Yakup Kepenek – Solda Dayanışma

YakupKepenek

Gelişimleri bütünüyle incelenirse, ülkemizin “sağcılarıyla solcuları arasında” çok büyük bir insan ilişkileri farkı olduğu görülüyor. Sağcılar kendi aralarında çok daha dayanışmacı olabiliyor; diğer sağcıları koruyor ve kolluyor; birbirlerini destekliyor ve bunun meyvelerini, özel ilişkilerden örgütlerinin güçlenmesine dek her düzeyde topluyor. Buna karşılık solcular kendi aralarında dostluk ve dayanışma bağları oluşturamıyor; bu konuda çoğu kez yaya kalıyor. Oysa gücünü sermayeye dayamış olan sağın karşısında güçlü olmanın ilk adımı solun kendi içinde oluşturması gereken birlik ve dayanışmadan geçiyor.

Sağcıların bağlılığı

İnsanlar arası ilişkilerde, en temel ahlak değerlerinden biri, adına “vefa” da denilen, kalıcı dayanışma, dostluk ve sevgi bağıdır. Sağcılar arasında geleneksel olarak geçerli olan bu anlayış; merkez sağın çok ötesinde bir sağı, İslamcılığı simgeleyen AKP iktidarında en ileri boyutlarına taşınıyor. Geçmiş yıllarda az ya da çok AKP anlamında sağcı düşünceye şöyle ya da böyle hizmet etmiş olanlar unutulmuyor; dışlanmıyor; tersine bulunup çıkarılıyor. Bu tür sağın yalnız siyasetçileri değil, hiçbir sanatsal değeri olmayan ürünler vermiş olan şair ve yazarları da allanıp pullanarak, değerliymişçesine dolaşıma sokuluyor. Bunlarla da yetinilmiyor. Geçmiş dönemlerin milletvekilleri bürokrasinin tepelerine yerleştiriliyor; gelecek seçime giremeyeceklerin yerleri şimdiden hazırlanıyor.

Özetle AKP, geçmişin sağcılarının deneyim ve birikimlerinden, yerine ve zamanına göre düzenli bir biçimde kurumsal olarak yararlanmasını biliyor.Sağcılar arası yakınlığı iyice derinleştiren AKP, geçmiş dönemlerde sağcı düşünceleri nedeniyle haksızlığa uğradığı öne sürülenlerin hak kayıplarının en ince ayrıntısına kadar karşılanması yoluna gidiyor.

Ancak, 12 Eylül’ün acımasızca ezdiği solcuların hak kayıplarının giderilmesi, hiç olmazsa bu konuda sağcılarla solcular arasında eşitlik sağlanması, ne AKP’nin ne de AKP dışı siyasetin aklına geliyor! Siyasi ahlak, parasal çıkar ve kamu yönetiminde nitelik ve verim yetersizliği yönleriyle sorgulanması gereken AKP’nin sağcıları sahiplenme uygulaması, diğer getirileri yanında asıl bu partiye çok büyük bir siyasal güç olarak geri dönüyor.

Solun dayanışma açığının ana nedenleri

Değişik alt tanımları bir yana solun, kapitalizmin yerini alacak üretim biçimi savıyla doğduğu biliniyor. Ülkemizde kapitalist gelişmenin sınırlı kalmış olması; işçi sınıfının ve demokratikleşmenin azgelişmişliği; Soğuk Savaş alanı olmanın yarattığı ek olumsuzluklar; baskılar, yasaklar ve örgüt içi çekişmeler Türkiye solunun günümüze uzanan yaşamını belirlemiştir, denilebilir.

Varılan noktada solun iç çekişmelerinin üç ana nedeni vardır: özgürlük ve eşitlik kavramlarının solcular arasında yaşam biçimine dönüştürülememesi; tarihsel maddeciliğe dayalı bilinçlenmenin yetersizliği ve örgüt içi demokratikleşmenin yokluğu.

Bunlardan ilki, yani, özgürlük ve eşitlik, kapitalizmin temelleridir. Kapitalizm, bireyin beyniyle ve bedeniyle özgürleşmesinin, bunun sonucunda bilimde, teknolojide, girişimcilikte, kurumsallaşmada, sanatsal yaratıcılıktaki katkılarla düzenin güçlendirilmesinin adıdır. Türkiye kapitalizminin bu niteliklere sahip olmaması, başından beri solu da olumsuz yönde etkilemektedir. Tarihsel maddecilik temeline yerleştirilmesi solculuğun olmazsa olmazıdır. Üretim biçimlerinin, özellikle de kapitalizmin bilimsel çözümlemesi olan tarihsel maddecilik, kuramsal oluşumu ve eyleme yönelimiyle, kapitalizmin özgürlük, eşitlik ve yaratıcılık değerlerini veri alır; onların üzerinde yükselir; onları çok daha ileriye taşımayı amaçlar. Sol düşüncede kendi yerini nasıl tanımlarsa tanımlasın, her solcu öncelikle, tarihsel maddeciliğin temellerini; bunların yöntemi, içeriği ve evrimiyle bilmelidir. Şurası bir gerçektir ki Türkiye solcularının çok büyük bir bölümü, nesnel ve öznel nedenlerle, tarihsel maddeciliği özümseme ve bilinçlenme olanağı bulamamıştır. Soldaki kavgaların ana nedenlerinden biri de bu ideolojik temel yokluğudur.

Üçüncü, ancak hiç de üçüncül olmayan neden, sol örgüt yapılarının demokratik işleyişten yoksunluğudur. Bu, Türkiye solunun bir türlü iyileşmeyen hastalığıdır. Zamanın koşullarında uygulaması zorunlu ancak geçici olması gereken demokratik merkeziyetçi karar alma süreci; sonraları kalıcılaşmış ve yerleşmiş, yerini eleştiri ve özeleştiriye, katılımcılığa ve birlikte karar ve sorumluluk almaya bırakamamıştır. Tek kişiye ya da ona çok yakın birkaç kişiye indirgenen yönetim anlayışı, kişileri de örgütleri de uygun deyimiyle felç eder.

CHP özelinde

Yukarıda sıralanan nedenleri içinde taşımakla birlikte CHP, ülkemizde çok partili yaşama geçilmesini sağlayan partidir. Ancak yıllar boyu tüm öneri ve isteklere karşın, “partide demokrasi ülkede demokrasi” yaklaşımı yaşama geçirilememiş; böylece ülke siyasetine öncülük edilememiştir. Yönetimin merkezileşmiş olması, kaçınılmaz olarak politika üretimini de merkezileştirmekte; SHP döneminde “Anadolu Konuşuyor”, CHP döneminde de “Halkla Birlikte Çözüm” çalışmalarının yapılmasına karşın, örgütlerin politik çözümler üretmesi sürecinin çok çok sınırlı kalmasına yol açmıştır.

Siyasi çalışmanın en önemli öznesi seçimlerdir. Seçimlerde aday tespitinin merkezi yönetime, daha doğrusu genel başkana bırakılması, kişileri de örgütleri de hiçe sayan; onları tamamıyla değersizleştiren; örgüt emeğini önemsizleştiren ve tümüyle antidemokratik bir tutumu yansıtır. Aday saptanması işinin ve seçimlerde alınacak sonucun sorumluluğunun örgütlere bırakılmamasının gerekçesi olarak “bu üyeyle mi önseçim yapılsın” denilir. Ancak üye yapısının nicelik ve nitelik yönleriyle iyileştirilmesi yoluna gidilmez; bu sorun sürekli olarak ötelenir.

Sorunlar CHP’nin 2010 sonrasında yaşadığı değişim sürecinde çok daha derinleşip yaygınlaşıyor. Üst yönetimin yürüttüğü değişim siyaseti, CHP’nin oyunu yalnız ve ancak giderek sağcılaşarak ve de cemaat destekleriyle arttırabileceği varsayımına dayanıyor. Solun ana dayanaklarını, özgürlüğü, eşitliği, tarihsel maddeciliği ve örgüt içi demokrasiyi yeterince özümsemeyen bu politikanın ana sonuçları şunlardır:

1. ülke siyasetinin daha da dinselleşmesi karşısında ideolojik yetersizliği nedeniyle etkin muhalefet yapamaz duruma gelmesi ;

2. Üst yönetimden en önemli Meclis komisyonlarına ve en alt birimlere yansıdığı gibi parti içindeki düşünsel dağınıklığı daha da yoğunlaştırması;

3. Bunlardan doğan parti içi büyük yönetim sorunları, daha doğrusu partinin yönetilememesi.

CHP’deki değişim politikasının önümüzdeki seçimlerde nasıl bir sonuç vereceği kadar bu üç nokta da önemlidir. Ancak bunlar ayrı tartışma konularıdır. Bunların ötesinde şurası bir gerçektir ki, birbirini yeme geleneği yoğunlaşarak sürerken, sağcılara gösterilen yakınlık, yıllarını CHP’ye vermiş olanlara gösterilmiyor; onların birikim ve deneyimlerinden yeterince yararlanılmıyor.

Kaçınılmaz olarak yerel örgütlere de yansıyan bu kendi partilisini değersizleştirme yanlışı, bitmeyen tartışmalara yol açarak parti içinde sürekli olarak güven bunalımı yaratıyor; güven duygusunu, buradan dostluğu ve dayanışmayı da çok olumsuz etkiliyor; giderek yok ediyor. Üst yönetimden kaynaklanan vefasızlık ve onun yarattığı güvensizlik duygusu dalga dalga örgütlere yansıyor. Bu olgu CHP’nin kendi gizilgücünü değerlendirerek siyasal güce dönüştürmesini engelliyor. Yıllarını CHP’ye vermiş partililer; partideki en yakın dost ve arkadaşları tarafından aldatılmış, arkadan hançerlenmiş ve hiçe sayılmış olma duygularıyla, kendilerini sahiplenmeyen partilerini güçlü bir biçimde sahiplenemiyor ve de giderek partilerinden uzaklaşıyor.

Oysa siyasette güven duygusu önce parti içinde yerleşmelidir ki, daha fazla seçmenin güveni ve oyu da kazanılabilsin! Kendi partilisine sahip çıkmayan yönetim anlayışının, AKP’nin baskı altına aldığı, ülkenin yurtsever, aydınlık, özgürlükçü, eşitlikçi kişilerine; sanatçılarına; basın çalışanlarına; çocuklarına ve gençlerine güven verme olasılığı, büyük bir soru işaretinin kuyruğuna takılıyor.

Yine de AKP’ye karşı omuz omuza!

Yukarıda sıralanan nedenler ve olumsuzluklar, umutsuzluğa yol açmak için değil, daha güçlü bir sol amacıyla vurgulanıyor. Çünkü sol gelecektir!

Bugünlerde ülke siyaseti gerçekten yaşamsal bir seçim dönemine giriyor. Bu aşamada toparlayıcı bir tutumla, öncelikle parti birimlerindeki iç çatışmalarını gidermek ve geçmişte partinin değişik birimlerinde emeği geçen ve sonrasında dışlananların deneyim ve birikimlerini siyasal güce dönüştürecek biçimde değerlendirmek için somut kurumsal adımlar atılması gerekiyor. Bu tarihsel görev yönünde adım atılmasının sorumluluğu CHP üst yönetiminin omuzlarındadır.

*Prof.Dr. Yakup Kepenek
Ekonomist
yakupkepenek06@hotmail.com

Bir cevap yazın