“Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark
Ve durdu muydu bir gün bu kör, avara kasnak
Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak
Sen de o dünyadansın sınıfın bil safa gel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel”*
Ülkemizde temeli çok uzun yıllara varan ayrımcılık ve kutuplaşma sorunu AKP iktidarında, özellikle de son yıllarda derinleşerek yaygınlaştı. Önceleri sadece inanç ve etnik köken üzerinden devlet politikalarıyla desteklenen ayrımcılık artık örtülü değil, iktidarın resmi politikası haline geldi. “Dindar ve kindar” nesil yaratmak üzere yola çıkan AKP, Sünnilik önceliğiyle Cumhuriyet rejimini açıkça hedef alarak getirdiği tek adam düzeninde artık milliyetçilik, antikomünizm yanında ataerkillik, cinsiyet eşitsizliği, sınıf ayrımcılığını da olağanlaştırarak hedefe koyuyor, yerleştikçe yerleşiyor. Yasalarla koruma altına alınmış temel insan hakları iktidarın ideolojik şekillendirmesi altında usulsüz ve hukuksuz uygulamalarla korumasız ve her türlü ihlale açık. İktidar ve başının kendi kutsalı için tahrik kriterleri ise sınır tanımıyor. Her türlü tahrik, şiddet ve baskıya dönüşürken cezasızlık politikalarıyla katiller, vahşiler, hadsizler meydanlarda alabildiğince özgür. Sosyal kodlar eşliğinde aile içi ya da sınıfsal aktarım artık bilinçle bilimden ve akıldan uzaklaştırılan eğitim politikalarıyla daha geniş bir toplumsal kabul için yaygınlaştırılıyor.
Ülkemiz tarihi Ermeni kıyımından, mübadeleye, Alevi katliamlarından, Kürt linçlerine geniş ve acılar listesiyle ve aydın cinayetleriyle dolu. Ancak artık ötekiler ve ötekilik tanımı kadınları, bekarları, fakirleri, okur-yazarları, sanatçıları, sosyal medya kullanıcılarını, göçmenleri, savaş karşıtlarını, barış isteyenleri, hukukçuları, akademisyenleri, çocukları, içki içenleri ve nicelerini içeriyor. Gözüne ilişeni, beğenmediğini, sevmediğini cezalandırmaktan çekinmeyen, kendi uygun gördüğü cezayı infaz etmekte beis görmeyenlerin ortak özelliği “kutsal Müslüman kardeşliği”. Dürtü de, sebep ve sonuç da tartışmasız kabul de koruma altında.
Peki nasıl olacak? Nasıl bir arada yaşayacağız?
İlginç bir şekilde gelinen noktada benzemezlerin yakınlaştığını, onları yakınlaştıranın da zulmedenden kurtulmak saiki olduğunu görüyoruz. Siyasi güçlenme için koalisyon kötülemesi ile tekçi bir rejim dayatan iktidarın bu kez de konumunu koruyabilmek için “tekçi ittifak” oksimoronunda kayboluşuna tanıklık ediyoruz. Ya da ediyor muyuz?
Bildiğim tek şey, herkesin ötekileşmesiyle birlikte ötekilerin ortaklaştığı. Canı yananların çoğalışı yanında ekonomik baskıların eşliğinde oluşan büyük huzursuzluğun etkisiyle başlayan uyanış, farkındalık ve yüzleşmeye uygun zemini hazırlıyor. Doğru toplumsal hamlelerle kalıcı bir dönüşüm ve birlikte yaşam kültürü yerleştirilmesi için son derece olanaklı siyasal zemin hazır. Hep birlikte izliyor, anlamaya çalışıyor, deneyimliyoruz. Zorbalıktan, feodaliteden, şeri düzenden kurtulmak için muhalefetin ittifak arayışı, ana muhalefet çevresinde bir birliktelikle iktidara karşı seçim hazırlığı içinde. Ancak ‘ötekilerin ittifakı’ henüz öteden beri ötekileştirilen halkları içermiyor, şu ya da bu sebeple kapsayamıyor. Hem de aynı alışkanlıklar nedeniyle. Tarihsel ve toplumsal yaşanmışlıkların karşısında öğretilmiş propaganda ya da belirleyici ve güçlü olanın tabularıyla iyileştirme mümkün olabilir mi?
6 partinin ittifakıyla gelecek olan kurtuluş umudu için sebep çok. Mevcuttan kurtulmanın hastalık halinde ateş düşürmekle başlamak gibi en azından öncelik olarak kabul edilmesini yadırgamıyorum. Ancak henüz ortada ne ilaç ne tedavi gözüküyor. Doğru adımlar için yolda iyileşmek yerine aşıyla ve korunarak yola çıkmak, çok daha sağlam olmak için büyük fırsat varken, görmezden gelinenler, öncelik bulmayanlar endişelendiriyor beni. Üçüncü bir ittifakın başarı sağlaması mevcut seçim sisteminde bile matematik anlamda sonuç sağlamaktan uzak, belki iyi niyetli bir yaklaşımken; büyük ve daha güçlü olduğu varsayılan ittifakın, iktidarın yeni seçim yasasıyla boğulma olasılığı karşımıza geldi. Üzerinde çok durulması, çok iyi düşünülerek adımlar atılması gereken böylesi bir dönemde ittifak ortaklarının kendi partileri için koltuk sayısı ve görev dağılımı öncelik olursa, birlikteliğin pamuk ipliğiyle tutunduğu yerde kalıcı olamayacağını düşünmek yanlış olmaz.
En küçük ortağın öne çıkan kimi isimlerinin açıklamalarında son günlerde AKP’nin zayıflamasıyla birlikte ittifak dışında din eksenli bir çıkışla tek başına iddia koyma arayışları yer alıyor. Kanımca buna en iyi örneklerden biri tarikat ve cemaatlerde çocuklara yönelik taciz, tecavüz, şiddet ve cinayetlerin artması, gençlerin intihar etmesi karşısında oluşan çok farklı kesimlerin ortak tepkisine kulak vermek yerine cemaat yurtlarının kapatılması talebini “din düşmanlığı” kadar ileri bir noktaya getirerek bu yapıların savunulmasıdır. Bunu yaparken,“din karşıtlığı” suçlamasıyla iktidarın güçlü ortağını işaret etmek, etkili olunduğu düşünülen kesimlerin tartışma zeminine hem de geçmişin asılsız referanslarıyla ve haksız malzemeyle servis etmek fırsatçılıktır. Bu yaklaşımlar hak, adalet ve eşitlik için süslü liberal önermeler üreten bazı kimliklerin ittifak içinde durduğu yer ve belirleyiciliği açısından son derece tehlikeli. Elbette hepimizin karşı çıktığı Furkan Vakfı üyelerine yönelik şiddeti fırsat görerek bu ve benzeri yapılar çevresinde dün birlikte oldukları AKP’yi eleştirerek din kardeşliği için liman sunmak bir strateji değil aslın yansıması olabilir sadece. Yani dün ve bugün arasında tek fark kimin kiminle yan yana durduğuysa, kutuplaşmaya panzehir bulmaktan çok uzağız.
Birbirinden çok farklı kesimlerden oy alan partilerin özveriyle bir arada tuttuğu, toplumda umut yaratan oluşumun sağlamayı amaçladığı fayda ve sonuç için ön koşul, samimiyet ve cesaret olmalı. Herkes en önce kendi özeleştirisi ve dönüşümü için elini taşın altına koyabilmelidir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” tanımıyla ortaya koyduğu samimiyeti ittifak partisi liderlerinin de taşıdığını ortak yayınlanan mutabakat metninde yer alan taahhütlerde görüyoruz. Yine de seçim yasası ve güçlendirilmiş parlamenter sistem adına çok önemli maddeler içeren bu metinde laiklik kavramının eksikliği, kadın haklarının korunmasına ilişkin somut yaptırımlar tanımlanmayışı, giderek derinleşen temel hak ihlalleri ve sistem karşısında çözüm sunacak somut maddeler bulunmayışı aşılması ve gelişmesi gereken başlıklar olarak karşımızda öylece duruyor.
Uzun zamandır toplumun siyasetçilerin önünde olduğunu, daha cesur ve hazır olduğunu düşünüyordum. BAYETAV tarafından yaptırılan “Türkiye’de Bir Arada Yaşarız Araştırması” sonuçlarını incelediğimde, bu görüşümün temelsiz olmadığını saptıyorum. Bir arada yaşama potansiyelini ölçmek ve iktidarın kutuplaştırma politikalarının etkilerini görmek için çok önemli bu girişime emek verenleri kutlamak gerekli. Araştırma, önümüze çarpıcı bazı veriler sunuyor. Benim özellikle takip ettiğim, üzerinde durduğum bellek ve yüzleşme ihtiyacına ilişkin önemli bir saptama, toplumun travmalarının gayet bilincinde olduğu ve mevcut iktidarın, otoritenin travmalar üzerinden kutuplaştırmayı bir fırsat alanı olarak tanımlayarak cemaatler, örgütler üzerinden şekillendirirken kimlikleri radikalleştirmek için kullanması. Ancak bu araştırma raporunu incelediğimizde, geçmiş verilerle de kıyasla değişim ihtiyacının somutlaştığını görüyoruz. Toplumun ihtiyacı ve isteği çarpıcı verilerle karşımıza geliyor. Bu noktada kanımca önemli olan bu ihtiyacı görerek bunun yaşamın içine aktarılmasını, tutum olarak somutlaşmasını sağlayıcı adımları atmak.
Örnek veriler
Devletin tüm kimliklere eşit yaklaşması gerektiğini savunanlar %94.
‘Sadece kendimize benzeyenlerle beraber yaşamadığımızın farkına varmamız gerekir’ diyenlerin oranı %87.
“Kürtler’in anadillerinde eğitim alamamalarının bir insan hakları sorunu olduğunu düşünenlerin oranı %52.
Her şeye rağmen birlikte yaşamak için çaba sarf eden insanlar var diyenler %91.
Siyasi kavgaları bir kenara bırakıp soluduğumuz hava, içtiğimiz su ortak meselemiz olmalıdır diyenlerin oranı %93.
Toplum, deneyimleriyle yorgun ve iktidarın yaklaşımıyla bezgin ve değişime hazır görünüyor. Şu halde her şeye rağmen bir arada yaşamak için kabul ve huzurlu bir ortam için daha cesaretli adımlar atarak bir toplumsal mutabakat metni üzerinde de çalışılmalı. Dilini kimsenin mahallesinden almayan, samimi ve tamamen kadim geleneklerden, insancıl duygulardan, kültürel alış verişlerden beslenen bir yaklaşımla buluşmayı, “hellalleşmeyi”, barışmayı, iyileşmeyi sağlayacak somut bir metin toplumda karşılık bulabilecek gibi görünüyor. Ortak ihtiyaçları önceleyerek ortaklaşmayı sağlamak gerekli. Çözüm için ortak taleplerin netleşmesi önemli; ancak bunu somut ihtiyaçlar yanında kimlik, duruş, temsil, aidiyet duygusunu da içeren duygusal taleplerle de şekillendirerek insanları birbirine yaklaştırmak ve en önemlisi de başkalarının acılarını travmalarını kavrayarak ön yargıları gidermek mümkün.
Bu adımın siyasetle beslenmesiyle de sonuç alırken kalıcı olabilecek adımlar için de öncü ve belirleyici bir başlangıç sağlanmış olur. Güçlendirilmiş parlamenter sistemin kuruluşu aşamasında koruyucu ve iyileştirici anayasa maddeleri tanımlanması umudun ötesine geçen bir gerçeklik olacaktır. Böylece geçmişin mütemmim cüzü olmasından endişe edilen (MC hükümeti deneyimi gibi…) aynı travmaların yeniden yaşanmasına yönelik çekince ve endişeler aşılabilir. Böyle bir ortak yaşam mutabakat metni için mevcut ittifak içinde yer almayan/alamayan siyasi partilerin de katılımının sağlanması, geleceği kurarken önemli bir kazanım olacaktır. Hatta bu metin için bir araya gelecek ekibin siyasi parti temsilcileri yerine ön adım olarak her partinin ideolojik yaklaşımını, düşüncelerini temsil edecek kamuoyunda karşılık bulacak isimlerden oluşan bir kurul ile hazırlanması; ikinci aşamada tüm parti liderlerinin kabulüyle ortak bir kamuoyu sunumu düşünülebilir. İzlenecek yol nasılsa bulunur.Önemli olan baskının, yokluğun, yoksulluğun, ezilmişliğin aşılacağı bir ortaklaşmayla gelişen ortak umudun boşa düşmeyeceği bir yenilenme, tazelenme için silkinerek siyasetin de şablonlarını zorlayabilmek. Dilini değiştirebilmek. En başta işçiyi, emekçiyi, ezileni önceleyen bir siyasi anlayışı mümkün olan en geniş kabulle yerleştirebilmek için böyle bir ortak yaşam, ortak hak ve eşitlik mutabakatının vazgeçilmez olduğuna inanıyorum. Yüzümüzü esen yele dönsek gerisi anlayış, kavrayış ve eylemle gelecek.
“Senlik-benlik bitip de kuruldu muydu bizlik
Asgari ücret değil, hür ve günlük güneşlik
Bir Türkiye olacak aldığın son gündelik
Halk kalacak geride bitince bu zalim sel
Hava döndü,işçiden, işçiden esiyor yel”*