Tunç SOYER – Sakin Mücadele

İnsanlık çok uzun bir süre kendi aklının evrenin zekasından daha üstün olduğunu düşünerek yaşadı. Adına aydınlanma adını verdiği devrimi, insanı bir yanıyla başarılı bir tür haline getirirken, diğer yandan onun içine kapanmasına neden oldu.

Sanatı, felsefeyi ve ekonomiyi; özü itibariyle, sahip olduğu her şeyi doğasından ilham alarak var eden insanlığımız, bir an geldi, doğayla arasındaki tüm bağları kopardı. Kendini gezegenimizin tek muktediri görerek binlerce yıl yol arkadaşlığı ettiği nehirlerden, topraktan ve tohumdan ayrı düştü.

Bu türsel yalnızlık, geldiğimiz noktada yeryüzünün en yıkıcı felaketlerinden birini doğurdu: Kapitalizm. İklim krizi, çok açık bir şekilde, kendini hırsına emanet etmiş bir insan zümresinin yarattığı kapitalizmin sonucu.

Son iki yılı şöyle hızlıca bir zihnimizden geçirdiğimizde, aklımıza gelen ilk görüntüler maalesef afet, felaket ve salgınlar. Covid 19 pandemisi, tüm insanlığı, Türkiye’yi ve İzmir’i kendine biraz olsun dışarıdan bakmak zorunda bıraktı. Gördük ki, üzerinde yaşadığımız bu gezegenin, doğanın sağlığını korumadan kendi sağlığımızı da koruyamayız. Gezegenimiz iyiyse, biz de iyiyiz. O hastaysa, biz de hastayız.

İzmir’de son bir buçuk yıl içinde pandemiyi, depremi, seli, tsunamiyi, neredeyse doğal afetlerin tamamını yaşadık. Buradan, İzmir’in sakin ama kararlı mücadelesi doğdu. Unutan değil, hatırlayan; vazgeçen değil, ders çıkaran bir şehir olmak için çalışıyoruz. Ekoloji ile ekonomi arasındaki bağları yeniden tesis ederek, zenginliğin yerine bereketi koyuyoruz. İklim kriziyle mücadeleye, uzaklarda ve gelecekte değil, yerelde ve şimdiki zamanda başlıyoruz.

Birbirimizle, doğayla ve geçmişimizle olan yıkıcı ilişkimizi onarmak için aslında tek bir şey yapıyoruz: Dayanışmayı yüceltiyoruz. Dünyayı kendi içinden patlama noktasına getiren kapitalizmi, yaşadığımız coğrafyanın çok iyi bildiği bereket ekonomisiyle sınıyoruz. Başka bir yaşamı, insanlığın unuttuğu bu kadim temeller üzerinde yeniden ve yerelden inşa ediyoruz.

Doğayla uyumlu İzmir

Dünya Ekonomik Forumu 2021 Küresel Riskler Raporu’na göre, önümüzdeki on yılda insanlığın karşılaşacağı en büyük beş riskin dördü, iklim krizi ve doğayla ilgili. Bu gidişatı öngörerek “İzmir’in doğayla uyumlu yaşamın örnek şehirlerinden biri olmasını” 2020-2024 İzmir Büyükşehir Belediyesi stratejik planındaki yedi amaçtan biri olarak tarif ettik. Yeşil altyapıyı; tıpkı yol, kanalizasyon ve suya erişim gibi en temel vatandaşlık haklarından biri olarak tanımladık.

Stratejik planımızın ana ilkesi; İzmir’i var eden iki temel özelliği, ekolojik zenginliğini ve ekonomisini bir arada geliştirebilmek. Böylece, İzmir’in iklimi krizi ve doğal afetlere karşı dirençli bir şehir olmasını sağlamak. Şehrimizde insanların ve tüm diğer canlıların yaşam hakkını korumak.

Bu nedenle 2020 sonunda İzmir Büyükşehir Meclisi’nde onaylanan “İzmir Yeşil Şehir Eylem Planı” ve “Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı” başlıklı iki önemli çalışmayı tamamladık.

İklim Eylem Planı ile Büyükşehir Belediyemizin tarafı olduğu Başkanlar Sözleşmesi kapsamında ve AB’nin Paris İklim Anlaşması niyet beyanına uygun biçimde, İzmir’de 2030 yılına kadar sera gazını yüzde 40 azaltmayı hedefliyoruz. İzmir Yeşil Şehir Eylem Planı ise Türkiye’de ilk defa İzmir için hazırlandı. Bu iki planın özeti mahiyetinde olan „Doğayla Uyumlu Yaşam Stratejimiz“, İzmir’in bu alandaki tüm eylemlerini bütünleştiren bir ufuk tarif ediyor ve 25 yenilikçi proje örneği sunuyor.

İklim krizine karşı İzmir’deki mücadelemiz üç ana hedefe hizmet ediyor: Birincisi doğal afetlere dirençli bir şehir olmak, ikincisi refahı artırmak ve adil paylaşımını sağlamak, üçüncüsü ise biyolojik çeşitliliği korumak.

Çok değil, yakın zaman öncesine kadar şehir ve doğa; zihinlerimizde farklı, hatta tam birbirinin zıttı olarak görülüyordu. Şehir, hızlı, kabuğuna çekilmiş, kendi kültürünü yaratmış; evlerin, tiyatro ve sinemaların, beton yolların, fabrikaların oluşturduğu meskun bir alandı. Doğa ise, uzaktaydı. Yabandı. Birçoğumuz için sadece belgesellerde yaşıyordu. En iyi ihtimalle, bir noktadan diğerine giderken içinden geçilen bir manzara veya bir mesire alanıydı.

İklim krizi ile sessiz mücadele

İzmir’de bu durumu tersine çeviriyoruz. İklim kriziyle mücadele için kentsel ve kırsal alanları bir bütün halinde planlıyoruz. Kentsel tasarımın ana odağını, metropol merkezi yerine kenti ve kırı birbirini bağlayan geçiş sathına taşıyoruz. Böylelikle, doğal afetlerin ve kentsel saçaklanmanın en ağır tahribatı verdiği kent ve kır geçiş hattını kaderine terk etmek yerine; ekoloji ve ekonominin müşterek gelişiminin, yani şehrin dirençliliğinin anahtarı haline getiriyoruz. Bugün birbiri ile neredeyse hiç konuşmayan kentsel katmanlar arasında fiziksel, ekonomik ve kültürel bağlar kuruyor, İzmir’i döngüsel şehir ilkeleriyle yönetiyoruz.

İzmir’in İklim Eylem Planı ve Yeşil Şehir Eylem Planı’nı hazırlarken Türkiye ve dünyada konu hakkında birikmiş tüm teori ve deneyimleri bir araya getirdik. İzmir’in doğayla uyumlanabilmesi için dört temel adım belirledik: Bunların ilki doğanın şehre nüfuz edebilmesi. İzmir’in çeperindeki doğal alanlarda yaşayan canlıların yeşil koridorlar aracılığıyla kent merkezine erişebilmesi. İkinci uygulama başlığımız, insanların doğaya nüfuzunun yönetilmesi. Yani şehrimizde yaşayan insanların kırsal alanlara doğal dengeyi bozmayacak, zarar vermeyecek şekilde erişmesi.

Üçüncü başlığımız, İzmir’de döngüsel ekonomiyle ilgili çalışmalarımız. Bu kapsamda kent ve kır arasında doğrudan ekonomik bağlantılar kuruyoruz. Son olarak, İzmir’deki kırsal alan ile metropol alanı arasındaki kültürel bağları çoğaltmayı hedefliyoruz. Şehir merkezinden kırsal alanlara uzanan beş İzMiras Rotası, bunun en önemli yöntemlerinden biri. Bu rotaları inşa ederek, şehir merkeziyle kırsal alanın kültürü arasında bağ kurmayı ve sosyal açıdan birbirinden kopuk farklı mahalleleri birbiriyle buluşturmayı hedefliyoruz.

Tüm bu paylaştıklarımı bir araya getiren yaklaşımımız ise CittaSlow Metropol kavramı. 12 Haziran 2021’de İtalya’da düzenlenen Uluslararası CittaSlow Birliği’nin Genel Kurulu’nda İzmir dünyanın ilk CittaSlow Metropol kenti ilan edildi. Uluslararası CittaSlow Birliği 1999 yılında kurulmuş ve dünyada 30 ülkede 277 kente yayılmış bir yerelden kalkınma modeli. Bu birliğin amacı kentlerin kimliklerine, tarihlerine, geleneklerine ve doğasına sahip çıkması.

CittaSlow hareketi, bir şehirde geçmişin ve geleceğin aynı anda yaşanması anlamına geliyor. Bir kentin hem geçmişini koruyor hem de geleceğini güvence altına alıyor.

CittaSlow’un logosu olan salyangoz, birbirimizle ve doğayla uyumun önemini simgeliyor. Salyangozlar, antenleri sayesinde dünya ile iyi ilişki kuruyor. Sakin bir şekilde ilerlerken, arkasında iz bırakıyor. Sert kabuğu sayesinde içindeki değerleri koruyor. Salyangoz, insanın bu gezegendeki var oluşundan çok daha eskiye giden bir geçmişe sahip. Bunu, doğanın ritmiyle uyumlu bir hızla yol almasına borçlu. Bu nedenle salyangoz dünyanın birçok yerinde doğayla uyumlu yaşamın simgesi kabul ediliyor.

CittaSlow Metropol, bir metropolü küçültme veya geçmişe dönme projesi değil. Tersine, Citta Slow Metropol, iklim krizinin yaşandığı bir çağda geleceğin şehirlerini inşa etme projesi. Bu hareketin başlangıç noktası şöyle de özetlenebilir: Şehirlerimizi yeniden içinde dinlenebildiğimiz bir yuvaya dönüştürmek.

Kent ekosistemine yeni bir anlayış getiren CittaSlow Metropol ilkeleri altı ana başlık altında toplanıyor: Toplumsal katılım, kentsel direnç, herkes için gıda, iyi yönetişim, hareketlilik ve sakin mahalleler. İzmir Büyükşehir Belediyesi iklim kriziyle mücadele için Citta Slow Metropol’ün altı ilkesiyle uyumlu çok sayıda proje yürütüyor.

Mevcut koşullara uygun çözümler

Kuraklık; bu sene yağmur yağdı, bu ay az yağdı, bu ay çok yağdı ikileminden daha karmaşık bir konu. On yılların sonucunda ortaya çıkan bir sorunun bir ay çok yağış olmasıyla değişmesi mümkün değil. İklim krizinin, çok daha derin kökleri var. Bu nedenle bizim artık kendimizi yeniden planlama mecburiyetimiz var. Kıt su varlığının giderek azaldığı gerçeğiyle yüzleşerek, döngüsel bir ekonomi geliştirmek mecburiyetindeyiz.

Hal böyleyken, Türkiye’de su kaynaklarının %77’si tarımsal sulamada kullanılıyor. Ekildiği iklime uygun olmayan vahşi sulama yöntemlerinin kullanıldığı ürünler, su kaynaklarımızı tükettiği gibi yüksek girdi maliyetine neden oluyor. Kırsal alandaki yoksulluğu ve kuraklığı büyütüyor, köyden kente göçü hızlandırıyor.

“Başka Bir Tarım Mümkün” diye tarif ettiğimiz İzmir Tarımı ile atalık tohumları ve yerli ırkları teşvik ediyoruz. Bu sayede su tüketimi ve girdi maliyeti düşük bir tarım ekonomisine geçiş yapıyoruz. Küçük üreticiyi destekleyerek, katma değeri yüksek ürünlerin paketlemesinden, markalaşmasına kadar tarladan sofraya bütün bir süreci destekleme programımıza dahil ediyoruz. Doğrudan gelir artışına odaklanan bir tarım ekonomisi inşa ederek hem kuraklık hem de yoksullukla mücadele ediyoruz.

Dünyada hiçbir şey, bir sabah uyandığımızda kendiliğinden daha güzel bir hale gelmeyecek. Şayet dünyamız, ülkemiz ve şehirlerimiz daha iyi yönde değişecekse biz bunu dişimizle, tırnaklarımızla, tüm engellere rağmen koruduğumuz kararlı duruşumuzla başaracağız.

Bugün geldiğimiz noktada iklim krizinin çözümünde birbirinden ayrık yaklaşımların işe yaramayacağı açıkça görülüyor. Artık sadece kendi mahallemiz, semtimiz, ilimizdeki değil dünyanın her yerindeki nehre, dağa, denize ve göle, ağaca, canlıya ve bir bütün olarak doğaya karşı sorumluluğumuz var. Sadece evimizin yanı başındaki dereye, ormana, sulak alana değil nerede olursa olsun, doğaya verilen tahribata karşı birlikte dur demeliyiz.

İklim krizine karşı teknolojinin tek başına değil, kültürle birlikte dönüştüğü bir dünyayı hayal etmek zorundayız. Eylül 2021’in başında İzmir’de gerçekleşen Dünya Belediyeler Birliği Kültür Zirvesi’nde dünyanın bu çok ihtiyaç duyduğu kültürel dönüşüm yeni bir kavram olarak tarif edildi: Döngüsel kültür. Bu kavram dört bileşenden oluşuyor: Doğayla, birbirimizle, geçmişimizle ve değişimle uyum.

Biyosfer dediğimiz kısa boylu bir katmandaki tüm kuvvetler, sürekli olarak devinim halinde bir yumak gibi karışmaya, ayrışmaya ve birleşmeye devam ediyor. Tüm bu karmaşıklığın özünde ise bir arada yaşam, uyum ve sadelik var. Doğayla, geçmişimizle, birbirimizle ve değişimin kendisiyle ilişkimizi yeniden kurarken bu sade özün bizzat kendisinin yönlendireceği sakin bir mücadeleye ihtiyacımız var.

Belki de iklim kriziyle mücadelemizin anahtarı, Anadolu insanının tohum ekerken kullandığı şu yalın ifadedir:

“Kurda, kuşa, aşa”

İki doğaya, bir aşa.

*Tunç SOYER
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı
tunc@tuncsoyer.net