Can Büyükbay*
Türkiye içi tartışmalarda, ülkenin pratikte varolan geniş hareket alanını gözardı eden ve dış politikayı -Esad yanlısı/Esad karşıtı- olarak ikili bir seçeneğe indirgeyen bir söylem ağırlık kazandı. Hükümetin de desteklediği ve pratikte uyguladığı görüş; Suudi Arabistan ve Katar’ın da desteğini alan Özgür Suriye Ordusu’nun demokrasi getireceği varsayımına dayanarak, Türkiye’nin askeri muhalefete gerekli tüm desteği vermesini savundu. Bu görüşte olan gruplar, Suriye’de gerçekten demokrasi isteyen ve hem Esad hem de Özgür Suriye Ordusu’na karşı çıkan sivil muhalefetin varlığını yok saydı. Silahlı muhalefete verilen destek artık herkes tarafından bilinen bir gerçeği yansıtıyor. Bu bağlamda, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda Suriye Muhalefetine Yardım Ofisi (Office of Syrian Opposition Support- OSOS) kuruldu ve İngiltere’yle birlikte muhalif gruplara İstanbul’da siyasal ve idari konularda eğitim vermeye başlandı (The Telegraph, 26 Ağustos 2012). The New York Times (21 Haziran 2012) gazetesinde açıkça belirtildiği gibi, Ürdün ve Türkiye’deki CIA ajanları, silahların -miktarını ve türlerini kontrol edererek- bölgedeki diğer tehlikeli örgütlerin eline geçmeden silahlı muhalefete ulaştırılmasını sağladı. ABD, yaklaşan seçimler dolayısıyla ve meşruiyet sorunu yaratmamak için diplomatik düzeyde mesafeli, Fransa ve İngiltere resmi düzeyde uzaktan fikir vermekle yetiniyor.
Avrupa gerçekten destek veriyor mu?
Bu genel görüntü bağlamında Avrupa’da Suriye krizinin ve Türkiye’nin yaklaşımının nasıl algılandığını irdeleyelim. Almanya’nın Türk hükümetiyle oldukça yakın bir diyalog kurduğu söylenebilir. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, İstanbul’a ziyaretinde Türkiye’yle dayanışma içerisinde olduklarını ifade etti ve gerilimin azaltılmasının önemine dikkat çekti. Almanya Dışişleri Bakanlığı Özel Temsilcisi Graf Lambsdorff, ‘Türkiye, deneme/yanılma yöntemiyle davranıyor gibi görünüyor ve bazen aşırı iyimser ya da iddialı olabiliyor” yorumunda bulundu ve şu anda Türkiye’nin çok zor bir pozisyonda olduğunu dile getirdi. Lambdsdorff’a göre, Türkiye’nin Suriye politikasındaki zigzaglar, Davutoğlu’nun sıfır sorun stratejesinin bittiği anlamına gelmiyor. Başbakan Erdoğan’ın 31 Ekim 2012 tarihli Almanya ziyaretinde, Şansölye Merkel, Suriye ve Türkiye arasındaki gerilimde Türkiye’ye destek verdiklerini ve Türkiye’nin güvenliğinden kendilerini sorumlu hissettiklerini vurguladı. Başbakan Erdoğan da, Almanya’nın desteğine ihtiyaç duyduklarını ifade etti. AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton, Türkiye’nin bir yandan gerginliği azaltmak için elinden gelen çabayı gösterirken diğer yandan ihlallere yanıt vermek zorunda kaldığını ifade etti.
Bu ifadeler, aslında Avrupa’nın Türkiye’yi desteklediği görüntüsü yaratsa da, Amerikalı analistler gibi -örneğin Huffington Post, ‘Orta Doğu’nun Yalnız Adamı’, Stanley Weiss, 28 Ağustos- Avrupalı analistler de Türkiye’nin izole olduğu ve hesaplarının tutmadığı yönünde görüş birliği içerisindeler. Bu doğrultuda, AB Daimi Temsilcisi Selim Yenel, Berlin’de 18-19 Ekim 2012 tarihlerinde düzenlenen bir konferensta, Türkiye’nin kendisini yalnız hissettiğini dile getirdi. Açıklamaları, Batılı güçlerin Suriye konusunda yeterli destek vermemesi dolayısıyla Türkiye’nin duyduğu hayal kırıklığını yansıtıyordu.
Birçok gözlemci Türkiye’nin Suriye krizinde giderek yalnız kaldığı görüşünde
Alman analist Günter Seufert, Türkiye’nin; Esad rejiminin düşmesinin iki üç ay kadar zaman alacağını hesapladığını, ancak Batı’dan destek gelmeyince kendisini çıkmaz sokağa soktuğunun farkına vardığını vurguladı. Deutsche Welle’de 7 Ekim 2012 tarihinde yayımlanan bir başka haberde, -Türkiye’nin yumuşak güç stratejisinden uzaklaşıp askeri caydırıcılık stratejisine geçmesiyle birlikte- Suriye ile savaşın; Irak, İran ve Rusya ile gerilim riskine girdiği belirtildi. Bu agresif tutumda büyük hırsların ve derin hayal kırıklıklarının da yeri olduğu vurgulandı. Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Katar gibi iki Sünni ülkeyle, Esad rejimine karşı tavır almasının, Esad’la yakın müttefik olan Şii İran ve Irak hükümetleriyle gerilimi arttırdığı vurgulanan haberde, ‘sıfır sorundan sıfır komşu konumuna gelindiği’ ifade edildi.
4 Ekim tarihinde İngiliz The Guardian gazetesinde yayımlanan Mohammed Ayoob imzalı makalede, Türkiye’nin Suriye bataklığına girdiği vurgulandı. Türkiye’nin Suriye’deki silahlı muhalefete verdiği desteğin hem idealist hem realist tarafları olduğunu belirten Ayoob, Ankara’nın, Suriye’deki rejim değişikliğinin hızlı gerçekleşeceğini hesapladığını; muhalefeti desteklemenin ekonomik ve stratejik çıkarları için en iyisi olacağını düşündüğünü; ancak bunda yanıldığını; işlerin beklendiği gibi gitmediğini ifade etti.
Alman Die Zeit gazetesinde 18 Ekim 2012’de yayımlanan “Yardım edin, yalnız kaldık” başlıklı makale şu şekilde başlıyor: “Türkiye komşularıyla uzun süre ‘sıfır sorun siyaseti’ izledi. Şimdi ise tüm komşularıyla uzlaşmazlık içerisinde. Gururlu ve kendinden emin Türkiye, artık kendisini tanıyamıyor.” Yazıda Türkiye’nin güvenliğini kaybettiği ve saldırıya açık hale geldiği ifade ediliyor.
İsviçre’nin Tagesanzeiger gazetesinde yayımlanan 15 Ekim 2012 tarihli bir makalede Christiane Schlötzer, etkili olmaya çabalayan Türk dış politikasının güçsüzlüğünün, İsraille yaşanan Gazze gerilimi ardından Suriye ile birlikte yeniden ortaya çıktığını belirtiyor. Başbakan Erdoğan’ın hiddetli açıklamalarının aslında kararlılıktan çok çaresizliğin bir işareti olduğu gerçeğinin altını çiziyor.
Gerçekten de Türkiye’nin Suriye politikasının yanlışlığı ortaya çıkan çelişkilerin giderek artmasıyla daha da belirginleşiyor. Avrupa’daki genel görüş, Türkiye’nin hesap hatasından dolayı -ulusal çıkarıyla bağdaşmayacak biçimde- Suriye’deki krizin içine girdiği ve bunun çok pahalıya mal olabileceği yönünde. Analizlere göre, hem halkın belli bir bölümünün hem de Rusya ve İran’ın desteklediği, parasal ve askeri güce sahip Esad rejiminin hızla düşeceğini düşünmek hayal ürünü bir beklentiydi. Gerçekçi olmayan bu beklenti üzerine kurulan dış politikanın da doğru olmadığı ortaya çıktı. Ankara, -Suudi Arabistan’ın ve ABD’nin tersine- kaçamayacağı bir bataklığa çekilme riskini barındıran bir dış politika izledi. Yorumlarda, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, neo Osmanlıcı büyük güç olma hayallerinin gerçeklikle bağdaşmadığı ve bu tür fantazilere Ortadoğu’da artık yer kalmadığı vurgulanıyor. Ülkenin yeterli öngörüde bulunamadan ve tahmin edilemez sonuçlarla bölgesel bir uzlaşmazlığın içine girdiği belirtiliyor.
Esad rejimi devam ettikçe, Türk dış politikası kendi yarattığı bu açmazdan kurtulamayacaktır. Açmaz, satrançta rakibin hareket alanını kısıtlamak için kullandığı en önemli stratejilerden birisidir. Ne yazık ki Türk dış politikası bu duruma, rakibe gerek kalmadan, kendi hamleleriyle düştü. Ankara’nın bu tutumunu yeniden değerlendirmesi oldukça önemli. Aksi halde, -Avrupalı gözlemcilerin de ifade ettiği gibi- Suriye bataklığı Türkiye bataklığı haline gelme riskini içeriyor.
*Can BÜYÜKBAY, Zürih Üniversitesi Siyaset Bilimleri Fakültesi doktora öğrencisi, canbuyukbay@access.uzh.ch