapitalizmin insanın refahını en yükseğe çıkaracak ekonomik sistem olduğunu kabullenerek yolunu çizmiştir. Kadın erkekten rasyonel olarak farklı bir varlık değildir, fırsat eşitliği sağlanmadığından kadın erkeğin gerisinde, ev işlerini ve bakım hizmetlerini görerek yaşayagelmiştir. Liberal feministler, fırsat eşitliğinin kadını özgürleştireceği düşüncesindedirler.[24]
Liberaller ekofeminizm, kadın/erkek/doğa ilişkilerinin yeni yasalar yoluyla mevcut hükümetlerin yapısı içinde düzeltilebileceğini vurgulayan akım olarak ortaya çıkmıştır.[25] Hukukla konuyu ele aldıkları için dikkat çeken bir yanları olmasına karşın, konuya radikal bir açıdan yaklaşmadıkları da açıktır. Liberal feminizm radikal özellikler taşımamakta, bireysel otonomiye dayanan, kendi çıkarları doğrultusunda yaşamayı yücelten, idealize bir Batılı liberal bir politika ve felsefe üzerine inşa edilmiş bir akımdır.[26]
Liberal feminizmin ekolojik eğilimli iki görünüşü bulunmaktadır: Birincisi insanlar ve insan dışı hayvanlar olarak canlıları ayırır ve insan merkezci bir yaklaşımla, hayvanlara karşı da ahlaki bir tutum içinde olmak gereğinin altını çizer.[27]
Genel olarak liberal feministlerin insanmerkezci oldukları söylenebilir, nitekim, doğadan değil çevreden söz etmekte, dolayısıyla yaşanan sorunların bir çevre sorunu olduğunu kabul etmektedirler. Doğal kaynakların kirlenmesi sorununun iyi düzenlenmiş yasalarla çözülebileceği inancını taşımaktadırlar. Ayrıca bilimsel yöntemlerin kullanılması halinde çevre sorunlarına çözüm getirilmesi mümkün olacaktır. Ve bu noktada feminist karakterlerini göstererek, erkeğin ve onun yarattığı çevrenin kadını dışladığını belirterek, durumu eleştirirler.[28] Eğer kadınlara erkekler kadar eşit olanaklar tanınırsa, doğal kaynakların yönetimi, yasa yapma ve mühendislik gibi konularda kadınlar da erkekler kadar başarılı olacaklar, çevre sorunlarını çözmede varlık gösterebileceklerdir.[29]
Kadınla erkek arasındaki farka dikkat çekmelerine karşın, kendilerini feminist olarak adlandırmaktan kaçınmakta, bu sıfatı fazla radikal bulmaktadırlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde varlık gösteren bu tarz gruplar “Nehir Dostları”, “Daha İyi Bir Çevre Vatandaşları, “Çevre Koruma Vakfı” gibi birlikler çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. Faaliyet alanları daha çok kadın/erkek eşitsizliği konusundaki davalar, çocuk hizmetleri ve çevre konusunda haberleşme ağı kurmak üzerinde yoğunlaşmaktadır.[30]
bb) Kültürel Ekofeminizm:
Kültürel ekofeminizm, günümüzde adını sıkça söz ettiren ve 60’larda 70’de ortaya çıkan ikinci dalga feminizm olarak da adlandırılmaktadır. Batı kültüründe kadın ile doğanın aynı şekilde sömürülmesi ve erkeğe oranla ikincil değere layık görülmesine karşı gelişmiş bir tepkidir.
Kültürel ekofeministler, daha çok bakım etiğinden ve kadının doğasını doğaya benzeterek şefkat, barışçılık, dayanışma ve duygusallığı ön plana çıkarırken, toplumsal/siyasal ekofeministler, Güney Amerika gibi ülkelerdeki sömürgeleştirmenin kadın ve doğa üzerindeki tahakkümünden hareket etmektedirler. Kültürel feministler, “yüreğin sesine kulak veren bir politikanın gerekliliğini ve birbirimizle ve insanın dışındaki doğa ile olan bağımızı dikkate alan sevgi dolu bir topluluk özlemini” paylaşmaktadır.[31] Bu anlamda kültürel feministlerin kadına has olduğu kabul edilen duygularla, doğa ile olan bağ yeniden kurulmak istenmektedir.
Değişik kültürlerdeki çevre sorunlarına eğilerek, hem eril tahakkümün hem de sömürünün izlerinin kaldırılması için çalışmalar yapılmaktadır. Bunun için hem kadınları hem de doğayı kurtaracak projeler üretilmektedir.[32]
Kültürel ekofeministler, kadının doğa ile olan ilişkisi üzerinde derin incelemeler yapmaktadırlar. Buna karşın sosyalist ekofeministler daha çok kadının özgürleşmesi, doğanın ve kadının sömürülmesine son verilmesi üzerinde durmaktadırlar.[33]
cc) Sosyalist Ekofeminizm:
Sosyalist ekofeministler de kapitalist üretim ilişkilerin dönüştürülmesini isteyen sosyalizm içerisinden yola çıkmakta, kadın-erkek eşitliğinin yanında ekolojik bir toplum özlemini dillendirmektedirler.[34] Amaç, seksist olmayan ve hiyerarşiden uzak bir toplum hayalini gerçekleştirmektir.[35]
Genel olarak ekofeminizmin çevre konularına dikkat çekerek, kadının sağlığı, aileye etkisi gibi konular üzerinden kadının erkeğe ve doğaya bağımlılığını tartışmaya açmaktadır.
Kapitalist ataerkil sistemin yıkılması, sosyalist ekofeminizmin hedefleri arasındadır. Kapitalist sistem hem kadınları ezmekte ve sömürmekte, hem de doğal kaynakları, ekolojik dengeyi hiçe sayarak sömürmeye devam etmektedir. Kadın ve doğa bu sistemde kullanılacak kaynaklar olarak görülmektedir. Araçsallaşan kaynakların üzerinde egemenlik kurulması daha kolay olmakta, sömürü düzeni devamlılığını bu iki kaynak üzerinden sağlamaktadır.[36]
ee) Ekofeminizmlerin Ortak Yanları:
Ekofeministler, ekofeminizmin yaratıcı ve duyarlı bir biçimde bu akımı izleyenlere ekolojist bir hareket yaratma olanağını verdiğini düşünmektedirler. Bu anlamda, erkeklerin de içinde bulundukları ekolojik hareketlere destek veren kadınlar kendilerini ekofeminist olarak nitelemektedirler. Dolayısıyla, erkeklerle birlikte hareket etmek kadınları ekofeminist olmaktan alıkoymamaktadır. Ancak kendisini feminist olarak konumlandıran ve ekolojik hareketlere destek veren birisi de otomatik olarak ekofeminist olarak adlandırılmayı istemeyebilir. [37]
Ekolojik krizin, “doğal ve dişil olan her şeye nasıl egemen olurum?” düşüncesiyle yaklaşan, “batılı, beyaz, eril” felsefi, teknolojik, kapitalist sistemlere bağlı olduğu, işçi sınıfı, siyahlar, homoseksüeller, yerli halklar, kadınlar ve hayvanların sistematik bir şekilde aşağılanması, Batı uygarlığının temelindeki düalist yaklaşımla ilgili bulunmakta ve bu yaklaşımın beden-akıl ikiliğine dayandığı kabul edilmektedir. Beden kadını temsil ederken, aklı ise erkeğin payına düşendir. Kadın bedeninin ise doğayla yakın bağlantıları vardır ve doğa gibi kadın da erkeksi etkinlikleri, edilginlikleri ile karşılamaya yüzyıllar boyu mahkum edilmiştir.[38] Ekofeministlerin tepkisi bu nedenle, eril tahakküme olduğu kadar doğa üzerinde kurulan tahakkümedir.
Doğadan konuşulacaksa, kadınları konu etmeden bu tartışmanın yapılmasının olanaksızlığına dikkati çeken feministler, doğa ile kadın arasında da bir bağ kurmaktadırlar. [39] Kadının doğayla kurduğu ilişkinin doğanın işleyişiyle uyumlu, yaşamın çevrimini destekleyen barışçı bir ilişki olduğu belirtilmekte ve bunun kadına has olması da kadın cinsine özgü özellikleriyle açıklanmaktadır: Ne de olsa kadın doğanın düzeninin bir parçasını kendi bedeninde deneyimleyerek (her ay regl olmak, çocuk doğurmak, meme vermek gibi) yaşamını sürdürmektedir.[40]
Buna rağmen kurulan eril düzende söz hakkı olmamış, doğa gibi kadın da erkeklerin kurdukları düzende tahakküm altına alınmıştır. Ekofeministler, farklı olanı beğenmemenin, onu alt etmeye çalışmanın, ezmenin ve egemenlik kurmaya çalışmanın erkeklik özellikleri arasında olduğunu ve bunun hem doğa üzerinde yıkıcı etkileri olduğunu hem de kadınlar açısından olumsuz sonuçları bulunduğunu öne sürmektedirler.[41]
Ekofeminizm, doğa ile insan, kültür ile doğa, vücut ile ruh, kadın ile erkek arasındaki kopukluğu giderecek bir bakış açısı geliştirmeyi hedeflemektedir. Çevre ile olan ilişkinin tüketici/üretici tarzında ortaya konan araçsallaşmış ilişki tarzından çok, paylaşılan, birlikte yaşanılan bir yer olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Doğa ile kadın arasında kurulan romantik bir ilişkinin başka bir yerinde duran ekofeminizm, siyasi bir toplumsal angajmanla ilgilenmekte, toplumsal, çevresel sorunlara ekofeminizm bakış açısıyla çözüm getirmeye çalışmaktadır. [42]
Ekofeministler, çevreye ilişkin sorunların kadınları yakından etkilediğinin altını çizmektedirler: Nükleer enerji santralleri kazalarından sonra açığa çıkan radyoaktif maddeler, kadınları ve doğurdukları çocukları hasta etmiştir. Kullanılan pestisitler, endüstriyel atıklar, konvansiyonel tarım nedeniyle kadınlar hastalık, açlık, kirli sularla mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. Yemek yapan, çocuk ve yaşlı/hastalara bakım hizmeti veren kadınlar olduğu için bu tür sorunlar onları daha yakından ilgilendirmektedir.
Ayrıca, iklim değişikliğinden kadınlar daha fazla etkilenmektedirler: İngiliz bir örgüt olan Women’s Environmental Network’ün hazırladığı rapora göre, her sene 4500 erkeğe karşı onbinden fazla kadın iklim değişikliğine bağlı nedenlerden ötürü ölmektedir. İklim değişikliği nedeniyle yaşanan afetlere bağlı olarak göç etmek zorunda 28 milyon kalan nüfusun 20 milyonu kadınlardan oluşmaktadır. Bangladeş’te –ki buzulların erimesi nedeniyle sellerden çok etkilenen bir ülkedir- bir siklon olduğunda daha çok evde bulunduklarından ve kıyafetlerinden ötürü kaçmakta zorlandıklarından daha fazla kadın ölümü olmaktadır. Ayrıca açlık, susuzluk ve sıcak söz konusu olduğunda kadınlar daha dayanıksız olmaktadırlar. [43]
Batı toplumundaki kadınlar, yerel örgütlerin de desteğiyle geri dönüşüm için evsel atıkları toplamak, tüketim alışkanlıklarını değiştirmek, çevreyle ilgili konularda protesto hareketlerine katılarak ekofeminizme destek vermektedirler. Yapılan araştırmalarda bilinçli kadınların batılı endüstriyel toplumlarda, erkeklere oranla daha duyarlı davrandıkları ve erkeklere oranla daha düşük karbon ayak izlerinin olduğu ortaya çıkmaktadır.[44] Üçüncü dünya ülkelerinde ise, kadınlar geleneksel yaşam tarzlarını korumaya çalışarak, çok uluslu şirketlerin bu yaşamı tahrip etmeye niyetlendiklerinde ise direnerek sorunların üzerinden gelmeye çalışmaktadırlar.[45] Örnek vermek gerekirse, Kenya’da kadınlar Yeşil Kuşak hareketi olarak adlandırılan bir hareket çerçevesinde milyonlarca ağaç dikmiş, kullanılamayacak hale gelen arazileri kurtarmış, Hindistan’da chipko[46] hareketine katılarak ağaçlara sarılmakla doğal kaynaklarını korumaya çalışmış, İsveç’te pestisit sıkılarak üretilmiş frambuazlardan reçel yaparak parlementerlere ikram etmiş, Kanada’da kasabalarının yakınında uranyum çıkarılmasını engellemek için sokaklarda imza toplamış[47], Türkiye’de Yırca’da zeytin ağaçlarını, Cerattepe’de derelerini korumak için nöbet tutmuş, kendilerini jandarmanın karşısında, yerlerde sürüklenirken bulmuşlardır. Kadınlar yaşam alanlarına zarar verecek bir müdahale gördüklerinde direnmektedirler.
Ekofeministler, sahada, bilimsel alanlarda kendini göstermekte ancak ekoloji ile ilgilenen önemli kuruluşlarda kendilerine pek yer bulamamaktadırlar.[48] Diğer kamusal alanlarda olduğu gibi, ekofeministlerin kendi seslerini duyurabilmeleri, sorunlarını aktarabilmeleri ve çözüm için çalışabilmeleri açısından, ulusal ekolojik örgütlerde erkek ağırlığına dikkat çekmeli, bu örgütlerde çalışmaya başlamalıdırlar.
*Zeynep Üskül Engin
Doç. Dr., GSÜ
zeynepuskul@yahoo.com
[1] Ceritli, a.g.m., s. 216.
[2] Keleş/Hamamcı/Çoban, a.g.e., s. 285.
[3] Kay, Milton; Environmentalism and Cultural Theory, Londra ve New York, Routledge,1996, s. 82-83.
[4] Keleş/Hamamcı/Çoban, a.g.e., s. 287.
[5] Yardımcı, a.g.t., s. 3.
[6] Greenpeace hakkında Bkz. Wapner, Paul, Environmental Activism and World Civic Politics, State University of New York Press, New York, 1996, ss. 44-57. Friends of Earth hakkında Bkz. Wapner, a.g.e., ss. 121- 141.
[7] Keulartz, Josef; Stuggle For Nature. A Critique of Radical Ecology, Routledge, Londra/New York, 1998, s. 6.
[8] Yardımcı, a.g.t., s. 25.
[9] Dobson, Andrew; Ekolojizm, Çev: Cengiz Yücel, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, 2016, s. 62-63.
[10] Kovel, a.g.e., s. 228. Aynı zamanda Bkz. Mellor, Mary; “What is Ecofeminism?”, http://www.wloe.org/WLOE-en/background/ecofeminism.html (16.6.2016).
[11] Mies Mary/ Shiva, Vandana; “What is Ecofeminism?”, http://www.wloe.org/WLOE-en/background/ecofeminism.html (16.6.2016).
[12] Biehl, Janet; “Pour Repenser l’Ecoféminisme”, Fransızcaya Çev.: Luke Haywood, Revue Critique d’Ecologie Politique”, Kasım, 2008, www.ecorev.org/spip.php?article711 (16.06.16).
[13] Larrere, Catherine; “L’Ecoféminisme: Féminisme Ecologique ou Ecologie Féministe”, Tracés. Revue de Sciences Humaines, http://traces.revues.org/5454 pdf (16.6.2016). Aynı zamanda Bkz. Hobgood-Oster, Laura; “Ecofeminism: Historic and International Evolution”, http:// www.clas.ufl.edu pdf, s. 1. (16.6.2016)
[14] Hobgood-Oster, a.g.m., s.1
[15] Aktaran Biehl, Janet; “Féminisme et Ecologie, Lien Naturel ou Idée Reçue?”, Le Monde Diplomatique, 2 Mayıs 2011, s. 1.
[16] Badoux, Camille; “Françoise D’Eaubonne, ‘Le Féminisme ou la Mort’, Les Cahiers du GRIF, C.: 4, No: 1, 1974, s. 66.
[17] Laprise, Yvette/ Myriam; “L’Ecoféminisme Selon Françoise D’Eaubonne”, L’Ecoféminisme, No: 74, www.lautreparole.org
[18] Tamkoç, Günseli; “Ekofeminizm Amaçları”, İstanbul Üniversitesi Kadın Araştırmaları Dergisi, S.: 4, 1996, a.g.m., s. 78.
[19] Biehl, a.g.m., s. 1.
[20] Sperling, Liz; Women, Political Philosophy and Politics, Edinburg Üniversitesi Yayınları, Edinburg, 2001, s. 80- 137.
[21] Larrere, a.g.m., s. 2.
[22] Tamkoç, a.g.m., s. 78.
[23] Biehl, a.g.m., s. 2.
[24] Merchant, Ecofeminism, www.vedegylet.hu pdf ( 16.06.2016), s. 199.
[25] Tamkoç, a.g.m., s. 79.
[26] Warren, Karen; “Introduction to Ecofeminism”, media.pfeifer.edu
[27] Warren, a.g.m.
[28] Mercant, a.g.m., s. 199, s.
[29] Tamkoç, a.g.m., s. 80.
[30] Tamkoç, a.g.m., s. 80.
[31] Berktay, a.g.m., s. 38.
[32] Tamkoç, a.g.e., s. 79.
[33] Tamkoç, a.g.e., s. 79.
[34] Tamkoç, a.g.m., s. 82.
[35] Biehl, Pour Repenser l’Ecoféminisme, s. 1.
[36] Tamkoç, a.g.m., s. 79.
[37] Biehl, a.g.m., s.1.
[38] Berktay, Fatmagül; “Kadınlar Doğaya sahip Çıkıyor”, Kadınlar Ekolojik Dönüşümde, Ed.: Emet Değirmenci, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 35-36.
[39] Sauvé, Lucie/ Villemagne, Carine; “L’Ethique de l’Environnement Comme Projet de Vie et ‘Chantier’ Social: Un Défi de Formation”, www. centrere.uqam.ca, (5.5.2016)
[40] Erbil, Pelin; “Kadının, Doğanın ve Erkeğin Düzeni”, Kadınlar Ekolojik Dönüşümde, Ed.: Emet Değirmenci, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 109.
[41] Tamkoç, a.g.m., s. 78.
[42] Sauvé/ Villemagne, a.g.m., s. 7.
[43] Biehl, a.g.m., s. 3.
[44] Biehl, a.g.m., s. 3.
[45] Tamkoç, a.g.m., s. 79.
[46] Chipko, Hindu dilinde sarılmak anlamına gelmektedir ve Kuzey Hindistan’da, çoğu kadın olan ve ağaçlara sarılarak onların ticari amaçlarla kesilmelerini önlemeye çalışan köylülerin davranışlarını anlatmak üzere kullanılmıştır. Bkz. Des Jardins, Joseph R.; Çevre Etiği, Çev.: Ruşen Keleş, İmge Kitabevi, Ankara, 2006, s. 471.
[47] Merchant; a.g.m., s. 183.
[48] Biehl, a.g.m., s. 3.