marx_statue_mini

Tanju TOSUN – Derin Yalnızlık Çağında Sosyal Demokraside Kriz Tartışmaları

Sosyal demokrat ideoloji ve partilerine ilişkin olarak, küreselleşme öncesi zamanlar ve Refah Devleti düzeni koşullarında varolan seçmen mutabakatı dikkate alındığında, son çeyrek asırdır yaşananlar ışığında gerek sosyal demokrasinin gerekse partilerinin bir mutabakat yitimiyle karşı karşıya kaldıklarına şüphe yok. Tabii ki mutabakat yitiminin faturasını tek başına sosyal demokrasi ve partilerine kesmemek koşuluyla. Kanımızca çeyrek asırdır sosyal demokrasi ve partilerinin yaşadıkları mutabakat yitiminde, yeni şeyler söyleyememelerinden ziyade, neoliberal ideolojik referans ve iktidar pratiklerinin kitleler nezdindeki uyuşturucu etkisidir. Bu noktada sosyal demokrasinin sorumluluğu küreselleşmeyi doğru okuyamamalarıyla da ilişkilidir. Batı sosyal demokrasisinin iktidar pratikleri küreselleşmeyi ya Clinton, Schröder ve Blair gibi sosyal hakların törpülenmesini, piyasalaştırma ve küreselleşmeyi içeren neoliberal gündemi oldukça dizginsiz biçimde benimseme yolunu seçmişler ya da küreselleşmeyi topyekün reddiyeye yönelmişlerdir.  Toptan reddiye de toptan kabul de seçmenlerin sosyal demokrat partilere yabancılaşmasına neden olmuştur. Neoliberal modernleştirmeyi savunan topyekün küreselleşmeciler 2000’li yıllardan beri sosyal demokrasinin ana seçmen kitlesini kaybetmesine, ağırlığını işçilerin oluşturduğu kitlenin milliyetçi ve liberal karşıtı popülist sağ partilere yönelmelerine neden olmuştur.  “Küreselleşme karşıtları” da pür ulusal bir sosyal devlet bağımsızlığı düşüncesi nedeniyle alternatif sunamadıkları için[i] doğal müttefiklerini süratle sağ popülist otoriter partilere kaptırmışlardır.Oysa ki; neoliberal küreselleşmenin sosyoekonomik yapıda yol açtığı tahribatlar nedeniyle, neoliberalizmin ideolojik temsilcileri yerine, sosyal demokrasi ve partileri alternatif haline gelebilirdi. Alternatif olanı inşa etmek için neoliberal ideoloji ve iktidar pratiklerinin yol açtığı tahribatı tanımlaması ve alternatifler üretmesi gerekiyordu[ii]. Sosyal demokrasi bunda yetersiz kalmıştır. Sosyal demokrasinin bu noktadaki şanssızlığını da göz ardı etmemek gerekir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ideolojilere dair aktüel tartışmalar arasında öne çıkan; sosyal demokrat ideoloji ve bu ideolojiyi benimsemiş partilerin keskin bir siyasal referans ve temsil krizi yaşadıklarıdır. Bu tartışmada ideoloji olarak sosyal demokrasi ve partilerinin özellikle Batı demokrasilerinde kitlelere vaat edecekleri yeni politikaların ve söylemlerin tükendiği iddiası çarpıcıdır. Bunun kanıtlayıcıları olarak takdim edilen ise; sosyal demokrat partilerin küreselleşmeye dair takındıkları tavır ve seçmen nezdindeki desteklerinin belirgin biçimde azalmasıdır.

Sosyal demokrat partilerin küreselleşmenin hakimiyeti öncesinde, iktidar oldukları coğrafyalarda refah devletinin çıktılarını topluma sosyoekonomik anlamda sunmalarının ardından yaşanan ‘Yeni Zamanlar’da kapitalizmin salt kar odaklı üretim anlayışı, sosyal mobilitenin ulusal sınırları göç yoluyla aşındırması, iletişim ve teknolojide yaşanan gelişmelerin bireyleri “ekran bireyi”ne dönüştürerek yalnızlaştırması, kimliklerin kamusal alanda öne çıkışı, sanayileşmenin yol açtığı çevre tahribatları sosyal demokrasi için öngörülemeyen, öngörülse de hızla alternatif çözüm geliştiremedikleri sorunlarla karşı karşıya kalmalarına yol açmıştır. Bu sorunlar karşısında, kitlelerin yaşadıkları sorunlara gösterdiği iki kademeli refleksten söz edilebilir: İlk refleks örgütlü siyaset ve toplum kurumlarına karşı var olan ilgilerinin azalarak, hayatın anlamını politik ve toplumsal olanın dışında aramaya yönelmeleridir. Siyasal partilere üyeliğin azalması, seçimlere katılımın düşmesi, klasik sivil toplum örgütlerinin zayıflaması, yeni toplumsal hareketlerin yükselmeye başlaması örgütlü siyaset ve toplumsal alanda yaşananlardır. Neoliberal ekonomi politikaların neden olduğu tahribat ise kendisini işsizlik, yoksullaşma şeklinde gösterirken, siyasal ve toplumsal açıdan kimlik politikaları, İslamofobi, sözde din adına terör de batı toplumlarında görünür haldeydi. İkinci refleks ise bu sorunlar karşısında seçmenin sağ ve sol popülist partileri yönelmesi olmuştur. Sosyo-ekonomik yapısal değişimin yaşandığı ‘Yeni Zamanlar’da sosyal demokrat ideolojiyi referans alanlar ya küreselleşmeyi toptan kabul ya da ulusalcı-milliyetçi referanslarla redde yönelmişlerdir. Sosyal demokrat partilerin Büyük Britanya’da İşçi Partisi’nin son seçim başarısı bir yana bırakıldığında, Almanya, Hollanda, Fransa, Doğu Avrupa ülkeleri, Danimarka, İsveç’te seçmen nezdinde itibar kaybetmesi Yeni Zamanların ruhu dikkate alındığında daha iyi anlaşılabilir. Özellikle 2008’de yaşanan ekonomik kriz bu kez sosyal demokrat partiler kadar, liberal sağ partileri de etkilemiş, sağ popülist-milliyetçi partiler ve popülist liderleri yükselişe geçmiştir. Nitekim AB üyesi devletlerden örnek vermek gerekirse, 2008’de İtalya’da yüzde 8 olan aşırı sağ partilere oy verme oranı 2018’de yüzde 50’lere, Polonya’da yüzde 32’den yüzde 51’e, Fransa’da yüzde 13’ten yüzde 27’ye, Macaristan’da yüzde 43’ten yüzde 65’e yükselmiştir. Bu partilere yönelen seçmenler arasında geçmişte sosyal demokrat partilere oy vermiş azımsanmayacak bir seçmen kitlesi de bulunduğu yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Bu kitlenin sosyal demokrat partiler yerine sağ milliyetçi-popülist partilere yönelme nedeni sosyoekonomik ve politik yapısal koşullardır ki bunlar; 2008 ekonomik krizinin neden olduğu ekonomik tahribatlar, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin tetiklediği göçmen krizi, yabancı düşmanlığı ile İslamofobidir. Sosyal demokrat partiler geliştirecekleri söylem ve politikalarla geniş kitlelerin bu uç partiler yerine kendilerine yönelmelerini sağlayabilirlerdi. Fakat, bunu sosyoekonomik ve kültürel kapsayıcılık temelli politikalar izlememeleri nedeniyle başaramamışlar, seçim kaybetmeme adına zaman zaman ideolojik sessizliğe gömülmüşlerdir.

Türkiye’de Sosyal Demokrasinin Gelişememe/Kriz İkilemi

Türkiye’de sosyal demokrasinin hal-i pür melalini bir kriz olarak değerlendirmek yerine, meseleye bir gelişememe sorunu olarak bakmak daha doğru olacaktır. Görece erken bir tarihte gündeme gelen sosyal demokrasi, belirli dönemlerde gelgitler yaşadığı gibi, ne Batı tipi bir sosyal demokrasiden ne de küresel çevrede yükselen “peripheral sosyal demokrasi”den sözetmek kolay değildir[iii]. Gelişememe sorununun ülkemiz örneğinde tarihsel ve güncel nedenleri olmakla birlikte, bu sorunu bir kriz olarak düşünemeyiz. Çünkü kriz, belirli bir mekanizma ya da olgunun belirli bir gelişim aşamasında yaşadığı yapısal sorunlar olarak düşünüldüğünde, Türkiye için sosyal demokrasi henüz o gelişim aşamasına ulaşmamıştır. Türkiye’de sosyal demokrasiyle özdeş anılan CHP’nin misyonunun devlet kurucu aygıt ve devlet ideolojisinin taşıyıcısı parti olarak kurgulanması tarihsel olarak bu partiye dayanışmacı korporatist bir misyon yüklemişti. Bu durum doğal olarak başta emekçi kesimlerde olmak üzere devletten özerk bir yapının oluşumuna engeldi. 1960’larda CHP’nin ideolojik yeniden yapılanmasıyla bu durum önemli ölçüde aşılmış olmakla birlikte, rejimin vesayetçi-otoriter karakteristiği özellikle emekçi kesimlerin kendilerinin siyasal alanda ifade edilmesini önlemiş, rejim merkezin uzağındaki sol ve sağ ideolojilere büyük ölçüde kapalı olmuştur. Diğer yandan, Batı deneyimleri göstermektedir ki sosyal demokrasi sanayileşmenin belirli bir aşamasında olan kapitalist toplumlarda siyasal karşılık bulmaktadır. Oysa ki 1950’lerden günümüze niceliksel olarak olmasa da niteliksel olarak halen batı tipi kentleşmiş, sanayileşmiş sınıflı bir toplum yapısının yokluğu sosyal demokrasinin sosyolojik zeminin dar kalmasına zemin hazırlamıştır. Başka bir unsur; sosyal demokrasi kimlikleri kapsayıcı ama  kimliklerin ötesinde bir siyaset tasavvuruna sahip olmakla birlikte, küreselleşme, postmodernizm etnik, dinsel kimlikleri siyasal temsilin merkezine yerleştirince, sosyal demokrasinin kimlik üstü demokratik siyaset tasavvuru daralmıştır[iv]. Kitle partisi anlamında ilk sosyal demokrasi deneyimlemesi önce 1960’larda CHP’de Ortanın Solu, 1970’lerde Demokratik Sol ideolojik yeniden yapılanmayla başlasa da, 12 Eylül darbesi ve rejimi sosyal demokrasinin yaşam alanı olan örgütlü toplumu yasaklayıcı rejimiyle daraltmıştır[v]. Ardından uygulamaya konan neoliberal ekonomi politikalarına duyulan tepki bir ara SHP’yi etkili bir aktör haline getirse de, 1990’larda yükselişe geçen etnik ve dini kimlikler sosyal demokrasi ve demokratik solun temsilcileri DSP ve CHP’yi seçimlerde yüzde 20’lerin üzerine taşıyamamıştır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliği CHP’yi sosyal demokrat kimliğe büründürme adına önemli açılımlar yapsa da, partinin seçmen profiline egemen olan siyasal değerler, iktidar partisinin sosyal yardımlar üzerinden inşa ettiği dayanışma ağları, toplumsal yapıda muhafazakarlığın yükselişi gibi nedenler ülkemizde halen sosyal demokrasinin gelişiminin önündeki engeller olarak değerlendirilebilir.

Bugün Batı demokrasilerinde sosyal demokrasinin yaşadığı kriz demokrasinin yapısal sorunlarından, demokratik değerler, ilkeler ve aktörlerin yerine seçmen iradesiyle konan otoriter-popülist değerler, ilkeler ve aktörlerden ayrı düşünülemez. Yaşanan ekonomik durgunluk ve siyasal istikrarsızlığın ardından yükselen neo-milliyetçi otoriter popülizmin karşısında, öncelikle Türkiye örneğinde düşündüğümüzde demokrasi tarafları arasında demokratik siyasal uzlaşının inşa edilmesi gerekir. Genel anlamda ise sosyal demokrasinin seçmen nezdinde yeniden kitleselleşmesi için, ekonomik gelişme adına insanı ihmal etmeden, sürdürülebilirlik ve sosyal kapsayıcılık temelli yeni bir sosyal demokrat siyaseti kurgulamak ve inşa etmek elzemdir.

*Tanju TOSUN
Prof. Dr., Uluslararası İlişkiler
tanjutosunege@gmail.com



[i] Siebo Janssen;  “Avrupa Sosyal Demokrasisinin Geleceği Var mı?” Politeknik, Mayıs-Haziran 2017, S:17’den aktaran Cezmi Doğaner; “Avrupa’da Sosyal Demokrasinin Krizi”, http://www.toplumcudusunceenstitusu.org/makale-detay/327/avrupa-da-sosyal-demokrasinin-krizi

[ii] Sosyal Demokrasinin ilkeleri konusunda bkz. Gülgün Erdoğan Tosun; Sosyal Demokrasi ve İlkeleri, Alabanda Akademi Yayıncılık, İstanbul, 2016.

[iii] Türkiye İçin Sosyal Demokrasi Zorluklar ve Fırsatlar, der. Yunus Emre, Burak Cop, SODEV Kitaplığı, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2015, s.18.

[iv] A.g.e., s.18-22.

[v] Ayrıntılı bilgi için bkz. Tanju Tosun; Sosyal Demokrasinin Tarihi (Sosyal Demokrasi Dizisi), Alabanda Akademi Yayıncılık, İstanbul, 2016, s.35-66.