Tuba TORUN – Enkazı Kaldırıp Ülkeyi Yeniden Kurmak

Tuba TORUN
Avukat
avtubatorun@gmail.com

Kamusal hayat hiçbir zaman statik olmamıştır. Kimi zaman yavaş yavaş “reform” dediğimiz düzeltmeler kimi zamanda “devrim” dediğimiz köklü değişimler olur. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu duruma baktığımızda bir “devrim” ihtiyacı olduğu açıkça görünüyor. Ancak mevcut siyasi koşullar ve siyasi aktörlerin söylemleri “reform” ihtimalinin daha güçlü olduğunu gösteriyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1950’de girdiği ve 1980 darbesi ve 2002 yılında AKP’nin iktidara gelişi ile güçlenen muhafazakar sağ yapılanma, arkasında bir enkaz bırakarak çöktü. Bu enkazı temizleyip yeni bir yapı inşa etmek gerekiyor. Devrim ihtiyacı buradan kaynaklanıyor. Ancak siyasetin gerginliği dolayısıyla bu devrim gerçeği reform olarak sunuluyor.   

Türkiye’nin son 20 yılında, istisnasız her kesimden ve kimlikten insanlar olarak, üzerindeki molozun, engebenin, tozun pisin katman katman arttığına şahit olduk. O yığının altında yalnız insanlar değil, hayvanlar ve ağaçlar da kaldı. Cennet vatan, gün be gün çöle döndü. 14 Mayıs genel seçimleri öncesi -hakiki demokrasiye inananlar olarak dileriz ki, AKP iktidarının bu son günlerinde- insanlar adalete susamış, yiyecek ekmeğe muhtaç birbirlerine saldırır vaziyette sandığa gitmeye hazırlanıyorlar.

Ülkenin içinde bulunduğu vahim noktada, seçimlerin büyük olasılıkla Millet İttifakı lehine sonuçlanacağı öngörülüyor. Peki, öngörünün gerçekleştiği varsayımında, ülkeyi A’dan Z’ye nasıl toparlayacağız, nasıl yeniden nefes alır hale getireceğiz? Herkesin aklındaki tek soru bu.

Küresel krizler

Diğer yandan, toplum olarak o kadar içe kapandık ki, sınırlarımız dışında neler olup bittiğine bakamıyoruz bile. Dünya üç krizle birlikte boğuşuyor. Birinci kriz iklim krizi. Dünyanın büyük bir bölümünün çölleşmesi ve beklenmeyen doğa olayları dolayısıyla göç ve gıda krizi kapıda. İkinci büyük kriz, stratejik kriz. Rusya, Çin, Hindistan gibi ülkeler hızla güçlenerek ABD-AB hattının kurup sürdürdüğü dünya düzenine meydan okuyor. Stratejik kriz bizim adımıza tehditler ve fırsatlar doğuruyor.

Üçüncü ve bizi en yakından ilgilendiren kriz ise ekonomik kriz. Dünyada büyük bir gelir adaletsizliği ve bu adaletsizliğin tetiklediği bir başkaldırı var. Milyarlarca insan açlık ve yoksullukla boğuşurken bir avuç zenginin zenginliği arttıkça artıyor. Sonuçta, dünyada enflasyon, borçlar ve faizler yükseliyor. Bu da bizim gibi borçlu ülkelerin geleceğini karartıyor. Bütün bu riskleri biz yok sayıyor ve sadece sınırlarımızın içine bakıyoruz. Çünkü dünyaya bakamayacak kadar birincil ve ağır sorunlarla boğuşuyoruz.

Türkiye’nin yeni döneminde, bir inşa sürecine girmeden önce, mevcut durumun yani çürüklerin, boşlukların, fazlalıkların tespiti ile bu arızaların nasıl giderileceğine ilişkin bir yol haritasının çıkarılması gerekiyor. Bu süreç dahi başlı başına ciddi bir zaman alacak.

Demokratik bir ülkede, kurumsal devletin de adaletin de özgürlüklerin de kaynağı anayasadır. Güvencesi ise yargı kuvvetidir. Demokratik bir toplumun yeniden inşası için bu üç unsurun da sağlıklı bir işlerlik kazanması önemlidir. Tüm bu unsurlar, “kurallar, kurumlar ve kadrolar”dan oluşan üç sacayağı üzerinde faaliyet gösterir. Sağlıklı işleyiş için bu üç ayağın da yere sağlam basması gerekir.

Kural, kurum, kadro

“Kurallar” için özetle bir ülkenin yazılı hukuk kuralları denebilir. Anayasadan aşağı doğru uzanan tüm yasalar, tüzükler, yönetmelikler ve diğer mevzuat bu kapsamda yer alır. Adaletten ve özgürlükten ne anladığınıza bağlı olarak, iyileşme için öncelikle tüm bu kuralların en iyi hale getirilmesi gerekir. Türkiye özelinde, 2017’de son antidemokratik darbeyi alan Anayasa’nın değiştirilmesi elzemdir. Asli kurucu iktidar olarak, yeni baştan yazmaya bir lüzum olmamakla birlikte, türev kurucu iktidar olarak yapılacak bir dizi önemli değişiklikle Anayasa’yı demokratik bir yapıya kavuşturmak, hak ve özgürlükleri teminat altına almak yeni dönemde yapılması gereken ilk iş olmalıdır. Millet İttifakı’nın güçlendirilmiş parlamenter sistem adı altında üzerinde mutabakata vardığı bir uzlaşma metni mevcut. Bu uzlaşma metni doğrultusunda, en hızlı şekilde değişikliklerin hayata geçirilmesi, inşa için temel atmak anlamında hayatidir.

“Kurumlar” da bu kurallarla düzenlenecektir. Modern devlet anlayışında, akılcı bireyin ön plana çıkması aynı zamanda bir karmaşayı da beraberinde getirmiş olup, bu karmaşa hukuk eliyle düzene sokulmuştur. Kurumsal devletin temel yapı taşları olan kurumlar da hukuk düzeninin bir nevi istasyonları olup belirli bir disiplin içinde var gücüyle çalışmak durumundadır. Adalet, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar demokratik bir devlette bu kurumlara içkindir. Söz konusu kavramların bu kurumlarda vücut bulabilmesi için kuvvetler ayrılığı prensibinin en ufak bir taviz vermeksizin uygulanması büyük önem taşımaktadır. Adalet de, özgürlükler de, sağlıklı bir toplum da ancak yasama, yürütme ve yargının net şekilde birbirinden ayrı olduğu ve birbirlerinin yetkilerini gasp etmediği bir güvenli sistemde inşa edilebilecektir.

Ne var ki, kuralların demokratik anlamda “mükemmel” hale getirilmesi, kurumların kuvvetler ayrılığı çerçevesinde eksiksiz şekilde var olması ve çalışması, o ülkenin tam demokratik hale geleceği ve refaha kavuşacağı anlamına gelmez. Bu kuralları, mevcut kurumlarda en etkin şekilde uygulayacak “kadrolar”a ihtiyaç vardır. Elbette bu kadroların liyakat esasına uygun olarak seçilip yerleştirilmesi en önemli husus olup, bağımsız ve tarafsız organlarca denetlenmeleri de büyük önem arz etmektedir.

Bu üç düzlemde, en başta belirttiğimiz üzere öncelikle çürümüş, sorunlu işleyen, aksayan kısımların tespiti, sonrasında da açıklanan esaslara uygun şekilde yapım sürecine geçilmesi gerekmektedir.

AKP iktidarı süresince, “kurallar”la, iktidarın bekası ve menfaati için fazlaca oynandı. Örneğin, yalnızca Kamu İhale Kanunu, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana 192 kez değiştirildi. Anayasa değişikliği için 3 kez referanduma gidildi. Her defasında “darbe anayasası” gerekçesiyle güya daha özgür bir çerçeveye oturtulması amaçlandı; fakat aksine yürütmenin yetkilerinin tehlikeli şekilde genişletildiği, yasamanın pasifize edildiği, yargının yürütmenin iradesine tabi tutulduğu, özetle kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı uzun, çok uzun bir dönemin içinden geçmek zorunda bırakıldık toplum olarak. Gelinen noktada, AKP iktidarının ülkeyi devraldığı şartların on yıllarca gerisine fırlatılmış durumdayız. Ülkede açılan derin yarayı kapatmak ne yazık ki kolay olmayacak. Yol almamız için ise aynı şekilde onlarca yıl gerek.

Yeniden inşa sürecinde, demokratik şartların en hızlı şekilde oluşturulması ve demokratik bir ortamda, eğitimden sağlığa, üretimden istihdama, yargıdan toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar her alanda hazırlanan programlara ihtiyaç var. Ve elbette hazırlanan programların en sıkı ve istikrarlı şekilde uygulanmasına. Hepimiz biliyoruz ki, yıkmak kolay olan. Asıl zorluk “yapmak”ta. Bizlere emanet edilmiş bu ülke için üzerimize düşeni layıkıyla yerine getirmek, hepimizin yurttaşlık görevi. Yaşadığımız sayısız olumsuzluğa rağmen inançla ve umutla işe koyulmalı, bir tuğla da biz koymalıyız.