Zeynep Altıok – Sanat Düşmanlığı

page_zeynep-altiok-akatli-ileri-demokrasi-cumhuriyetinde-hak-ariyoruz_202161046

 

 

 

 

[huge_it_share]

Paupertas omnium artium repertrix*

Yaratıcılık zorunluluktan  doğar.*

Sanat en yalın tanımı ile düşünen insanın başta kendi yaşamının, deneyimlerinin, duygularının, isteklerinin dışavurumudur. İnsanın yaratıcı aklı bilim ve sanatı doğurmuş ve bu iki olgunun kendi içinde canlılığı ile bireysel gelişimden toplumsal gelişime geçiş için olanak sağlamıştır. Bireyin topluma açılımını sağlayan en önemli unsurlarından biri olan sanat uygarlıktır, kültürdür, aydınlanma ve yenilenmedir.

Zorluklara, yaşamın ağırlığına dayanabilmek ancak ifade etmek ve paylaşmakla mümkün.  Mutlulukları, sevinçleri çoğaltmak da öyle elbet.  Sanat, kişisel bir zenginlik sağlamakla kalmaz; kuşaklar ve toplumlar arası bir köprü kurar. Uygarlığın gelişimine, refaha yol açar. Mutluluk, hoşgörü ve vicdanı doğurur.  Sanat özgürlük demektir.

Yaratıcılığın, üretimin ve gelişimin devamı ancak aklın devamı ile sağlanabilir; bu nedenledir ki,  kısıtlanamaz. Düşünce özgülüğü, ifade özgürlüğü ve yaratma özgürlüğü aralarındaki geçirgenliği bir domino etkisi gibi de düşünebiliriz. Bu nedenle farklı değer yargıları, ürünleri ve yaşam biçimleri ile sürekli kendini aşma çabası içinde olan insanların yaşamlarını zenginleştiren bu  temel  olgulara özgürlük alanı sağlanması adeta bir zorunluluk olmalıdır. Gelişmiş toplumlarda böyledir de. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 27. maddesi  “her bireyin, toplumun kültürel yaşama katılma hakkı vardır” hükmüyle bireylerin kültüre katılma haklarını güvence altına alır. Oysa az gelişmiş toplumlarda, baskıcı dikta rejimlerinde bu güvence -tüm hak ve özgürlükler gibi- yok sayılır. Aydınlanma düşmanı siyasi ideolojiler güçlerine güç, paralarına para katmak için sorgulanmamayı güvence altına almak ve herkesi kontrol etmek isterler. Bunun için, ”tek tipleştirme” sağlamak adına düzenlemelere ihtiyaç duyarlar.

Türkiye’de sanat ve sanatçı özgür değil! Bugün hükümet beğenmediği sanatçıları cezalandırıyor, beğenmediği sanat eserlerini yasaklıyor, edebi eserlere müdahale ediyor. Bugüne mahsus değil elbet bu; aydınlanma karşıtı baskıcı yönetimler muhalif aydınlarını, sanatçılarını bir bir yok etti. Ama sürgün ve tutsak ederek, ama susturamadığını öldürerek. Devlet, iktidarların kendi çıkarlarını korumak için sistemli bir geleneği sürdürdüğü bir çarka dönüştü. Sağ iktidarların çıkar mekanizmalarından beslenen bu yapı sistemli olarak aydınlanma devriminin önünü kesmek isteyen siyasal islam ideolojisine yol açtı. Zamanın maşaları bugünün iktidarı oldu. Diktatör dedikleri aydınlanma devriminin önderi “Sanatsız kalmış bir devletin hayat damarlarından biri kesilmiş demektir” diyor. Ülkenin her köyüne, bucağına eğitim ve sanat götürmek için kurulan köy enstitülerinin kapatılmasından başlayarak eğitim sistemini gerici aklı egemen kılan bir yapıya teslim edenlerin vebali büyük.

Gün geldi devletin işine geldiği için beslediği, ihtiyacı olduğunda yönlendirip kullandığı siyasal İslam örgütlenmesi palazlandı; devletin kendi oldu. 22 yıl önce insan yakanların Kültür Bakanı Erkan Mumcu, Sivas Katliamı’nın 10. Yılında, dünyaca ünlü sanatçımız Fazıl Say’ın Metin Altıok Oratoryosu’nda kullandığı şairin öldürüldüğü Madımak yangını görüntülerini sakıncalı (!) bularak sünsürlediğinde henüz sanat bugünkü boyutta baskılanmıyordu. Öyle ki, bu sansür, kimilerince dönemin iktidarının Sivas katliamını gerçekleştirenlerle ideolojik ortaklığı nedeniyle oluşmuş özel bir durum gibi algılanmıştı kimilerince. Aradan 8 yıl geçtiğinde aynı iktidarın farklı Kültür Bakanı Ertuğrul Günay döneminde, bu kez Madımak bir bilim ve “kültür” merkezine çevrilerek, yakılanların isimleri kendilerini yakarken polis kurşunu ile ölenlerin ismiyle birlikte hatıra köşesine taşınarak aklanmaya çalışıldı. Bilim ve kültür ise duvarlarda asılı masal kahramanlarının çizimleriyle temsil ediliyor. Sansür artık sıradanlaştı. Bu bakan da Fazıl Say’la mesafeliydi. Gerekçesiz keyfî sebeplerle bu kez Nazım Hikmet Oratoryosu Frankfurt Kitap Fuarı programından çıkarılıyordu. Yıl 2015; Fazıl Say artık hepten sakıncalı! Düşünceleri nedeniyle yargılanarak Hayyam şiiri paylaştığı için dine hakaretten hapis cezası aldı. Eserleri CSO programından çıkarılıyor. Tek din, tek mezhep, tek dil, tek ve sabit fikir isteyen hükümet, insanları tek tipleştirmek ve  “kindar ve dindar” bir nesil yetiştirmek amacıyla eğitimsiz, sanatsız bir toplum inşa etmek istiyor. Aklın sorgulayıcılığını kültürsüzlük, sanatın sorgulayıcılığını yasak ile engelleyerek yozlaşmış, biat eden kitleler yaratmak isteyenler kültür bakanlığını turizm ile evlendirerek bütçesini, işlevini, etkisini azaltıyor. Devlet “Tüsak yasa tasarısı” ile sahnelerini zaten kapattığı ve repertuarına müdahale ettiği Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi, CSO gibi kurumları yok etmek  istiyor. Anayasal bir hak olan özgür sanat, dünyanın her yerinde devlet tarafından sağlanan bütçe ve destekten mahrum bırakılmak isteniyor. Bunun için gerçekler saptırılarak dünya örnekleri yok sayılır ve yanlış bilgilerle tasarıya destek yaratmak için emsal gösterilirken sorgulamayan, okumayan  toplumun farkındalığını beklemek safdillik olur. Ancak “sınırsız özgürlükler” için “ileri demokrasi”yi savunan işbirlikçi aydınların her zaman olduğu gibi entellektüel eleştirilerle kurumları hedef alarak yandaşlık yapması düşündürücüdür.

Aydınlanma karşıtı kara akıl, özel ve özerk sanatın yaşama alanlarını da yok ediyor; yandaşlarına sübjektif kriterlerle usulsüz ve haksız kazanç sağlarken, muhaliflere nefes aldırmıyor. Heykelleri put olarak görenler kentlerimizi estetikten ve geçmişimizden yoksun bırakıyor. Kitapları yasaklıyor; yazarları, gazetecileri, sanatçıları tutukluyor, ötekileştiriyor, hedef gösteriyor; hukuka müdahale ederek yargılıyor. Onaylamadığı yayınları yasaklıyor, toplatıyor. Devletin kendi tanımladığı sanat, iktidarın siyasi ve din odaklı baskıcı ideolojisini meşrulaştırıp yaygınlaştırarak genç beyinleri uyuşturacak içeriklerden oluşuyor. Recep Tayyip iktidarında kültür ve sanat Recep İvedik laubaliliğinde, “sanatçı” kabul edilenlerin yüzlerindeki sırıtışla ellere kapanıp etek öpmeleri de bundan.

Yıl 2015; devlet ve iktidar sanattan korkuyor. Çünkü Füsun Akatlı’nın dediği gibi “sanat gerçeğin ta kendisidir” ve iktidarın karanlık yüzünün çirkin gerçekliğini ortaya çıkarıp “Kral çıplak!” diyecek olan da sanattır. Füsun Akatlı  “Sanatın gerçekten daha gerçek olanı yansıttığını hiç unutmamalı. Sanat asıl insanlığı kedere, yasa, utanca boğan ‘gerçek’tir. O gerçeğin sorgulanmasıdır. İnsanlığın Kabustan uyanabilmesi, silkinebilmesi için insanı ve değerlerini, dünyayı yaşanılası kılan şeyleri hatırlaması, içselleştirmesi, onlara dört elle sarılıp sahip çıkması sanatla mümkün.” diyor. Hatırlamak, sorgulamak, direnmek görevdir.

Geçtiğimiz günlerde CHP Kültür ve Sanat Platformu, hatırlamak ve bu düzeni değiştirmek adına çok önemli bir çalışmaya imza attı. 2014 yılı boyunca AKP iktidarının kültür ve sanat alanında uyguladığı baskıları ve yasaklarını bir raporla belgeleyerek yayınladı. CHP kültür ve sanattan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ercan Karakaş ve ekibinin hazırladığı bu rapor, sahip çıkmak, sorgulamak, silkinmek ve direnmek için mutlaka okunmalı.

Ars longa, vita brevis!**

**Sanat uzun, yaşam kısa

*Zeynep Altıok,
CHP PM Üyesi,
z.altiok@gmail.com

Bir cevap yazın