Adnan SERDAROĞLU*
Büyük bir ülkede yaşıyoruz ve ciddi sıkıntılarla başbaşayız. Her şey hızla, hatta baş döndürücü bir hızla değişirken, hiçbir şeyin değişmediği hissine kapılmak herhalde bizlere özgü bir durum olsa gerek. Çünkü bunca değişim içinde kısır bir döngüyü de hep birlikte yaşıyoruz. AB uyum yasaları ve her şeyin içine boca edildiği torba yasalar değme hukukçunun bile yetişemeyeceği boyutlara ulaştı. Emeğiyle geçinmek zorunda olan işçiler için ise sorunlar artarak devam ediyor.
Kavramları gerçek anlamlarından uzaklaştırmak
Kelimeler ve kavramlar artık gerçek anlamından uzaklaşarak veya uzaklaştırılarak, herkes için bir başka şey ifade eder hale gelir oldu. Oysa ortak dil dediğimiz şey tam da burada toplumların işine yaramaktadır. Kelimeler ve kavramlar da bunun için vardır. İnsanlar birlikte bir şeyleri paylaşırlar ve farklı düşünceleri olsa bile bu kavramların anlamı herkesçe aynıdır, aynı olmalıdır.
Kavramlar üzerinden bir parçalanma yaşamak; işte en kötüsü bu, ne yazık ki. “Açılım” deyince herkesin bir başka şey anlamasını, “demokrasinin” içeriğinden ve özünden tamamen kopartılmasını, “değişim” sözcüğünün pozitif etkisinin bile nice olumsuzluklara alet edilmesinin yanı sıra bu olumsuz durumun sıkça rastlanan örnekleri arasında sayabiliriz. Nihayetinde yazımıza konu olan “özgürlük” kavramı da bu hengamede harcanan sözcüklerden birisi olarak çoktan diğerlerinin arasına katıldı bile. Hele başlık konusu üstüne üstlük “sendikal özgürlük” olunca, hakikaten “kalem elden düşüyor;” ancak yine de düşürmeden yazmak zorundayız…
Türkiye’de çalışma hayatı ve sendikal özgürlükler, ne yazık ki, önce 12 Eylül askeri darbesi ve ardından da AKP uygulamaları ile malul durumdadır. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin hemen ardından 1983 yılında sermayenin emriyle 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu çıkartılmıştı. Bizler -yaklaşık 30 yıldan bu yana- gerek İLO sözleşmelerine gerekse çağdaş çalışma mevzuatına aykırı olan bu yasaların değişmesi için çaba sarf ettik. Söz konusu yasaların kaldırılarak, yerine İLO standartlarında yeni bir kanun çıkartılması gerektiğini, gerek ulusal gerekse uluslararası platformlarda defalarca ifade ettik. Şimdi yine sermayenin emriyle adı “yeni” ancak yaklaşım ve içerik olarak eskisi ile aynı olan yeni bir yasa çıkartıldı.
Bize göre değişen tek şey yasanın numarası oldu. Burada asıl vahim olan ise gerçekten de yasanın kendisi veya yasada yapılan değişiklikler değil, “bul karayı- al parayı” misali bir Ali Cengiz oyununun toplumun gözleri önünde gerçekleştirilmesidir. Konunun en şikayetçi ve mağdur tarafı olan işçi sendikaların gerçek taleplerinin göz ardı edilmesidir. Bu nedenle şimdi asıl sahip çıkmamız gereken şeyin toplumsal akıl, duyarlılık ve ortak bilincimiz olması gerektiğinin altını çizmek gerekiyor.
Mülga 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yer alan sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grev haklarını daraltan ve çalışanları tam bir cendere içine alan düzenlemelerin hemen hemen aynı biçimiyle korunduğu, hatta daha fazla sendikal hareketin özgürlüklerini elinde alacak olan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu Sözleşme Yasası ile birlikte çalışma yaşamındaki sorunlar büyüyerek devam edecek gibi görünüyor. Yasanın özünü ve ruhunu koruyup göstermelik olarak yapılan bu değişiklikler, bize göre iktidarın “bakın 30 yıldır değişmeyen yasaları da biz değiştirdik“ böbürlenmesinden başka hiçbir anlam taşımamaktadır. Çoğu zaman diğer konularda da yapılan bir illüzyon anlayışı burada da önümüze çıkmış durumdadır. Çünkü bu değişiklikler, yasakçı ve çağdışı yasaların ruhunu aynen koruyup iktidarın yerini sağlamlaştırmaya yönelik bazı düzenlemelerden başka bir şey içermiyor çalışanlar için. Yöntem bakımından sorunlu, içerik bakımından çok tartışmalı, sonuçları bakımındansa çok riskli böylesi bir dayatmaya elbette “çok iyi yaptınız ellerine sağlık demek” mümkün değildir. Biz tam 29 yıldır olduğu gibi bugün de -işçi sınıfı adına- demokratik, özgür ve çağdaş bir çalışma mevzuatı düzenlemesini savunduk bundan sonra da savunmaya devam edeceğiz.
Yasal düzenleme AKP’nin zihnini yansıtıyor.
Çünkü bu değişiklikler; sendikal hakları olması gerektiği biçimde düzenlemiyor, sendikal örgütlenme ve grev hakkına getirilen sınırlamaları ortadan kaldırmıyor. Düşürülmüş gibi yansıtılan sendikal barajlar, işçilerin örgütlenme iradesini zedelemeye devam ediyor. Bu biçimi ile yasalaşırsa, 5 milyon işçi için sendikaya üye olsa bile toplu sözleşme hayal olacak. Bir çok işkolunda işçiler yetkili sendika bulamayacak. Çünkü %10 olan baraj, %3’e düşerken, bazı işkollarının birleşmesi nedeniyle baraj %24’e kadar çıkıyor. Yasada tanınan 5 yıllık sürede, kimi yetkili sendikalar 10 kattan fazla büyümezse yetkisini kaybedecek. Kısacası yıllardır sendikaların tepesinde sallanan istatistik tehditlerinin yerini şimdi e-devlet sistemi almış görünüyor.
Sendikal özgürlüklerin genişletilmesi adına çıkartıldığı iddia edilen yasa, mevcut %10’luk barajı, %3’e indirdiğini iddia etse de, istatistiksel oyunlarla 2 katından fazlasına çıkartmakta; böylece daha en başta sendikaya üye olma ve toplu sözleşme yapma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Bir sendikanın yetki alabilmesi için gerekli olan %50+1 kişi işyeri barajı aynen devam etmekte, işverenlerin tespitle ilgili itiraz hakları korunmakta, arabulucu ve grev oylaması ile ilgili düzenlemeler yer yer ağırlaştırılarak yeni yasada da yer almaktadır.
İşçilerin sermayenin ve devletin iradesinden bağımsız olarak sendika seçme özgürlüğünün en belirgin göstergesi olan referandum ne yazık ki bu yasada da yoktur. Grev ile ilgili yasakların alanı genişletilmektedir. Dayanışma grevi, hak grevi ve genel greve yeni yasada da yer verilmemiştir. Dahası, bakanlar kurulunun grev ertelemeleri konusunda itiraz mekanizması kapatılmıştır. Güvencesizlerin, taşeronların örgütlenmesi konusunda, kolaylaştırıcı ve koruyucu hiç bir önlem yoktur. Herkes için tanınması gereken sendikal haklar kayıtlı işçilerle sınırlandırılmıştır. Daha önce tarafların mutabakata vardığı ve taslakta yer alıp 30’un altında işçi çalıştıran işyerlerindeki çalışanların sendikal tazminat almalarını düzenleyen maddenin son anda çıkartılması ise bu iktidarın çalışanlara bakışını gözler önüne sermesi açısından çok çarpıcı bir örnektir.
AKP Hükümeti -her zaman olduğu gibi- çalışma hayatını düzenleyen en temel yasa olan 6356 sayılı “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Yasası”nda da bildiğini okumuş; sadece “…mış” gibi yaparak, demokrasi ve özgürlükten nasibini almadığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Son olarak, bu iktidarın çalışma hayatına ve çalışanlara bakışındaki çarpıklığı ve sermaye kuyrukçuluğunu anlatması açısından çok anlamlı olduğunu düşündüğümüz bir başka örnek de borsa çalışanlarına grev yasağı getirilmesidir. Sermaye Piyasası Kanunu Tasarısı’nın 137. maddesinde yapılan bir düzenleme ile borsa hizmetlerinin tamamında grev yapılamayacağı belirtilmektedir. Hiçbir demokratik ülkede olmayan ve İLO sözleşmelerine aykırı olduğu halde, borsayı yani sermayeyi ve onun oyun alanlarını dokunulmaz olarak ilan eden bir zihniyet karşısında çalışma hayatında özgürlüklerden söz etmek ne kadar gerçekçi olur bilemeyiz.
Bütün bunlardan sonra yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Türkiye’de son yıllarda bir çok alanda yaşanan dezenformasyon çalışma hayatında da yaşanmakta, kavramların içi boşaltılarak her şey bir yanılsama içinde amacından uzaklaştırılmaktadır.
Son düzenlemeler ve ardından gelmesi muhtemel değişiklikleri de hesaba katarsak; 2013’te ve daha sonra da çalışma alanını, “özgürlükler alanı” olarak tanımlamak veya “sendikal özgürlük” kavramıyla birlikte anmaktan ziyade, yeni bir “köleleştirme düzeni” olarak adlandırmak daha gerçekçi olacaktır.
*Adnan Serdaroğlu, DİSK Genel Sekreteri, Birleşik Metal-İş Genel Başkanı, adnanserdaroglu@birlesikmetalis.com
Tekrar içindekiler sayfasına dönmek için tıklayınız