IMG_5874

Söyleşi: Eski CHP Milletvekili, Gazeteci Barış YARKADAŞ

Arkadaşımız Ece ÖZTAN’ın Eski İstanbul Milletvekili Gazeteci Barış YARDAKAŞ ile yaptığı söyleşi.

Gerçek bir seçim sürecinden söz edebilir miyiz? Seçmenler cephesinde coşku kadar kaygı da hakim İstanbul seçimlerinin iptali sonrasında

31 Mart seçimlerinin hemen ardından ısrarla AKP’nin YSK’nın üzerinde baskı kurarak seçimleri yeniletmeye çalışması, özellikle İmamoğlu’na oy veren seçmenlerde büyük bir kaygı yarattı. Yurttaşlar şunu düşündü: “AKP bu seçimleri yenilettiyse mutlaka bir oyun planı vardır, çünkü kazanamayacakları hiçbir seçime girmezler” diye düşünüyorlardı. Bu seçim sürecinin başlaması ile birlikte yurttaşların kaygılarının biraz daha azaldığını, Ekrem İmamoğlu’nun sahaya inmesiyle birlikte kaygılarının daha geri plana itildiğini ve kazanma umudunun öne çıktığını görüyoruz. Bunda en büyük etken kuşkusuz ki 31 Mart seçimlerinde seçmenlerimizin, yurttaşlarımızın kazanma deneyimlerinin oluşması ve uzun yıllar sonra CHP ilk kez büyükşehirlerde başarı göstermesi. 23 Haziran bunun tekrarı olacak. Bir nevi 31 Mart seçimleri bilgisayardaki ön izleme sistemi gibi oldu. 31 Mart tablosu bir ön izleme sonucudur. Bu seçimler tekrarlansa bile kazanabileceğimizi gördük. 31 Mart seçimlerde sandığa gelmeyen 300 bine yakın seçmeni var. AKP ve MHP’de 500 bini biraz aştığını görüyoruz. Bu seçimin kazananı 31 Mart’ta sandığa getiremeyen ancak 23 Haziran’da seçmenini sandığa getiren parti olacak. Bu konuda CHP’nin daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü sandığa gitmeyenler umudunu kaybedenlerdi. Oysa şimdi durum farklı. Bu bariyer aşıldı. 24 Haziran seçimlerinde yaratılan hayal kırıklığı bir öfkeye, bu öfkenin de 31 Mart’ta umuda dönüştü. Hem 31 Mart’ta oy veren hem de sandığa gitmeyen İstanbul seçmeni sandıkta hesap sormak için sabırsızlanıyor. AKP ve MHP’ye sandıkta bir an önce ders verilsin motivasyonu var. CHP’nin mahallerde buna yönelik bir planlama yapıldı ve girişimler var. Sandığa gitmeyen seçmenlere yönelik.

İktidar bloğu karşısında İmamoğlu’na verilen destek artacak mı?

HDP seçmeninin CHP ve Ekrem İmamoğlu’na verdiği desteğin de altını çizmek gerekiyor. Bu, başka şehirler için de geçerli. Ankara, Adana, Antalya’da, Mersin’de… Selahattin Demirtaş’ın çağrısı hem de HDP seçmeninin bu çağrıya yanıt vererek CHP’ye destek vermesiydi. Bu tavrın 23 Haziran’da da devam edeceğini görüyorum. HDP seçmenin bu konuda herhangi bir tereddüdü yok. AKP hükümetinin İmralı’ya avukatları göndererek Öcalan’la görüşme yaptırması veya Öcalan’ının ıslak imzalı bir mektup yayınlayarak bazı mesajlar vermesinin de AKP lehine hiçbir sonuç yaratmadığını görüyorum. O görüşmelerin tamamen Suriye ve İran odaklı olduğunu; özellikle NATO’nun Suriye’nin yeniden düzenlenmesine ilişkin görüşmelerin bir ayağı olduğu ortaya çıktı. Bu nedenle HDP seçmeni AKP’nin Kürt sorununa dair söyleyecek hiçbir sözü kalmadığını bildiği için AKP lehine herhangi bir pozisyon almaz. Elbette benim HDP seçmenin iradesi üzerine ipotek koymam mümkün değil ama ben izlenim ve gözlemlerimi iletiyorum.  Saadet seçmeninin bir kısmının da İmamaoğlu lehine bir pozisyon aldığına şahit oluyorum. Sol partilerin İmamoğlu lehine çekilmelerinin de önemli olduğunu düşünüyorum. İstanbul’da Saadet Partisinin de içinde olduğu muhalefet partileri ve bağımsız adayların toplam 250 bin oy aldığını; bunun 100 bininin yine Saadet Partisi’ne gideceğini, kalan 150 binin önemli bir kısmının da Ekrem İmamaoğlu’na  desteğe dönüşeceğini düşünüyorum. Özellikle DSP seçmeni her ne kadar 31 Mart seçimlerinde DSP’ye 31 bine yakın oy vermiş olsa da, bu seçmenin önemli bir bölümünün İmamoğlu’ndan yana tavır koyacağını düşünüyorum. Nitekim DSP seçmeninin büyük bir bölümü, DSP Genel Başkanı’nın tavırlarından rahatsız. Eğer Demokratik sol parti demokratik sol parti adına layık bir parti olmak istiyorsa İmamoğlu’nu desteklemelidir. Demokratik Saray Partisi olmak istiyorsa o başka.

Bu yerel seçim küçük partilerin de büyük önem kazandığı bir seçim. Sistemin sıkıştığı seçimler yaşıyoruz aslında. Ne dersiniz?

AKP ve MHP iki partili bir sistem yaratıyoruz kisvesi altında aslında tek partinin egemenliğini sürdürebileceği bir sistem yaratıyor. %51’i sağlayan parti hem Cumhurbaşkanlığı’nı hem meclis çoğunluğunu ele geçiriyor ve %49’un haklarını yok sayıyor. Bu %51’i hedefleme hali Türk demokrasisini belirsizleştiren çürüten ve %49’un da oylarını değersizleştiren bir sistem. Ya büyük bir partinin ya da diğer partinin yanında yer almakta zorunda kalıyorsunuz. Halbuki demokrasi böyle bir şey değil. Demokrasi çoğunlukçuluk değil, çoğulculuktur. Biz ne yazık ki çoğunlukçu bir sisteme geçtik. Şu anda aldığınız oy, eğer bir ittifakın içinde değilseniz hiçbir anlam ifade etmiyor, hatta istemediğiniz sonuçlara da yol açıyor. O yüzden Türkiye’nin bir an önce bu sistemden çıkması demokratik parlamenter rejime dönmesi ve insanların kendilerini özgürce ifade edebileceği partilerde siyaset yapabileceği bir ortama kavuşması gerekir. Çünkü bu tüm partileri etkisizleştiren bir sisteme yol açıyor.

Dengesi, denetlemesi ve freni olmayan bir kamyon ile sürekli yokuş aşağı gidiyoruz. Bu kamyon nerede nasıl duracak kimse bilmiyor. Bu sistemi kuranlar da bunun pekala farkında. Kurumların çözüldüğü, bürokratik süreçlerin işin içinden çıkılmaz bir hale geldiği, parlamentonun uluslararası anlaşmaları onaylamaktan öte ayrı bir rolünün kalmadığı, tüm kurumların etkisiz ve de yetkisizleştiği bir sürecin nelere yol açabileceğinin farkındalar. Şimdi mesela Politika Kurulu diye bir şey oluşturuldu. Kimdir bu kişiler? Meziyetleri nedir? Hani Türkiye atanmışlar ülkesi olmayacaktı? Şu anda AKP tam tersine atanmışların güdümünde bir sistem kurdu. Cumhurbaşkanı’nın atadığı kurullar yönetimine dönüştü.

Peki İstanbul seçimleri AKP açısından neden bu kadar önemli?

Burada tabii AKP derken MHP’yi de işin içine katmak lazım, çünkü birlikte hareket ediyorlar. AKP ve MHP İstanbul’un kaybedilmesini başkanlık rejiminin bir yenilgisi olarak da görüyor. AKP başkanlık rejimini inşa ettikten sonra ortağı MHP ile birlikte Adana’yı, Mersin’i, Antalya’yı, Ankara’yı ve İstanbul’u kaybetti. Hem nüfus hem de ekonomi bakımından en büyük illerin cumhurbaşkanlığı rejiminin temsilcisi olan partilerin adaylarına seçimi kaybettirmesi, sisteme karşı çıktıklarının da ifadesidir. Aslında seçmen bir yandan da kendi partisine oy verebilmek istiyor, alışılageldik sistemle yönetilmek istiyor, tek bir kişi ile verilen kararların doğru olmadığını görüyorum da diyorlar. Yurttaşlar çoğulcu bir rejimden yana. Bu zorunlu ittifaklar sistemi sıkıştırıyor. Oy verdiğiniz parti kazanamasa da siyasi varlığını sürdürüyor olması önemli. Bu sistem buna olanak tanımıyor. Başkanlık sisteminin atanmışlarla yürümesine de itiraz ediyor. 31 Mart Cumhurbaşkanlığı rejimine karşı halkın güçlü bir uyarısıdır. AKP ve MHP bu güçlü uyarıyı gördükleri için İstanbul seçimini yeniden yaptırmak istediler. Çünkü İstanbul’daki siyasi ve ekonomik etkinliklerini yitirdikleri an, bunun il genel seçimde bir referanduma dönüşeceğini ve bununda başkanlık sistemi bitireceğini gördüler. Birbirine muhtaç konumda AKP ve MHP. Bu mecburiyet ve muhtaçlığın anahtarı başkanlık sistemi. Bu sisteme varlıklarını korumak için dört elle sarılıyor. Bu sistemin artık yürümeyeceği, İmamoğlu’nun seçimi ile bu sistemin tartışmaya açılacağı görülüyor. Özellikle Abdullah Gül ve çevresinin parti kurma girişimini de yok saymaya çalışıyor. Gül ve Babacan da yeniden parlamenter sistemin olacağı bir plan üzerinde çalışIyorlar. AKP ve MHP, İstanbul’u kaybetmenin Türkiye’yi kaybetmek demek olduğunu biliyor.

Peki kaybetme ihtimalinin bu kadar yüksek olduğu, İmamoğlu’nun mağduriyeti nedeniyle avantajlı başladığı bir seçimi neden yenileme ihtiyacı duydular? Bu 31 Mart’ı kabul etmekten daha ağır bir tablo doğurmayacak mı onlar açısından sizce?

AKP aslında 31 Mart seçimleri sonrasında bir zar attı. Çünkü zaten yenilmişlerdi, yenildikleri ortadaydı. YSK üzerine baskı kurarak seçimi yenilettiler. Şimdi 23 Haziran için bir zar attılar.

Muhalefeti iktidardan uzaklaştırma ve iktidar olamayacaksınız duygusu yaratmaya çalışıyor. AKP’nin şu an yaptığı şey, muhalefeti iktidardan uzaklaştırma duygusudur. Ben bu duygunun yaratılamadığını, seçmenin daha coşkulu bir şekilde sandığa gideceğini görüyorum. Bence AKP 23 Haziran sonrası ne yapacağını düşünmeli. Büyük bir siyasi yıkım. Tayip Erdoğan’ın yenilmezlik mitinin yıkılacağını, AKP içerisindeki eleştirilerin artacağı ve en önemlisi seçmende bu mitin yıkılacağı ve başka bir duygunun egemen olmaya başlayacağını görüyoruz. Dolayısıyla 23 Haziran sonrasında asıl büyük değişimler iktidar bloğunda görülecek. İktidar bloğunun MHP ile olan ittifakından dolayı oy kaybettiği yönünde de bir eleştiri var AKP tabanında. Tabii bu sadece MHP ile açıklanamaz. Artan yoksulluk, ekonomik kriz… Tanzim satış çadırlarının yoksulluğu iyice görünür kıldığı bir tablo var önümüzde. Bu yoksulluğun görünür olması, soğanı 2 TL ucuza almak için 2,5 saat kuyrukta bekleyen vatandaş örneği, AKP tabanını da kendi gerçeği ile yüzleştirdi. İktidarlar halkı kendi gerçeğine yabancılaştırarak yönetirler. Suni olarak halkın gündelik sorunlarını çözmeye çalıştı. Paralı poşet uygulaması da öyle. Bunun AKP’ye yansıması da 31 Mart’ta görüldü. Sandığa gitmeyenler açısından bunlar önemliydi.

Yolsuzluğa, yoksulluğa ve yasaklara karşı ortaya çıkmıştı. Bunu 3Y şeklinde formüle etmişti.  İşte bu 3 Y iddiasının, AKP’nin sosyolojisinin çökmeye başladığını gösterdi 31 Mart. Söyleyecek bir şeyi kalmadığı görülmeye başladı. Güya sözde muhafazakar, İslami Parti idi. İslami söylemlerle ortaya çıkan bir parti, İslami ligde de gerilerde kaldığı yapılan araştırmalarla da ortaya kondu geçenlerde. İranlı iki araştırmacının çalışmasına göre Türkiye İslami endekste de 95. Sırada. Yani ilk 10 içerinde bile değil.  Demek ki İslami söylemlerle yola çıkan ve bunu da istismar eden parti hiçbir şekilde herhangi bir sosyolojik değişim yaratamamış. 31 Mart seçimleri AKP’nin sosyolojisinin çöktüğünü gösterdi. Onlar bunu metal yorgunluğu gibi adlandırmalarla teşkilata havale etmeye çalışsalar da sorun aslında AKP’nin yapısal sorunu. İşsizlik almış başını gitmiş, gündelik hayat bile yürütülemez hale gelmiş ise parti teşkilatı ne yapsın!

Peki CHP açısında 23 Haziran sonrası?

CHP halkla kucaklaştığı ve 24 Haziran’da yapılan hataların yapılmayacağı garantisi verildiğinde ve buna da seçmenin güvendiği durumda CHP’nin bundan sonraki ilk genel seçimlerde CHP iktidarının önün açılacağını görüyorum. Ama CHP’nin kendi pozisyonunu kendi ilkeleri ile belirlemesi, AKP ve MHP’nin söylemine göre değil. Özellikle sosyal demokrat bir söylemle öne çıkması gerekiyor. AKP medyası bunu nasıl yorumlar diye korkmadan hareket etmesi lazım. Zaten atılmadık iftira kalmadı 31 Mart öncesinde CHP’ye. AKP seçmeninden oy almak için yapılan bazı sağ söylem hamlelerinin işe yaramadığı görüldü. Karşıtlık yerine aynılıkla devam ederseniz kesinlikle karşı tarafa kazandırırsınız. O dilin gerçek sahibini yaşatırsınız. CHP 31 Mart’ı ve sonrasını doğru okumalı bu nedenle.  Sağ söylemlerin oy kazandırdığı yanılgısına düşülmemelidir. Bu yanılgı CHP’ye bir sonraki genel seçimleri kaybettirir.

Seçimin iptal kararı verilirken ilçe seçim kurulu müdürlüklerine de suç duyurusunda bulunuldu. Açık açık sopa gösterilerek yapılan bir seçim… Her şey çok güzel olacak coşkusu önemli. Ancak kaygılı seçmen de var…

Beka söylemi güvenlik ve kamu bürokrasisine de yönelikti. AKP bu ülkede kendini sistemin devamını sağlayan bir rolde, diğerlerini de bozguncu konumuna sokuyor Bu söylem kamu bürokrasisi ve güvenlik bürokrasisinde kısmen işe yarıyor. Zaten YSK üyelerinin AY’nın 67. Maddesine aykırı bir biçimde görev sürelerinin uzatılması, onların baskı altında kalacağının ya da bir bağımlılık ilişkisi içinde olduklarının en açık göstergesi idi. Bu nedenle YSK üyeleri aslında görev süreleri uzatıldığında emekli olmalı ya da istifa etmeliydi. YSK, HSK, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı üyeliklerinin tümüyle siyasetin dışında tanımlanacağı mekanizmaların kurulması üzerine kapsamlı bir tartışma başlatılması gerekiyor. İşte şimdi dışarı çıkın seçmenlere sorun, pek çoğunda işte kazansak da YSK işi aleyhimize çevirirler diye düşünüyor. Sokaktaki yurttaş yüksek yargı organlarına güvenmiyor. Bunların tümünün tartışmaya açılması lazım.

YSK’nın aldığı kararın toplumda vicdani karşılık bulmadığını, kimseyi ikna etmediğini, ilçe seçim kurullarını sorumlu tutarak bu işi kurtarmaya çalıştığını herkes biliyor. Bence yurttaş eksik kalanı İmamoğlu’nu yeniden seçerek tamamlayacak.

AKP’nin oylarının çalındığına inanan tek kişi bile yok. Burada yapılması gereken şey şu: birleştirici bütünleştirici dil kullanmak, sosyal demokrasinin yapabileceklerini göstermek, sizin paranızı çaldırmayacağız, çarçur etmeyeceğini anlatmalı.  18 günlük icraatları öne çıkarmak gerekiyor.  AKP’ye suyun fiyatını indirtti, ulaşımdan yıllardır alınan 85 lirayı 40 liraya indirilmesini sağladı. En az 200 bin fark ile kazanacağımızı düşünüyorum bu edenle.

Sandığa gitmeyen CHP’li seçmen sayısının 285 bin-300 bin arası. HDP seçmeninin ise %65’nin sandığa gittiğini görüyoruz. HDP seçmenin tamamının sandığa gideceğini düşünüyorum. Oyları ile sistemi değiştirebileceklerini göstermek istiyorlar. 2 Mayıs’ta Öcalan avukatları ile görüştürüldü. 6 Mayıs’ta Öcalan’ın mektubu yayınlandı, o gün YSK’nın iptal kararı açıklandı. HDP ile CHP arasında bir siyasi karşıtlık izlenimi vermeye çalıştı.

Bunun yanı sıra YSK, sadece seçimi değil, mazbatayı da yasaya aykırı bir şekilde iptal etti. Mazbatanın iptali ancak Ekrem İmamoğlu’nun seçilme yeterliliğinin olmaması ya da bunu kaybetmesi ile olabilirdi. YSK’nın kararı, hukuki değil siyasidir. YSK, hangi sandık kurullarının nasıl yasaya aykırı bir şekilde oluşturulduğunu da gösteremedi.

23 Haziran akşamına kadar parti örgütü farklı senaryolara karşı hazırlıklı mı?

Siyasette her zaman a, b, c planlarınızın olması lazım. Tabii iktidarın ne tür manipülasyonlarla seçimi etkilemeye çalışacaklarını bilmemize olanak yok. Ama demokrasiden yana herkesin bu oyunları boşa çıkarmak için birlikte hareket etmesi gerek. Ben sunu söylüyorum: Sakin olur ve ne yapmak istediğimizi basitçe anlatırsak, her şey güzel olacak. Seçmendeki “değiştirecekler”, “manipüle edecekler” kaygısını  gidermek gerekiyor. Çünkü bu kaygı bir yandan da, CHP’yi iktidarın çok uzağında konumlandırma çabası ile ilgili.