pakistan

Zeynep Altıok Akatlı – Laiklik Yaşatır

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.“*

Dünyamız zorlu bir sınavdan geçiyor. Bu zorlu süreci atlatabilmek için gerekli olan temel unsurların çokça zamandır bizim ülkemizde yoksun bırakıldıklarımız olması çarpıcı. Dünyayı saran tehlikeli virüs bir yönüyle kimsenin ayrıcalıklı olmadığını göstererek “benden sonra tufan” bencilliğinin kimseyi korumadığını, koruyamadığını ortaya koyuyor. Elbette sağlık hakkına erişim, karantina altında dayanabilecek ekonomik güç noktasında ayrıcalıklılar yine bir adım önde. Ancak yeni bir dünya düzenine ihtiyaç olduğu da ayan beyan ortada.  İçinde bulunduğumuz süreç bizi yalnızlaştıran bir karantinayı dayatsa da, krizi aşmak için nesnel akla, bilime, sağduyuya ve özveriye ihtiyacımız var. Birey olarak taşıdığımız sorumluğun toplumu iyileştireceği gerçeğini, dayanışmanın ve örgütlü olmanın önemini kavrıyoruz. Bu virüsü dünyamızın başına saran küresel güçleri koruyan anlayışın karşısında yeniden en basit olana, en doğal olana dönmek ve paylaşım kültürünü yeniden kurmak gerekiyor. Bir anlamda tüketim salgınının önümüze koyduğu tükenmişlikten çıkmanın yollarını arıyoruz. Bu noktada aydınlanma ve laiklik açısından da bir değerlendirmeyi ben zorunlu görüyorum. Kimilerine çok ilgisiz gelecektir belki. Sağlık nasıl laiklikle bağlantılı olabilir ki; değil mi?

Oysa Çin’de başlayan hastalık dünyayı sararken 9 Mart günü bizim ülkemizde hükümetin sesi olan gerici yayın organlarından biri Buhari’nin “Vebadan ölen şehittir” sözünden kalkışla dönemin bulaşıcı hastalığı vebayı örnek göstererek, “”Corona”dan ölen Müslümanın da aynı şekilde ‘şehit’ sayılacağını ileri sürdü. Halkı coronavirüs karşısında “sabretmeye, ecrini Allah’tan beklemeye” davet eden haberde “isyan etmeyin” mesajı da veriliyordu. Eğer “Din kişinin hayatına nüfuz etmezse, kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine, dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz” sözlerinin sahibi olan devletin başı hastalığın ortaya çıkışından tam bir hafta sonra yaptığı ilk açıklamada sabır ve dua dışında toplum sağlığımızı koruyacak bir dizi önlem paketi açıklayarak halkı bilinçlendirmiş vermiş olsaydı bunu marjinal ve radikal uçta bir gazetenin haberi olarak önemsemeyebilirdik. Sağlık Bakanı her gün, gün sonu Z-raporu alır gibi bilanço açıklayıp halkı sağlıkçıları alkışlamaya davet etmek dışında güven veren bir tutumla hem olağanüstü koşullarda kendi yaşamını da tehlikeye atarak emek veren sağlık personelini hem yurttaşları koruyan, kollayan bir sistem güvencesi verebilmiş olsaydı; İçişleri Bakanı Umre’den gelen kalabalıkları karantinaya almış olsa, camiler ve kalabalık alanlar kalabalıklara kapatılsaydı; Dışişleri Bakanı sınırlarımızı korumasız insan akışına kapatsaydı… Ekonomiden sorumlu bakan ekonomik olarak darboğazda olan ve gün geçtikçe cebindeki para eriyen yurttaşların haklarını koruyacak tedbir ve teşvik önlemleri açıklasaydı yandaş gazetenin kendi kitlesi içinde saçmalamasından endişe duyulmaz, bu haberin bir haber değeri de olmazdı.

Tıp dünyası bilimsel bir çözüm arayışında. Çağdaş ülkelerde aşı geliştirme çalışmaları, tedavi üretme çabaları devam ederken koskoca bir ülke olarak test yapmak için bile kaynak ayırmış değiliz. Hatta bu işi yeterince ciddiye aldığımızı bile düşünmüyorum. Bizi yönetenlerin artık iliklerinde hissettikleri iktidarı ellerinde tutamayacakları gerçeğiyle tek düşündükleri, batırdıkları ekonomiyi bu salgına rağmen biraz daha sürükleyebilmek. Milletçe Allaha emanetiz. Bu krizin aşılması için yetkili tüm mercilerin tek önerisi, yazık ki kalıcı bir çözüm getirmeyecek olan sokağa çıkmamak ve tehlikeyi anlatamadığımız, kendini korumak için bile önleme gereksinim duymayan cahilleştirilmiş, bencilleştirilmiş bir toplum. Yerli, milli ve dini seremonileri kutsayarak engel koyamayan bir düzen-sizlik içinde kurbanlık koyun gibi olup biten her neyse fikirsizce geçmesini bekliyoruz.

Gerçek Müslüman’ın gericilikle savaşımı

Yaşamı boyunca mücadele ettiği gerici aklın tetikçileri tarafından 1990 yılında öldürülerek susturulan ülkemizin yetiştirdiği en parlak ışıklardan biri Bahriye Üçok “Akılcı bir din olan İslam 19. ve 20. yüzyılda gerçeklerden uzaklaştırılıp geriye yönelik bir yola çekildiği içindir ki Müslüman ülkeler bugün çağdaş uygarlıkların dışında kalmışlardır. Bilime büyük ölçüde değer veren İslam o hale getirilmiştir ki, kadınlar Kuran hükümlerinde yer alan miras haklarını bile elde edememişlerdir. Kadının eğitilmesi, toplum içinde etkin görevlerde yer alması, bilinçlenmesi önlenmiştir. 16. yüzyıl Avrupa’sında büyük gelişmeler kaydedilirken Osmanlı imparatorluğu, İslam felsefesinden bihaber bağnazların karşı çıkması nedeniyle matbaa gibi mükemmel bir eğitim aracından 250 yıl yoksun kalmıştır; Kuranın “oku” emrine rağmen… Gene bu bağnazlar 19. yüzyılda bile karantinaya, yazı tahtasına, fes ve ceket-pantolon giymeye, eğitim görmüş genç subaylara akla gelen her yeniliğe karşı çıkmış, savaşmış ve birçok ocağın sönmesine neden olmuşlardır” diyordu.

Bu kısacık alıntıda bugün yaşadığımız karanlığın ne çok işareti, nedeni ve hatta devam eden körlüğü ve kini bir arada. Karantinaya boyun eğmemek, polislere ve sağlıkçılara tükürmek, kapalı caminin kapısını kırmaya çalışmak, 65 yaşında sokakta kalmakta diretmek, sokakta eğleşmekten başka oyalanma yolu bulamamak, ne olursa olsun asker uğurlamayı kalabalık gösteriye dönüştürmek bu alıntının satır aralarında. Atatürk 1924’te din ve devlet işlerini ayırırken; amacı, dini vicdanlarda en yüksek mertebeye oturtmaktı. Dinin sömürülmesinin, toplumsal duyguları ajite ederek iktidar hırsları ve çıkarlar için kullanılmasının önlenmesi; inananların özgürce inançlarını, tercihlerini yaşaması; kadının eşit yurttaş olması; farklılıkların zenginlik kabul edilerek bir arada yaşama kültürüne güvence sağlanması; sağlık hakkı da dahil olmak üzere vatandaşlık haklarına eşit erişim sağlanması için tanımlanmıştı laiklik. Çağdaş ve gelişen dünya koşullarını akıl ve bilimle yöneterek ülkemiz ve vatandaşlarına fırsat eşitliği yaratılması böyle sağlanacaktı. Bugün aydınlanma düşmanlığıyla bir bir satılan Cumhuriyet yatırımları kendine yetebilen ve kendi “kültürel iktidarı” da olan bir toplum olmak içindi. İşte geldiğimiz noktada dünyayı sarsan büyük kriz sadece yurttaşlarımızın sağlığını değil ülkemizin direnme gücünü de sınayacak.

Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam dininin inançları ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek için kurulmuş; ancak bugün 15 bakanlıktan büyük bütçesi ile günlük yaşama, örgün ve yaygın eğitime, yasalardan bağımsız işleyen üstünler hukukuna kadar her alana müdahale eden, fetvalar yoluyla topluma biçim vermeyi amaçlayan bir zararlıya dönüşmüş durumda. Laiklik, yıllardır sağ siyaset tarafından halkın değerlerine yabancılaşması ve elitizm olarak tanımlandı. Bu doğru bir tanım değil. Laikliğin neyi temsil ettiğini anlamayan -daha doğrusu anlamak istemeyen- bir zümrenin karşı propagandası ve liberallerin 1924’ün koşullarına hapis kalmış laikliğin kendilerine sağladığı konfor alanında “gericilere özgürlük” talebiyle tuttuğu alkışla gelişip yerleşen ve bağlamından tamamen kopartılmış bir ötekileştirme aracı artık laiklik. Bu eleştirileri yapanlar, başta yıllardır iktidarı elinde tutan sağ akıl gibi gerçek bir laik düzen tanımlamak yerine bu ayrıştırmayı çıkarları için derinleştirdiler. Sağın iktidarını korumak için milli değerleri malzeme yaptılar, suiistimal ettiler. Özgür inanç ortamını yerleştirmek yerine inanç piyasalarını yarattılar. Deniz Feneri, Ensar gibi vakıf ve gerici örgütlere alabildiğine özgürlük ve kaynak sağlarken sendikalara, emek hakkına, ezilenlere sırt çevirdiler. Güncelleme sürecinden geçmemiş ve gündelik yaşamın her kesitini bin beş yüz yıl öncesinin koşullarında ihtiyaç olarak görülen kurallarla tanımlayan ve bu kuralların günümüze uyumsuzluğunu kavrayacak bilgiye ve muhakemeye sahip olmayan yobaz ve dincilerin, laikliği –belki- kabul etmesi için laikliğin her şeyden önce hakkıyla uygulanması gerekir. Oysa laiklik bugüne değin sadece eşit ve hakça bir düzenin karşısında olup kalıcı yaptırımlar sağlayarak avantaj elde etmek isteyen büyük bencil kötülüğün konforu olabilmiştir. Öte yandan bugün iktidarın türlü gerici saldırıları ve laiklik karşıtı tutumuyla kurguladığı yeni tek adam rejiminin yıkıcı sonuçlarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin ayakta kalabilmesi de -eksik ve korunmaya muhtaç haliyle bile- laiklik sayesindedir. Laikliğin kimilerince bu denli çarpıtılarak halkın hassas olduğu değerler üzerinden tartıştırılmasına da, bu nedenle, şaşırmamak gerek.

Diyanet’in egemenliği

2019 yılında yatırımcı bakanlıkların bütçelerinde önemli kesintiler yapılırken Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi %34 artırıldı ve 7.7 milyar liradan 10.5 milyar liraya çıkarılarak hem istihbarat gibi kritik görev üstlenen kurumların hem de ülkenin en önemli bakanlıkların beş katı bütçeye sahip edildi. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 2 milyar 544 milyon liralık bütçesinin tam 4.1 kat üzerinde. Bu devasa fark, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bütçesinin %56 oranında kırpılarak 5.7 milyar liradan 2.5 milyar liraya düşürülmesiyle oluştu. Diyanet’e ayrılan bütçeyle her yıl en az iki CERN deney sahası yapılabilir. 2020 yılı için ise bütçe ödenek tavanı yüzde 10 artışla 11 milyar 519 milyon 609 bin TL’ye yükseltilerek İçişleri Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, AB Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, bütçe büyüklükleri ile Diyanet’in gerisinde. Diyanet’in yılda harcayacağı toplam para, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın üç yılda harcayacağı toplam paranın %131 katı. Kütüphaneye değil camiye yatırım artıyor. Sağlık yatırımları, bilim, sanat, eğitim yatırımları daima Diyanet’le yarışmak zorunda.

İşte bu tabloya bakarak şimdilerde laikliğin sadece siyasal bir tercih değil, yaşamın da güvencesi olduğu bir kez daha anlaşılıyor. Toplum devletten dini motivasyon değil, derdine derman olacak koruyucu politikalar bekliyor. Laiklik, -iktidarın borazanlığını yaptığı gibi- ayrımcılığı körükleyen din düşmanı bir anlayış değildir; devlet düzeninin ve hukuk kurallarının din kurallarına göre değil, akıl ve bilime göre düzenlenmesi demektir. Karanlık süreçleri göğüsleyebilmek için en önemlisi laikliğin devlet ve hukuk sistemi haline getirilmesi ve uygulanmasıdır. Laiklik yaşatır.

*Ahmed Arif / Anadolu

*Zeynep ALTIOK AKATLI
SODEV YK Üyesi,
25. ve 26. Dönem İzmir Milletvekili
z.altiok@gmail.com