Bu yazıda Türkiye’de ve Norveç’te toplumsal cinsiyet konusuna, karşılaştırmalı olarak bakabilen bir biyografik çerçeveden yaklaşacağım. Bu iki ülke normal olarak pek yan yana gelmez; geldiğinde de pek çok soru, şüpheli ve müstehzi yaklaşımı da beraberinde getirir: ‘Türkiye ve Norveç’i nasıl karşılaştırabilirsiniz ki? Sahi, Norveç’in nüfusu kaçtı?’
Son çeyrek yüzyılda esas olarak Norveç’in Bergen şehrinde yaşamama rağmen, bir ayağım hep Türkiye’de. İki ülkenin de gündemini takip ediyor ve anlamaya çalışıyorum. Bergen Üniversitesi’nde yürüttüğüm çalışmalar çerçevesinde karşılaştırmalı projeler, beni farklı teorik alanlara yönlendirdi; yeni kavramlarla tanıştırdı. Türkiye’yi ve Norveç’i, farklı toplumsal cinsiyet rejimlerinin örnekleri olarak anlamaya ve gündelik pratikleri makro düzeydeki devlet politikaları ışığında irdelemeye başladım. Bu yazıda, hem bu sosyolojik bakış açısının benim biyografimle birlikte gelişme öyküsünü, hem de bu bakışın getirdiği temel bulguları ele alacağım.
Norveç’ten Türkiye’ye bakış
Orta sınıf bir ailenin ortanca çocuğu olarak Ankara’da büyüdüm. 1980’lerin genel düzeyinin oldukça üzerinde, iyi bir lise eğitimi aldım. Birçok yaşıtım gibi, tam olarak ilgi duyduğum ve sevdiğim bir alan yerine, puanı ve dolayısıyla iş bulma olasılığı yüksek ve prestijli olan Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümüne girdim; bana uygun olmadığını kısa zamanda fark etmeme rağmen 4 yılda mezun oldum. Üniversitenin son yılı benim hayatımın önemli bir dönüm noktası oldu. Okumaya devam edecektim, ama yüksek lisans eğitimimi sosyal bilimlerde ve yurt dışında almayı istiyordum. Ben olasılıkları araştırırken ve pek çok “bölümdaşım” Amerika’yı hedeflerken, Norveç’ten alınabilen bursların haberi geldi. İskandinav ülkeleri uzaktan bana hep çok güzel gelirdi. Haklarında çok fazla bir şey bilmesem de meşhur İskandinav sosyal demokrasisini duymuştum. Hemen belgeleri toparlayarak başvurumu yolladım. 1990 baharında Bergen Üniversitesi’nden kabul kağıdım geldi ve Norveç “maceram” başladı. O zamanlar, hayatımın geri kalan kısmını bu ülke ile Türkiye arasında mekik dokuyarak geçireceğimi bilmiyordum…
Norveç’e gelmeden önce, kendisini politik olarak solda tanımlayan, kadınların durumlarından şikayetçi olmasına rağmen ‘feminist’ kavramından pek de hazzetmeyen, okumayı yazmayı seven ve dünyayı tanımak isteyen bir gençtim. Bergen’deki ilk yıllarım Norveççe öğrenmek ve sosyal bilimler fakültesinde master yapabilmek için gereken lisans derslerini almakla geçti. Türkiye’ye gidip geldiğimde eş dost bu şekilde süre kaybettiğimi ima eden yorumlarda bulunsalar da o yıllar çok değerliydi. İlk kez maddi olarak kendi ayaklarım üzerinde duruyor, yeni bir dil ve yeni bir ülke tanıyor ve gelecekle ilgili özgürce plan yapıyordum.
Karşılaştırmalı politika ve sosyoloji arasında bir süre kararsız kaldıktan sonra ufkunun genişliğine kapılıp sosyolojide karar kıldım. Sıra tez konusunu seçmeye gelmişti… Norveç’teki ilk gözlemlerim, -üniversite hayatının oldukça benzer olmasına rağmen- bazı alanların, özellikle de kadınların toplumsal hayata katılımının iki ülkede çok farklı olduğu yolundaydı. Kadın otobüs şoförleri, belediye işçileri, başbakan ve çok sayıda kadın bakanın varlığı ve sokakta bebek arabasıyla hiç yüksünmeden dolaşan genç babalar beni bu konuları daha derinden araştırmaya itti. Yüksek lisans tezimi Türkiye ve Norveç’teki genç kadınların toplumsal konumları ve gelecek beklentileri üzerine yazmaya karar verdim. Her iki ülkede, sosyal bilimler alanında yüksek eğitim alan -yani birçok açıdan benzer- kadınlarla yüz yüze mülakatlar yaptım. Bu ilk karşılaştırma ilginç farklar ve benzerlikler ortaya koydu. Norveçli kadınlar için refah devletinin eğitim finansmanı ve diğer destekler açısından önemi ve Türk kadınlar için aile ilişkilerinin temel rolü belirgin olarak ortaya çıktı. Bu iki grubun toplumsal cinsiyet konusuna yaklaşımlarında da önemli farklar vardı. Norveçli kadınlar, dünya kadınları hakkındaki değerlendirmeleri bağlamında “biz” kavramını kullanarak tüm kadınlarla kolayca özdeşleşirken, araştırmaya katılan Türk kadınları, diğer ülke kadınlarından “onlar” diye söz ediyorlardı. Bu farkları iki ülkenin farklı modernleşme tarihleri, sınıf ve devlet yapıları ışığında yorumladım. Bu ilk karşılaştırmalı çalışmam, her iki ülke kadınlarının ilerde iş hayatıyla anneliği birlikte yürütebilme konusunda endişeler paylaştıklarını ve Norveç’te kapsamlı politikaların varlığına rağmen hala toplumsal cinsiyete dayalı işbölümünde dengesizlikler olduğunu da ortaya koydu. Bu veriler ışığında, doktora projemi, değişen aile yapıları ve toplumsal cinsiyet politikalarını daha kapsamlı bir şekilde karşılaştırmak üzere tasarladım. Büyük şehirlerde yaşayan, her ikisi de uzman mesleklerde çalışan çocuklu çiftlerle yüz yüze görüşmeler yaptım. Ayrıca Türkiye’nin ve Norveç’in aile ve sosyal politikalarını daha kapsamlı olarak inceledim. 2002 yılında Küresel Meseleler/Yerel Sorunlar: Türk ve Norveçli şehirli, çalışan çiftlerin karşılaştırmalı çalışması başlıklı doktora tezimi savundum.
Bu çalışma Türkiye ve Norveç’te aile yapılarındaki değişimleri, ev işleri ve çocuk bakımının organizasyon ve paylaşımını, aile-iş dengeleri ve var olan aile politikalarındaki çarpıcı farkları ortaya koydu. Bu alanlarda Norveçlilerin refah devletine yönelik yüksek düzeydeki talep ve beklentileriyle Türk ailelerin ev içinde paralı işgücüne dayalı özel çözümler üretmeleri temel bir fark olarak netleşti. Ev işlerinin paylaşımı ve çocuk bakımı Norveçliler için kadın-erkek eşitliğiyle yakından ilgili politik bir konuyken, Türkler için önemi ve değeri daha az bir ‘özel’ mesele idi. Bu noktada Norveç’in temsil ettiği sosyal demokrat refah modeli ile Türkiye’deki marjinal ve aileci/tutucu politikaların zıtlığı da belirginleşti. Türkiye, hala “evi geçindiren erkek/ev kadını” toplumsal cinsiyet modeline iyi bir örnek teşkil ederken; Norveç, “çalışan çiftler” aile modelini destekleyen politikalarıyla toplumsal cinsiyet eşitliğini destekleyen sosyal demokrat rejimde yer alıyordu. Bu ilk karşılaştırmalı sosyolojik çalışmalar, beni toplumsal cinsiyet rejimleri ve refah devleti modelleri konulu daha kapsamlı uluslararası araştırmalara yöneltti. Farklı Avrupa ülkelerini kapsayan projelerde yer aldım. İskandinav ülkelerinde var olan toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının aile politikaları ile birlikte tasarlandığını ve bunların güçlü bir feminist hareket ile sol partilerin dayanışması yoluyla uygulamaya konulabildiklerini gördüm. Yani İskandinav ülkelerinde kadınların toplumsal hayatın her alanındaki güçlü katılımları, bir tesadüf olmayıp tarihsel gelişimi içinde incelenebilen, kurumsallaşmış feminist politikaların ürünüydü. Gerçek anlamda demokrasinin hayata geçirilebilmesi için kadın-erkek bütün yurttaşların ekonomik hayat ve karar alma mekanizmalarında eşit olarak temsil edilmeleri gerektiği anlayışı İskandinav modelinin temel taşlarından biriydi.
İskandinav modeli ve toplumsal cinsiyet
İskandinav ülkeleri; kadınların eğitim düzeyleri, politika ve işgücüne katılım oranları açısından uluslararası listelerin en üst sıralarını paylaşıyorlar. Norveç, uzun süredir toplumsal cinsiyet eşitliğinde Birleşmiş Milletler göstergelerine göre birinci sırada. İskandinav refah modelinde devlet, toplumsal sınıflar arasındaki ekonomik dengesizlikleri azaltmak ve kadın-erkek eşitliğini sağlamak için çocukların ve yaşlıların bakımında ailelere destek olma alanlarında aktif politikalar geliştiriyor. Aile politikaları, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarıyla birlikte tasarlanıyor. Politikaların temel hedefi, kadınların işgücüne katılımının önünde önemli bir engel olan ücretsiz ev işi ve bakım işlerinin kurumlar tarafından daha çok sağlanması; aynı zamanda cinsiyete dayalı işbölümü kalıplarının değiştirilmesi. Babaların çocuk bakımını ve ev işlerini artan oranlarda paylaşmaları, politik yelpazenin farklı yerlerinde duran politik partilerce ve toplumca desteklenen bir görüş. Bunun, hem çocukların gelişimi hem de kadınların iş hayatına katılımları açısından önemli bir faktör olduğu genel kabul görüyor. İskandinav ülkelerindeki uygulamalar, devlet tarafından desteklenen ve evrensel sosyal vatandaşlık hakları olarak tanımlanan politikaların toplumsal pratikleri dönüştürmekteki etkisini gözler önüne seriyor.
Kadınların ekonomik ve sosyal yurttaşlık haklarından tam olarak yararlanmaları; yüksek kaliteli, düşük maliyetli ve tam zamanlı çocuk bakım kurumlarının varlığı ile yakından ilişkili. Aile politikalarının diğer bir önemli unsuru yaklaşık bir yıl süren, anne ve baba tarafından paylaşılabilen, iş garantili ve ücretli doğum izinleri. Babaların da artan oranda babalık izni kullanarak, çocuk bakımında daha aktif yer almaları destekleniyor ve politik bir konu olarak hep gündemde. İskandinav ülkelerinde çocuk ve yaşlıların bakımı, bir toplumsal “temel sorun” olarak ele alınıyor.
Okul öncesi çocukların refah devleti gözetimindeki kreşlerde bakılmalarının, onların gelişimleri ve sosyalleşmeleri açısından daha iyi olduğu görüşü genel destek görüyor. Yüksek kaliteli kreşlerde, küçük guruplarda ve eğitimli personel gözetiminde çocuklar hem yaşıtlarıyla sosyalleşme hem de farklı faaliyetlere katılarak yeteneklerini geliştirme şansına sahip oluyorlar. Refah devletinden önemli oranda maddi destek alan bu kreşler, kadın-erkek eşitliğinin ve aile politikalarının da temel bir ayağını oluşturuyor. Ayrıca farklı ekonomik sınıflardan ve maddi koşullardan gelen çocukların bakım ve eğitim koşullarını da daha eşit hale getirme işlevi görüyor. Kreşler ve paralı /iş güvenceli doğum izinleri, İskandinav kadınlarının yüksek oranlarda iş gücüne katılıp aynı zamanda da epey yüksek bir doğum oranına sahip olabilmelerine yol açan en önemli nedenlerden.
Türkiye’de bu konulardaki yaklaşım aşikar: kadınlar öncelikle anne olarak tanımlanıyor; ancak annelik, yüceltilmekle birlikte gerekli politikalarla desteklenmiyor. İş hayatı-aile dengeleri kurulamadığında sorunlar kişiselleştirilip bireysel çözümler bulunmaya çalışılıyor. Çözüm bulunamadığında ise kadınların aileye öncelik vermeleri ve eve dönmeleri talep ediliyor. Devlet, bakım işlerinin daha fazla ev içinde yapılabilmesi için politikalar üretiyor; “çocuk ve yaşlıların bakımı en iyi aile içinde ve kadınlar tarafından karşılanır” anlayışı güçleniyor. Sonuç olarak Türkiye, toplumsal cinsiyet eşitliği göstergelerinde son sıralardaki yerini koruyor.
İskandinav toplumsal cinsiyet rejiminde, kurumsallaşmış bir devlet feminizmi ile kadınların temel yurttaşlık hakları garanti altına alınırken; Türkiye’de, yükselen devlet anti-feminizmi geleneksel toplumsal cinsiyet kalıplarını yeniden üretmeye devam ediyor.
Sevil SÜMER
Bergen Üniversitesi
sevil.sumer@uni.no