“Analar çocuklarınızı oylarınızla koruyun…
Silah gidecek, barış gelecek!…”*
Çok partili hayata geçildiğinden bu yana 68 yıl geçti ve Türkiye solu bu 68 yılda Bülent Ecevit dönemleri haricinde başbakan çıkaramadı.
Önümüzde tarihi bir seçim var.
Baskı, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, taciz, şiddet, hukuksuzluk, ihraç, kıyım, ötekileştirme, yok sayma ve savaş koşullarında geleceğin Türkiye ve bölge barışını belirleyecek seçim geliyor.
2019 seçimleri…
Tüm bu koşullar ve süreç içerisinde Cumhuriyet Halk Partisi 36. Olağan Kurultayı geride kaldı.
Kurultay sonrasında oluşan yönetim kadroları; 15 yıllık blok iktidarın “kindar ve dindar”, “yerli ve milli” toplum kurgusu için her geçen gün güçlendirdiği milliyetçi ve mezhepçi anlayış karşısında %50’yi bir arada tutmak için bugüne kadar benimsenen sağ söylemi sürdürme kararlılığını vurgular gibi. Oysa referandumda “ortaklaşan itiraz”, tam da iktidarın bu bakışla yarattığı mağduriyetlerin toplumu adeta bir milföy gibi ayırdığı katmanlara, kendi mahallesine de sirayet etmesi ile mümkün oldu. “Hayır bloğunu”, ortak demokrasi ve adalet talebini bir arada tutmak; iktidarın dilini kullanmak ile değil solun vicdan, eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde şekillenen sosyal politikaların, çözüm önerilerinin sunulabilmesi, anlatılabilmesi ile mümkün olabilir. İtiraz ettiğimiz anlayışın jargonu ile kurulan eleştiri, CHP’nin en çok ihtiyaç duyduğu “değiştirebilir”, “yeni ve adil bir dünya kurabilir”, “sürdürebilir” olma algısını, güveni sağlamaktan çok uzak.
AKP’nin Türkiye’yi sıkıştırdığı mezhepçi, “yerli ve milli” söylemiyle mücadele etmek, bu alanı meşrulaştıran, benimseyen ve buradan var olmaya çalışan bir CHP politikası ile mümkün gözükmüyor. Ancak görülüyor ki CHP 2019 yarışında bugüne kadar sağdan oy almak amacıyla benimsediği sağ dili kullanmaya devam edecek, İyi Parti’ye oy kaybetme korkusu ile sağ kitlelere ve Halk TV tabanına dönük, milliyetçi bir söylem/dil ve bir kadro ile oy arayacak. Oysa dil, düşüncenin yansımasıdır; dili değiştirmeden düşünceyi/iktidarı değiştiremezsiniz.
Altını çizmekte de fayda var; kimlerin seçilip seçilemediğinden çok ‘nasıl bir siyaseti tercih ettiğimiz’ önümüzdeki seçimde belirleyici olacak… Biz nasıl bir siyaset tercih ettik bu kurultayda?
Kimsesizlerin, ezilen çoğunluğun, sömürülen insanların, şiddet gören kadınların, istismara uğrayan çocukların, hak aradığı için susturulanların, barış istediği için kriminalize edilen ve yaşamın dışına itilenlerin, cinayete kurban giden işçilerin, işsizlerin, atanamayanların, çareyi yaşamına son vermekte bulanların, yoksullaştırılan üreticilerin, istenmeyen mültecilerin sesi olmayı mı tercih ettik?
AKP genel başkanı tarafından yok edilmek için terörle ilişkilendirilen, içi boşaltılan kavramlara sahip çıkarak gerçek anlamlarını yaşamın içine taşımayı mı tercih ettik? Barış, özgürlük, devrim, laiklik kelimelerinden kaçarak huzur mu aradık?
İktidar tarafından çözümsüzlüğe ve kıyıma terk edilen Kürt meselesini çözmek için cesaretle program ve proje üretip söylemimizi eyleme geçirmek için somut adımlar mı attık? İktidarın dili ile AKP’nin genel başkanına çözüm sürecinin hesabını mı sorduk?
Program, çözüm üretecek bilgiye dayalı muhalefet için tüm parti emekçilerimize yaygınlaştıracak eğitim odaklı, katılımcı bir siyaset örgüsü mü tercih ettik? İçe dönük ve parti içi eleştiriyi yapıcı bir çözüm için değil yer ve mevki tanımları için dillendiren bir karmaşaya teslim mi olduk?
Ayrıştıran, ötekileştiren, hedef gösteren tutum karşısında ‘söylediği ne olursa olsun’ hedef alınanın yanında mı yer aldık? 2012 yılında atılmış ve bağlamından koparılmış “tweetleri” yüzünden hedef gösterilen, tehdit edilen il başkanımıza; HDP kongresine katıldı diye daire içinde teşhir edilip hain ilan edilen grup başkan vekilimize; sokağa çıkma yasaklarına, bombalanan sivil ölümlerine duyarsız kalmayan vekillerimize; belediye başkanlarımıza hatta dışişleri bakanının aleni bir şekilde şantaj yaptığı MYK üyemize sahip mi çıktık?
Unutmayın: Kimlik siyaseti yapılmasın diyerek Kürt hakkını savunurken barış kelimesinden kaçınmak; toplumun dışına itilen Alevilerin taleplerini dile getirirken “Alevi partisi” derler diye söylem belirlemek; barışı, insan haklarını savunurken “şühedanın huzurunda kurultay” yaparak mutlaka sağdan muhafazakar konuşmacı aramak; Cumhuriyet rejimini hedef alan laiklik saldırısı ile güçlenerek rejim değişikliği gündeme getirilirken Diyanet’i sorgulamaktan imtina etmek; eğitim sistemi siyasal İslam’a teslim edilirken “imam hatipleri biz kurduk” demek, kimlik siyasetinin tam da kendisidir.
Demokrasinin en temel kuralı ooan milletvekilliği dokunulmazlığı konusunda HDP ile aynı çizgide görülmeyelim diyerek iktidarın, HDP’nin, seçilmiş milletvekilleri ve belediye başkanlarını şeytanlaştırıp tutuklanmasına karşı açık tutum almayarak, ittifak ile yaftalanırız endişesi duyarak aynı “şeytanlaştırma”ve tutuklamalardan biz de nasibimizi aldık. Peki, bu iş kime yaradı?
Neoliberal politikalar karşısında ekonomik olarak esnek alanlar dışında söylem farkı olmayan; Kürt meselesi, özgürlükler üzerine iktidarın hedef alan yaftalarına teslim olan; partisel ilişkilerini yoldaşlık hukukuna göre değil “feodal ve mezhepsel” ilişkiler üzerine kurgulayan; herkesin yaşam hakkını korumak yerine mülteci sorunları karşısında “ben daha milliyetçiyim” yarışına giren; yurtta ve dünyada barışı öncelemek yerine ülkemiz güvenliğini tehdit eden gelişme yokken gözdağı ve gelecek yatırımı amacıyla girişilen Afrin harekatı karşısında “merkeze çekilen” bir anlayışa, ezilen çoğunluk neden oy versin ki?
Bu nedenle de, aslı varken “sureti” olmak, statükoya esir olmaktır. Siyaset “acaba ne derler” kaygısıyla değil cesaretle ilkeler üzerine inşa edilir. Sol siyaset “ötekilerin” nefesi olmalıdır. Bu yüzden de sosyal demokrasi /sol ilerleme demektir… Sol ve sosyal demokrat siyaset mevcuda uyum gösteren değil ilerlemeye dayalı bir gelişim öneren, aydınlatan ve dönüştüren olmalıdır. Alternatif yaratmalıdır. Solun erdem, vicdan, eşitlik ilkeleri ekseninde çözüm üretilerek çözümün herkesi kapsayacak anlayış yerleştiren, değişimi sürekli kılan bir dille anlatılması gereklidir.
Gelelim girişteki cümleye…
“Analar çocuklarınızı oylarınızla koruyun…
Silah gidecek, barış gelecek!”
Benim sözüm değildir bu…
Çok partili hayata geçildiğinden bu yana CHP’nin en yüksek oy aldığı 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit bu iki cümleyi köy köy, kapı kapı, sokak sokak taşıdı…
1977 seçimlerinde CHP %42 ile çok partili hayattaki en yüksek oyunu aldı… Bu da bize açıkça gösteriyor ki CHP iktidarının yolu, “CHP’nin solundan” geçiyor. Umut odur ki, “CHP’nin solu” gözyaşları aynı renk olan “anaların” acılarını dindirebilir. Şehit annesi ile kayıp annesini yan yana getirebilecek olan tek parti CHP’dir. İyileşme ve bir arada yaşama, ancak birbirinin acısını anlayan ve dinleyen bir vicdanla mümkündür.
Herkes için CHP diyeceksek o “herkes” CHP’de olmalı. İşçiler, işsizler, kadınlar, köylüler, gençler, dindarlar, ateistler, Türkler, Kürtler, Ermeniler, Aleviler, LGBTİ’ler, dezavantajlı grupların partide yeri değil, söz hakkı olmalı. Halkların, grupların ve sınıfların birer “temsilcisini” Meclis’e sokmak ya da parti içinde belli kademelere taşımak için hemşeri/mezhep dayanışması değil ideolojik bir dayanışmayı parti içinde içselleştirmek gerekli. Cumhuriyet Halk Partisi toplumu dönüştürerek ülkeyi ileriye taşıyacak ve gerçek bir büyüme için hukuk devleti korumasında demokratik, eşit, adil ve özgür Türkiye koşullarını sağlayan geniş, renkli ve çok sesli katılımcı bir siyaset kurmalıdır.
2019’a giden yolda öncelikle
CHP; tüm siyasi partilerden, barolardan, demokratik kitle örgütlerinden, platformlardan temsilcilerin yer aldığı bir “hakikatler komisyonu” kurmalı. Bu komisyon, geçmişle hesaplaşmak için objektif çalışmalar yürüterek faili meçhuller, siyasi cinayetler, işkenceler ve katliamlar ile ilgili devlet tutumunu değiştirecek “insanlık suçları’ ve ‘devlet sırrı’ kavramlarından bağımsız geciken adaleti sağlamak adına Türkiye ve dünya çapında kamuoyu oluşturmakla görevlendirmeli.
Cumhuriyet Halk Partisi, demokrasinin olmazsa olmazı “din, vicdan ve ibadet özgürlüğü”nün sigortası olan ve şu anda ciddi şekilde saldırı altında olan laiklik için “Laiklik Kurultayı” toplamalı. Laikliği savunan bütün kesimler bu kurultaya davet edilmeli. Ve önümüzdeki süreçte yapılması planlanan anayasa değişikliğinde “laiklik” maddesinin “kırmızı çizgi” olduğu açıkça deklare edilmeli.
“Yurtta barış dünyada barış” ülküsü hem iç hem de dış politikada net şekilde geçerli olmalı. Bu nedenle de parti, bir “Barış Kurultayı” düzenlemeli. Bu kurultaya tüm siyasi partilerden, barolardan, demokratik kitle örgütlerinden, platformlardan ve en önemlisi komşu ülkelerden temsilciler çağrılarak işbirliği içinde yol haritaları çıkartılmalı.
İstatistiklere göre, son on yıl içinde tüm dünyada silaha/savaşa harcanan para %14 oranında artmış. Bu, daha az beslenme, daha az sağlık, daha az eğitim; karşılığında daha fazla mülteci, daha fazla ölüm ve daha fazla çevresel felaket demek. Global sorunların çözümü de global olmak zorundadır. Bunun için dünyanın her yerindeki sol-sosyalist örgütlerle/partilerle/hareketlerle; özgürlükçü, anti-kapitalist, ekolojist ve küresel bir mücadele örgütlemek adına “Evrensel Sol Çözüm Kurultayı” düzenlenmelidir. Ezilenlerin ve ötekilerin dayanışarak mücadele etmesinden başka çaremiz yok!
CHP’nin kitleselliğinde bir birlikte yaşama manifestosu ile toplumsal iyileşme süreci çerçevesinde ulusal ve küresel ortak yaşama kültürünün yeniden inşası için sol vicdan, ahlak ve dayanışma içerisinde, dayandığı temel değerlerin üzerinden yeni bir sol söylem ve eylem biçimi örgütlemelidir.
Bununla da ilgili yakın bir örneği bütün dünya izledi. Dünyada eşitsizliği, hesabı sorulmayan servete ve gücün ufak bir kurumsal seçkinler grubunun elinde yoğunlaşmasına bağlayan; barış, çözüm ve gelire göre vergi diyen İngiliz İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn seçildikten sonra hem partisi içinde hem de dışarıda bazı “seçkinci ve mutlu azınlıkçıların” hedef tahtasına oturtuldu. Corbyn tüm bu saldırılara rağmen ilkelerinden ve söylemlerinden taviz vermedi ve geri adım atmadı.
İşte böyle bir ortamda İngiliz İşçi Partisi “%20 alır denirken” %37 oy aldı! Corbyn, bunu, sağcı gibi davranarak, neoliberal söylemlere ve politikalara ayak uydurarak, merkeze çekilerek yapmadı. İnatla ve korkmadan eşitliği, barışı ve adaleti isteyerek ve sosyalist “yaşayarak” başardı.
Dünyanın bu kaotik ortamında sesini duyurabilen, heyecan yaratan bütün sol partileri ve hareketleri izleyip tüm demokratik muhalefeti, ezilenleri, ötekileri içine alarak yükselen bu yeni sol anlayışı önemsemeliyiz. Biz, CHP olarak, bunun ulusal çaptaki bir örneğini Adalet Yürüyüşü’nde deneyimlemiştik. Türkü, Kürdü, Romanı, Aleviyi, muhalif dindarı, ateisti, LGBTİ bireyi, tarım işçisini, madenciyi, Sur’da evi yıkılanı, Karadeniz’de deresi ve Ege’de zeytini için mücadele eden köylüyü, KHK ile atılan akademisyeni; yani tüm ezilenleri, kendini “öteki” hissedenleri, adaletsizliğe uğrayanları bu mücadelenin birer paydaşı olarak Adalet Yürüyüşü’nde kucakladık. Hepsinin umudu olduk ve onlara güven verdik. Bu karanlıktan ortak bir akıl ile çıkalım ve ülkemize barışı tesis edelim diye! Ancak bu yaklaşımla ve birlikte bunu başarabiliriz.
İhtiyacımız olan; ortak ilkelerin ve anlayışın etrafında yan yana sürdürülebilir bir mücadele yürütmek ve vaat ettiğimiz Türkiye için yapacaklarımızı, bizim iktidarımızdaki Türkiye tarifini ortaya koymaktır.
“Buraları rüzgar, buraları yağmur,
Sol omzuna güneşi asmadan gelme!”
Aydınlık bir Türkiye ancak ve ancak güneşi sol omzuna asıp yola çıkanların mücadelesiyle gelecektir. Şimdiden selam olsun…,
*Zeynep ALTIOK AKATLI
CHP İzmir Milletvekili
z.altiok@gmail.com