vecdi3

Vecdi Sayar – İkinci Yüzyılda Sanat ve Demokrasi

CHP’nin “İkinci Yüzyıla Çağrı” beyannamesi yayınlaması çok olumlu bir gelişme. Keşke, bu beyannamede sanat ve kültür yaşamımıza ilişkin perspektifler de yer alabilseydi diyelim ve bu konudaki somut politika önerilerimizi sıralayalım. Belki bir kulak veren olur… Kültür ve sanat demek yerine, Sanat ve Kültür demem bir rastlantı değil. Bu iki kavramdan ‘Sanat’, insan emeğinin en ileri aşamalarından biri ve bireyin sosyal-kültürel alanlardaki gelişmesinin bir ürünüdür. ‘Kültür’ ise, insan topluluklarının bilimsel ve teknolojik gelişmelerini, üretim araçlarını, inanç ve ahlak sistemlerini, gelenekleri kapsayan ve bir topluluğun kimliğini oluşturan değerler bütünüdür. Sanatın yanı sıra, bilim, din, spor gibi katmanları vardır kültürün. Hiçbir eğitim almamış bir insanın doğduğu anda kendini içinde bulduğu ortamın değerleri olarak da tanımlanabilir.

Bu yüzden, Kültür Politikası ile Sanat Politikasının tam örtüşmediği durumlardan söz edilebilir. Örneğin, sanatta, sporda, dilde, dinde çoğulcu politikaların gerekliliği savunulurken, bilimde çoğulculuğun yerini bilimsel şüpheciliğin alması gerekir. Ama, iki alanda da ortak hedef, ‘tek tip’ insan yetiştirmek değil, sorgulayan aklın temel alınması olmalıdır.

Kültürel politikalar ülkeden ülkeye değişim gösterir, ama kaba hatlarıyla iki grupta toplanabilir: Otoriter/Totaliter Kültür Politikaları ile Demokratik Kültür Politikaları. İlkini çok iyi tanıyoruz, deneyimliyoruz; ikincisi hakkında ise henüz billurlaşmış bir politika önerisi görünmüyor ortalıkta. Belki de nedeni, kendini solda gören bazı kesimlerin milliyetçi/tekçi ideolojinin etkisinden kurtulamamalarıdır. Demokrat olduğunu iddia eden her kişi, kültürel demokrasiye inanmak zorundadır; yani her insanın kültür hakkına sahip olması gerektiğine inanmak…   

Kültüre ulaşma hakkı

Kültüre ulaşma hakkı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde temel insan haklarından biri olarak kabul edilmiştir. Bir diğer insan hakkı ise, özgürce yaratma hakkını, yani ifade özgürlüğünü ve iletişim özgürlüğünü kapsar. Demokratik Kültür Politikaları, bu temel özgürlüklerin güvence altına alınmasını ve bireyin sanat ve kültür ürünlerine ulaşmasının önündeki engellerin (siyasal ve ekonomik sansürlerin) kaldırılmasını, sanat ve kültür yapıtlarının üretimi, dağıtımı ve tüketimine yönelik kamusal desteklerin sağlanmasını öngörür.

CHP’nin ikinci yüzyılında tutarlı bir sanat ve kültür politikasına sahip olmasının yolu, alanlarında temayüz etmiş, sanat politikası üzerinde düşünce üretmiş insanlarla birlikte çalışmasından geçer. Ne yazık ki, bir dönem verimli bir çalışma yürüten Kültür Sanat Platformu artık yok. CHP’li yerel yönetimler de popüler figürlerden medet umuyor. Bu ortamda, bir Sanat ve Kültür Politikası’ndan söz etmenin anlamı var mı bilmiyorum, ama biz gene de doğru bildiklerimizi sıralayalım.

Sosyal Demokrat yaklaşım

Demokratik bir sanat ve kültür politikasının, temel çerçevesine yukarıda değindik. Bu çerçevenin gereği, çoğulculuk ve yerinden yönetimilkelerinden ayrılmamaktır. Bu ilkeler, ister sosyal demokrat, ister liberal olsun, farklı ideolojilerin ortaklaşa sahiplenebileceği ilkelerdir. Liberaller, bu ilkeleri serbest pazar anlayışı çerçevesinde hayata geçirmeye çalışırken (Avrupa’da başta İngiltere, bazı ülkelerde bu yaklaşım uygulandı) Sosyal demokrat bir politika, sanat ve kültürü kamusal bir görev olarak görür ve kültür-sanat alanlarına altyapı ve finansal destek sağlamayı sosyal devletin sorumluluk alanı içinde tarif eder. Köy Enstitüleri modelinden ders alarak, sanat kültürünün eğitim sisteminin vazgeçilmez bir parçası yapılması, geniş kitlelerin kültürel altyapısının geliştirilmesi amacıyla medyada sanata ağırlık verilmesi için önlemler alınması, kültürel çeşitlilik, yaratıcı hakları ve kültür mirasının korunması, sanat kurumlarına özerklik, bu kurumlarda yerinden yönetim ilkesinin uygulanması, yaratıcı endüstrilerin desteklenmesi bu politikanın araçları arasındadır.   

Hiç kuşkusuz, bu anlayış ‘parayı veren düdüğü çalar’ anlayışından çok farklı bir anlayış olmak zorundadır. Devlet, sanata ve kültüre kaynak sağlayacak, ama içeriğine karışmayacak… Türkiye için  hayal gibi geliyor; ama hayali dışlayan bir sanat politikası en baştan çürümeye mahkumdur. Elbette, farklı ideolojilerin bir arada olduğu bir demokrasi ittifakı söz konusu olduğunda, bu iki yaklaşımdan birini seçmek yerine hibrit (karma) bir sistem tercih edilecektir. Devletin sanata ve sanatçıya destek olma görevini, özel sektör ve sivil toplumun sanat kurumları ile paylaşması, sanatsal özgürlüğün risk altına girmemesi, finans kaynaklarının çeşitlenmesi gibi avantajlar taşıyabilir. Yeter ki, sanatın özerkliğine saygıda ve sanata destek vermenin kamusal bir görev olduğu anlayışında buluşulsun…

Çağdaş Batı ülkelerinin olmazsa olmaz iki kuralından daha söz etmek gerekiyor sözün burasında. En iyi politikaların bile yetersiz yöneticilerin elinde sonuçsuz kaldığı bilinciyle, insana yapılacak yatırım, sanat ve kültür politikasının temelini oluşturur. Bu yatırımda göz önüne alınacak ilkeler arasında, her türlü ayrımcılığa karşı çıkmak (özellikle, kültürel ve cinsel ayrımcılık), dürüstlük,  şeffaflık ve liyakat öne çıkar… Bir tersanenin yönetimini herhangi bir kimseye emanet edemezsiniz -AKP’nin uygulamaları örnek oluşturmaz-, bir gemi mühendisi bulacaksınız; peki, kültür kurumları yöneticileri, kültür müdürleri için hiçbir nitelik aranmayacak mı? Liyakat sözcüğü dillerden düşmüyor, ama uygulamada hemşehrilik, particilik öne çıkıveriyor… Dürüstlüğün güvencesinin ‘ihale’den geçmediği apaçık ortada. Sanat alanında işleri ihaleye bağlamak, sanatçıları taşeronlara teslim etmek değil de nedir? Sosyal demokrat bir kültür politikası, Avrupa ülkelerinin sanat kurumlarındaki uygulamalarını öğrenmek ve ülkemiz için yararlı olacakları uygulamaya koymak için yasal düzenlemeler önermekten geçer.

Pandemi ve sanat

İçinden geçtiğimiz günler, sanat dünyasında bir yıkıma yol açtı. İntihar eden, işsiz kaldığı için sokaklarda satıcılık yapan sanatçıların, kapanan tiyatroların haberleri art arda geldi. Pek çok ülke, yurttaşlarının asgari geçimini sağlamak için önlemler alırken, AKP hükümeti işsiz sanatçılara 1.000 TL gibi komik bir destek vereceğini açıkladı. Üç büyük kentimizin Büyük Şehir Belediyeleri, tiyatro oyunları ve konserler satın alarak, sanatçılara destek olmaya çalıştılar. Ama, bunlar sembolik destekler olmanın ötesine geçemedi. CHP’li Büyükşehir Belediyelerinin, yaz aylarında kapsamlı şenlikler yapması, kendi kentlerindeki etkinliklerin yanı sıra, bölgelerindeki diğer kentlere turneler düzenlemesi, farklı sanat disiplinlerinde yarışmalar açması önerilebilir.

Yaşadığımız pandemi, sanatçıların yevmiye ile çalıştığı, çalışmadığı günlerde kazancının sıfırlandığı göstermelik Belediye tiyatrolarının sanata ve sanatçıya destek sağlamaktan uzak kuruluşlar olduğunu gösterdi. Büyükşehirlerin, bir an önce sanatçılarının sosyal güvenliğe sahip olduğu Şehir Tiyatrolarını kurmaları, Maliye Bakanlığı kadro vermek istemezse, sanatçıları yanlarına alarak mücadele etmeleri  beklenir. Elbette, bunu yapabilmek için, sanatın bir ‘lüks tüketim malzemesi’ olmadığına önce kendilerinin inanması gerekiyor.

Pandemi öncesi bir yazımda, yerel yönetimlerin kendi sanat sinemalarını kurmalarını ve aralarında örgütlenerek bir sanat sinemaları ağı kurmalarını önermiştim. Bu günlerde, sanat dünyasının ayakta kalabilen kurumlarının sanal (çevrimiçi) ortamda düzenlediği etkinlikleri izledikçe, geleceğin bu yönde şekilleneceğini, politikalarımızın bu gelişmeleri dikkate almak zorunda olduğuna inanmaya başladım. Evet, filmleri beyazperdede, tiyatro oyunlarını tiyatro salonlarında izlemenin yerini hiçbir teknolojik uygulama tutamaz. Ama, evde kalma zorunluluğu seyirciye sanat yapıtlarını çevrimiçi ortamda izleme alışkanlığını kazandırdı. Üstelik, daha önce sınırlı bir kesime ulaşabilen yapıtların, sanal ortamda çok daha geniş toplum kesimlerine ulaşabildiğini gördük. Kötü koşullarda (yetersiz projeksiyon aygıtları aracılığı ile) izlenmek zorunda kalınan filmlerin görüntü kalitesi açısından çok daha iyi olan televizyon ekranlarında izlenmeye başlanması; film platformlarının, farklı seyirci kesimlerine seslenebilmek için sinemalarda yer bulamayan ‘sanat filmleri’ne yer açması, görsel kültürün yaygınlaşması adına sevindiriciydi. Bu gelişmelerin, sosyal demokrat bir sanat-kültür politikasına ışık tutabileceğini düşünüyorum.

Sanaldan gerçeğe

Yerel yönetimlerimizin temel görevlerinden biri, hemşehrilerinin kültürel altyapısını güçlendirmek olmalı. Her mahallede olmasa da, her ilçede bir kültür merkezi, kent merkezlerinde ise tam donanımlı sanat merkezlerine ihtiyaç var, bu görevi yerine getirebilmek için. Ve, yerel yönetimlerin önemli bir kısmının bütçe olanakları buna elverişli değil… O zaman, karşımızdaki bu fırsatı değerlendirebilir, etkinliklerimizi sanal ortamda paylaşarak etki alanımızı genişletebiliriz. Her ilçenin, bir büyük ekran ve projeksiyon cihazı almaya gücü yeter. Kent merkezinde kurulacak ve küçük bir ekip tarafından yönetilecek çevrimiçi bir sanat-kültür kanalı, kentin dört bir yanında, evlerdeki bilgisayarlar ve kültür merkezlerindeki büyük ekranlar aracılığı ile sanat sinemaları ağı projesini minimum bir bütçe ile hayata geçirmemizi sağlar. İstanbul, İzmir ve Ankara büyükşehirleri el ele verdiğinde, bu kentlerde yaşayan sanatçılardan destek alınması -ve onlara ekonomik destek sağlanması- yoluyla ortaya muazzam bir potansiyel çıkacağına inanıyorum. Yerel platformlar, bir deneme sürecini geçtikten sonra birbirleri ile iletişim kurmaya, yayın alışverişinde bulunmaya başlayabilir ve kısa sürede ortaya günün en az altı saati yayın yapacak bir sanat-kültür kanalı çıkabilir. Pratikte, bunun pek çok yararı görülecektir. İlk etapta, yerel sanatçıların ortaya çıkartılması, ikinci etapta yerel sanatçıların ülke çapında tanınırlık kazanması; bu platform tarafından kiralanacak nitelikli yerli ve yabancı filmlerin geniş kitlelere ulaşması; ülkemizin önde gelen sanatçı, eleştirmen ve akademisyenlerinin işbirliği ile ‘sanat okur-yazarlığı’nın geliştirilmesi; genç kuşaklarda yaratıcılığın, merak duygusunun uyandırılması gibi… Gençlerin, birer sanat izleyicisi/tüketicisi olarak yetiştirilmesi, onların arasından geleceğin yaratıcılarının çıkmasına ve kentlerimizdeki yaşam kalitesinin artmasına neden olacaktır. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun sanatçılarla yaptığı bir sohbette dediği gibi, “Hedefimiz adil, yeşil ve yaratıcı kentler olmalı”…                

Ne demiştik, hayal etmeden devrim olmaz.

*Vecdi SAYAR
Sanat Yönetmeni, Eleştirmen
vecdisayar@yahoo.com