Hiç kuşkusuz, Türkiye’nin temel sorunudur eğitim. On yıllar boyu, okuryazar oranının artmasını, eğitim süresinin fazlalaşmasını eğitimde bir gelişme olarak algıladık. Şimdilerde görüyoruz ki, eğitimin niceliği değil, niteliğidir önemli olan.
Durum saptaması
Eğitim sistemimiz, çağa ayak uydurmak ve kendini yenilemek yerine daha da gerilemekte. Felsefenin, mantığın müfredattan kaldırıldığı, sanat derslerinin seçmeli yapıldığı bir sistemin nasıl bireyler yaratacağını görmek için fazla beklemeye gerek yok. Gazete okumayan; okuma zevkinden, müzik kültüründen yoksun; para kazanmaya ve tüketime koşullandırılmış bir gençlikle ülkemizin geleceği adına umutlu olabilir miyiz?
Bugün dünyanın farklı köşelerinde, eğitim politikaları yeniden gözden geçirilir, yeni modeller denenirken, biz medrese eğitimine dönüşün eşiğindeyiz. Dindar ve kindar nesiller yetiştirme hedefini açıkça ortaya koyan siyasal iktidar, eğitim kurumunu siyasal hedeflerine uygun -bireyler değil- insanlar yetiştirme aracı olarak görmekte. Oysa uygar toplumlarda eğitim politikası, özgür bireyler yaratma ve toplumun yaşam kalitesini yükseltme hedefine yönelmiştir. Bireyin özgürleşmesi, özgür düşüncenin eğitim politikasının ana ekseninde yer alması ile sağlanabilir. Gelişmiş toplumlarda bireyler yalnızca kendi çıkarlarını düşünmez, kendinden farklı olan, farklı düşünen bireylerin varlığını kabul ederek ortak hedefleri gözetir.
Özgür ifadenin, empati duygusunun geliştirilmesi, birbirine saygı duyma ve birlikte yaşama iradesinin güçlendirilmesi, eğitim politikasının temel hedeflerinden biri olmalıdır. Skolastik düşünce kalıplarından, ırkçı-şoven yaklaşımlardan, nefret söylemlerinden arındırılmış çağdaş bir eğitim politikasının temel araçlarından biri, sanat eğitimidir. Eğitimde sanatın rolüne gelmeden, yeni bir eğitim politikasının temel mottosu olan ‘Özgür Eğitim’ konusu üzerinde durmakta yarar var. Özgür eğitim, özgür bireyler yetiştirmeyi amaçlar. Özgür eğitim ‘tek tip’ insan yetiştirmeye karşı çıkar; her bireyi kendi özellikleri ve yetenekleri doğrultusunda geliştirmeyi hedefler. ‘Tek tip birey’e karşı çıkan özgür eğitim modeli, doğal olarak ‘tek tip kültür’e de karşı çıkar. Toplumdaki kültürel farklılıkların eğitim sisteminde karşılığını arar. Ana dilde eğitimi, kültürel çoğulculuğu benimser.
Modern okul
‘Özgür Eğitim’den söz edince, Ferrer okuluna değinmekte yarar var. Akılcı bir eğitim sistemine dayanan Ferrer okulu, dini ve militarist eğitime karşı ‘modern’ bir sistemin tohumlarını atmıştı. Yüzyıl başında, İspanya’da yaşayan ve ‘Modern Okul’un kurucusu kabul edilen Francisco Ferrer, 12 Ekim 1909’da Barcelona’daki Montjuic kalesi zindanlarında kurşuna dizilerek öldürülmüştü; iç savaşın örgütleyici olmakla suçlanarak…
Ferrer okulu çocuklara, militarizmin açıkça bir suç unsuru oluşturduğunu öğretiyordu. Ayrıca, okulda verilen eğitimde, kamu varlıklarının eşitsiz dağılımının adaletsiz bir uygulama, kapitalizmin işçi sınıfının çıkarlarına karşı bir sistem ve siyasi hükümetin halk açısından zararlı bir yapı olduğu ifade ediliyordu.(*)
Modern Okul’da öğrenciler kız-erkek birlikte okuyor ve önyargılardan arınmış bireyler olarak yetiştirilmeleri temel alınıyordu. Dogmatik eğitimi terk ederek akılcı yöntemi benimseyen sistem, tıpkı ‘Köy Enstitüleri’nde olduğu gibi teori-pratik diyalektiği ve doğa bilimleri üzerinde odaklanıyor, öğrencilerin doğal yeteneklerinin ortaya çıkarılmasını ve geliştirilmesini hedef alıyor, çocuğun yeni düşüncelere karşı algılarının açık olmasını sağlıyordu. Kuşkusuz, o günlerden bu yana pek çok deneyim, pek çok kuram geliştirildi eğitim alanında. Ama Ferrer’in kurduğu Modern Okul’un geliştirdiği eğitim felsefesi hepsine ilham kaynağı oldu. Bugün çağdaş eğitimciler, çocuğun motor yeteneklerinin ve yaratıcı potansiyelinin geliştirilmesine özel bir önem veriyor. Bunun da yolu sanat eğitiminden geçiyor… Ama, nasıl bir sanat eğitimi?
Eğitimde sanat
Çocukluğumuzda, resim-iş dersleri vardı… bir de müzik dersi. Resim-iş dersinde suluboya resimler, kıl testeresiyle tahta oymalar yapardık. Müzik dersinde ise, marşlar ve çocuk şarkıları söyletilirdi… Marş kısmı bir yana, yeteneklerimizi keşfetmek için yararlı derslerdi. Bazılarımız için zulüm, bazılarımız içinse keyif…
Bugün, bu derslerin çoğu yapılamıyor. Evet, seçmeli ders olarak müfredatta varlar, ama çocuklarımız bilgisayar, yabancı dil, vb gibi daha ‘yararlı’ derslere yönlendiriliyor. Edebiyat derslerininse eski tadı yok. Neden derseniz, öğretmenlerin kalitesine bir bakın derim…Bizim kuşağımızın çocuklarının sanata ilgi duymasındaki başlıca etken edebiyat öğretmenlerimizdi. Tabi, bir de ailelerimiz… Günümüz ailesi televizyon başından kalkamıyor ki, çocuğunu tiyatroya götürsün!
Bugünkü eğitim sisteminde, sanatın yararsız bir alan olarak görülmesi, hiç kuşkusuz çocuklarımızın yeteneklerinin ortaya çıkmasını engelliyor; eğitimin kalitesini düşürüyor. Oysa çağdaş eğitim sistemlerinde sanatın farklı alanlarından yararlanılıyor. Çocuğun ifade yeteneğinin geliştirilmesinde, kitap okuma alışkanlığı kadar tiyatronun da önemi var. Üstelik tiyatroda sözel ifade kadar, beden dilinin geliştirilmesi de söz konusu. Ve, elbette dans… Çocuğun bedenini kullanması için dansın yararı çok büyük. Gelin görün ki, dans bir yana, karma eğitimin bile tartışılabildiği günlerdeyiz.
Eğitimci değilim, ama eğitim sistemimiz için bir önerim olacak. İlköğretimde, ‘Sanat’ dersleri zorunlu tutulmalı. Ders içerikleri baştan ele alınarak, her çocuğun kendi yeteneklerini geliştirme yolu açılmalı. Geçenlerde bir müzisyen dostum “Blok flüt yasaklansın!” diye yazmıştı. ‘Tek tip’ insan yetiştiren sistemin ‘tek tip’ müziğine karşı durmalıyız elbette. Ama müzik enstrümanlarını tanıma, deneme keyfini tattırmalıyız çocuklara. Diledikleri gibi çizmelerini, boyamalarını özendirmeliyiz. Oyunlar oynatmalı, kendi oyunlarını yazmalarını sağlamalıyız. Onları konserlere, sergilere taşımalıyız. Estetik zevk, o yaşlarda oluşmaya başlar çünkü…
Orta öğrenim içinse farklı bir önerim var: Dört yıl devam edecek zorunlu bir ‘Sanat Kültürü” dersi. İnanın, bütün derslerden daha yararlı olacak; kalıcı etkiler bırakacak gençler üzerinde. Dünyayı, sanat yoluyla algılama, yorumlama yeteneğini kazandıracak bu ders onlara. Tiyatro, opera, sinema, dans, müzik, mimarlık, plastik sanatlar, karikatür, fotoğraf, grafik tasarıma ilişkin temel bilgileri vererek, onların bilinçli bir izleyici olmalarını sağlayabiliriz. İzledikleri sanat etkinlikleri hakkında görüşlerini yazmalarını isteyebiliriz. Sanatçı olmayı seçmese de, bilinçli bir izleyici olarak yorumlama, kendini ifade etme, ‘öteki’leri tanıma ve anlama yetenekleri gelişecektir. Özgür ve demokrat bireyler, sorumlu yurttaşlar yaratmakta en etkili araçlardan biri olacaktır böyle bir eğitim. Kentlerimizi yönetenlerin, ait oldukları ‘kasaba kültürü’nün ötesine uzanabilmelerini sağlayacak, dolaylı olarak yaşam kalitemizin artması sağlanacaktır.
Diyeceksiniz ki, kim verecek bu eğitimi… İnanın, sanatçılar, bu işi yapmaya gönüllü olacaktır. Pilot okullarda sanatçıların verecekleri dersler (kendi hayat hikayelerini anlatsalar yeter) kamera ile kaydedilerek çoğaltılabilir ve ülkenin bütün okullarında gösterilebilir. Dünya sanatından, ülkemiz sanatından örnekler eşliğinde… Elbette, eğiticilerin de kısa süreli eğitimlerine gerek var bu yardımcı araçları kullanmaları için. Biliyorum, baleyi ahlak dışı gören bir siyasal iktidardan beklenecek bir şey değil bu. Ama, bu konuda gene de düşünebiliriz, değil mi? Sözüm, sosyal demokrat eğitimcilere…
Sanatta eğitim
Tabii, sanat ve eğitim sözcükleri yan yana gelince, bir başka problem alanı da, mevcut sanat eğitimi sistemimiz. Nicelikten, niteliğe çeşitli yönlerini tartışmaya açmak gerekiyor. ÖSS ile öğrenci seçen sinema okulları mı istersiniz (dünyanın her yerinde yetenek sınavı ve “portfolio”larla yapılır seçmeler), gereksiz derslerle şişirilmiş müfredat programları mı! Sanat eğitimimizin baştan sona değişmesi gerektiği ortada.
Bugün sayısı yüzlerle ifade edilen üniversitelerimizin pek çoğunda Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakülteleri, İletişim Fakülteleri var. Ama, kaçında doğru dürüst sanat eğitimi veriliyor? Her yıl mezun olan binlerce sanatçı adayının önünde hangi kapılar açılıyor? Sırf prestijli bir diploma sahibi olmak için seçilen okullar haline mi geldi sanat alanlarındaki yüksek öğretim kurumları?
Orta öğretim kurumları mezunlarının genel kültürlerinin ne denli yetersiz olduğunun, öğrencilerin gazetelerin sanat sayfasına bile bakmadıklarının, seçtikleri alan dışındaki sanat dallarına ilişkin bilgi ve görgü düzeylerinin düşük bulunduğununfarkındaysak, yüksek öğretimde bu açığı kapatmak için ne yapıyoruz? Her daldaki sanat eğitiminin dört yıl olması gerekiyor mu? Daha kısa, ama alandaki çalışmalarla tamamlanacak bir eğitim süreci daha sağlıklı değil mi? Sanat liselerinin çoğalması ve müfredatının sanat alanında yüksek öğrenime hazırlık dönemi olarak planlanması gerekmiyor mu?
Sanat eğitimimizin, çoğulculuktan ve disiplinler arası çalışmalardan ne denli uzak olduğunu; üniversitelerimizin dünyanın önde gelen sanat eğitim kurumlarına kıyasla ne denli tutucu olduğunu göremiyor muyuz? Yoksa konforumuzu bozup yeni dünyalara yelken açmaya korkuyor muyuz?
Sanat eğitimi vermek için akademik basamaklarda yükselmenin değil, mesleki kariyerde yükselmenin gerekli olduğunu görmüyor muyuz?
Sanatsal üretimle ‘yaratıcı endüstriler’ arasındaki diyalektik ilişki ve güncel sanat tartışmaları, sanat alanındaki yüksek öğretim kurumlarımızın kaçının gündeminde? Bütün bu soruları sormak için çok geç kalmadık mı? Ne dersiniz?
*Vecdi Sayar,
Sinema Eleştirmeni,
vecdisayar@yahoo.com