15 Temmuz’da, bu iktidar tarafından yıllarca devlete bilerek ve isteyerek yerleştirilmiş bir cemaatin arkasında olduğu bir darbe girişimi yaşadık. Erdoğan rejiminin ilk günden beri kol kola olduğu bir cemaatin Türkiye Cumhuriyeti’ni ve parlamenter rejimi ortadan kaldırma teşebbüsü ile karşılaştık. Türkiye, 15 Temmuz günü, askeri darbenin başarısız olması ile beraber, siyasi rejimi açısından başka bir güne uyandı.
Darbe girişimi, AKP iktidarına OHAL, KHK için fırsat yarattı
Türkiye’de doğan büyüyen her insanın, Türkiye tarihinden öğrendiği ortak bir nokta varsa o da ülkesinin yaşanan darbe süreçlerinden çok çekmiş olmasıdır. 15 Temmuz askeri darbe girişiminin başarısız olması sonucunda mevcut iktidar, Olağanüstü Hal (OHAL) ilanı ile Türkiye açısından yeni bir siyasi süreci başlatmış oldu. Özellikle 7 Haziran seçimi sonrasında Türkiye’nin yaşadığı süreçlerin birçok analizi yapıldı; ancak bu analizlerin ortak noktası, başkanlık sistemi getirilerek Türkiye’de yeni bir rejimin inşa edilmeye çalışılmasıydı.
Rejim değişikliğinin inşası için gerekli olan hız, baskı ve susturma olanakları OHAL yoluyla sağlanmış oldu. 2002 yılından itibaren Türkiye’yi yöneten AKP ve tek adamlığa soyunmuş olan Recep Tayyip Erdoğan bir dönem devleti ortaklıkla yönettiği cemaat mensuplarını devletten silmek bahanesi ile ülkenin muhalif, solcu, sosyal demokrat, sosyalist ve Atatürkçü kesimlerine karşı bir harekata girişti. Solcu sendikacıları, muhalif gazetecileri ve AKP’li olmayan on binlerce insanı işinden etti veya cezaevine gönderdi.
Türkiye, yönetilememe krizinin yanı sıra birçok insan hakkı ihlali ile de karşı kaşıya kaldı. Yaşanan sivil darbe sürecinde, zaten kırık olan insan hakları karnemiz, tüm dünyada alarm zillerini çaldıracak bir seviyeye geldi. Gözaltına alınan ve cezaevine gönderilen insanlara işkence ve kötü muamele uygulandığı iddiaları Türkiye’nin dört bir yanından ve cezaevlerinden yükseliyor.
AKP Hükümeti söz konusu hak ihlallerini gizlemiyor; yaratılan dikta düzeninin verdiği özgüvenle işkence açıkça savunuluyor. Bütün bunların yanında 21. yüzyıl Türkiye’sinde ölüm cezası yeniden gündeme getiriliyor. AKP, akıl almaz açıklamaların yanında, asli görevi ihlalleri ve işkenceleri araştırmak olan TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Cezaevi Alt Komisyonu’nu dahi çalıştırmıyor. Tarafıma iletilen şikayetleri bildirdiğimiz AKP’li komisyon milletvekilleri, FETÖ üyesi olmakla suçlanan insanların işkence görseler bile ziyaret edilmemesi gerektiğini ifade ediyor.
Hak ihlallerinden işkenceye
En vahim insan hakkı ihlallerinden olan “işkencenin” araştırılmasının engellenmesi, bizzat iktidar tarafından sahiplenilmesi anlamına geliyor. İhlallerin araştırılmasını yalnızca komisyonu çalıştırmayarak değil, Birleşmiş Milletler işkence konusundaki özel raportörünün Türkiye ziyaretini erteleyerek de engelliyor. Bu karanlık ortaçağ zihniyetinin 21. yüzyılda işkenceyi savunuyor ve üzerini örtme çabasına giriyor olması, F-Tipi örgüt ile mücadelenin dünyada neden inandırıcı bulunmadığının da açık kanıtını oluşturuyor.
15 Temmuz sonrası Türkiye’de insan hakkı ihlalleri yalnızca cezaevlerinde yaşanmıyor; bu ihlaller, insanların gündelik hayatlarının her bir anında karşılarına çıkıyor. OHAL ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni askıya alan iktidar, açıklanan her KHK ile insan hakkı ihlallerini arttırıyor. En çarpıcı ihlallerden olan gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması, kişilerin savunma haklarının sağlıklı olarak gerçekleştirilememesine yol açıyor. Öte yandan, gözaltına alınan şahışların avukat görüşünün engellenmesi yine savunma hakkının engellendiğinin en önemli kanıtıdır.
KHK’lar ile görevden ihraç edilen kişilerin de savunma hakkı neredeyse bütünüyle engelleniyor. Yürütülen soruşturma kapsamında göreve geri dönmek için dava açılması, yine ihraç kararının verildiği KHK ile engelleniyor.
Türkiye’de iktidar güçlerinin sözleri dışında hiçbir söz gündeme alınmıyor. Her türlü propaganda ve medya aracı ile inşa edilen süreç halk nezdinde meşrulaştırılmaya çalışıyor. Muhalif kesimlerin propaganda araçlarının ülke gündemine dair söz söyleme hakkı ihlal ediliyor. Ters taraftan bakıldığında ise halkın, haber alma hakkı da elinden alınıyor diyebiliriz. Sosyal medya paylaşımları, gözaltına alınmak ve tutuklanmak için sebep olarak vatandaşların siyasilerin, gazetecilerin karşısına çıkarılıyor.
Türkiye’nin yönetilmesinden artık söz edilemez
Ülkeyi yönetenler açısından Türkiye’de yaşanan bütün bu hak ihlalleri OHAL yasalarına, valilik kararlarına ve kanun hükmünde kararnamelere uygun olarak işletiliyor olabilir. Temel sorunun bu noktada başladığını da görmemiz gerekiyor. OHAL dönemi çıkarılan KHK’ların insan haklarını hiçe saydığı, valilik kararlarının anayasayı ihlal ettiği ortadadır. AKP, yarattığı bütün bu ihlalleri kendi kararnameleri ve çıkarttığı yasalar aracılığı ile meşrulaştırmak peşindedir. Türkiye siyaseti açısından bugün en önemli insan hakkı ihlallerinden biri, ülkenin KHK’lar ile yönetiliyor olmasıdır.
Görülmesi gereken noktalardan biri, bugün -yani OHAL sürecinde- yaşadığımız hak ihlallerinin OHAL’in sona ermesi ile bitirilecek olmamasıdır. Tehlikeli olan durum, AKP hükümetinin kurmaya heveslendiği yeni rejimin nüvelerini bugünden yaşıyor olmamızdır. AKP’nin dün ve bugün yaptıkları yarın yapacaklarının teminatı olacaktır. OHAL koşullarında işlenen insan hakkı ihlalleri başkanlık rejimi ile olağan bir hal almış olacak.
Bu bağlamda Türkiye siyasetinin en önemli mücadele hatlarından birinin insan hakları mücadelesi olması, ülkenin geleceği için kritik bir noktada durmaktadır. Bugün insan hakları mücadelesi vermek, aynı zamanda başkanlık rejimine ve diktatörlüğe karşı parlamenter sistemi, cumhuriyeti ve demokrasiyi savunmaktır. Yarınlar, bizlerin bugün verdiği mücadele ile şekillenecektir.
*Veli AĞBABA
CHP Genel Başkan Yardımcısı, Malatya Milletvekili
veli.agbaba@chp.org.tr