
Küreselleşme STK’lara Yeni Katılım İmkanları Getirdi
Küreselleşme ve yerelleşme aynı anda yürümekte olan ama farklı iki yönde ilerleyen süreçler; üstelik iç içe yürüyorlar. Bu iç içelik ortak sorunlarla karşı karşıya olmalarına yol açıyor. Yerelleşme kendiliğinden de artıyor ama artmasını da isteğimiz, arttırmaya çalıştığımız bir olgu. Yerel olana bir ilgi var ve günlük hayatıyla ilgilenen herkes ister istemez, doğal olarak yerelle ilgileniyor. Bu evrensel ortak ilke ve değerlerle yerelimizle ilgilenmeye daha geniş fırsatlar yaratıyor; hak temelli yaklaşımın yerelde kendine zemin bulmasına imkan sağlıyor.
Küreselleşmenin sonuçlarından biri olarak, zaman içinde bütün yereller, mesela şehircilik açısından birbirine benzemeye başlıyor, aynı sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Özgün mimarilerimiz, kültürlerimiz, yerel özelliklerimiz en azından görünür haliyle yerelin özgünlüğü özel olarak korunmadığı takdirde küreselleşmenin getirdiği zincirlerle, binalardan başlayarak çeşitli yapılaşmalarla ortadan kalkmaya en azından azalmaya başlıyor. Şehirler, yereller birbiriyle aynılaşmaya doğru gidiyor. Hem yerel hayatı ve kültürü korumak hem de insani gelişmeyi sürdürmek için mücadele etmek bir sorunluluk halini alıyor.
Küreselleşmenin getirdiği ikinci önemli eğilim, bilginin kullanıma girme hızındaki artış. Bunun iyi tarafı, dünyanın herhangi bir yerindeki gelişmeden inanılmaz kısa sürede haberdar oluyoruz, olumlu veya olumsuz gelişmeleri bilgimize çok hızla katabiliyor, bu bilgiyi yapmak istediklerimizi şekillendirmekte kullanabiliyoruz. Yani etkileşim alanımız çok genişlemiş durumda. Örneğin BM ile ilişkili ülkelerdeki kadın örgütlerinin oluşturduğu bir ağ var. Bu ağa sivil toplum örgütleri tarafından gönderilen olumlu veya olumsuz gelişmelerle ilgili bilgiler -CEDAW gibi önemli BM sözleşmeleri ile BM Komiteleri ile ilgili olanlar öncelikle olmak üzere- süzülüp abone olan herkese ücretsiz sunulan özgür bir bilgi kaynağı. Bu kanaldan yılda 2 bin kadar eposta gönderisi geliyor. Her gün, gelen her mektubu ve içinde yer alan her bağlantıyı ya da yayını, haberi okumak ve derinlemesine öğrenmek elbette mümkün değil ama çok önemli bir bilgi deposu elinize zahmetsizce ulaşmış oluyor; ne zaman ihtiyacınız olsa, bu gönderileri süzüp istediğiniz örneklere, gelişmelere göz atabiliyorsunuz.
Bu gelişmenin kötü tarafı ise; güvenilir kaynaklardan gelmeyen bilgilerin yanıltıcı, gerçek dışı olabilmeleri veya tarama motorları tarafından reklamlandırılmış, sponsorlandırılmış olmaları -ki bu kötülük sizi bıktırıyor- en azından çokça çöp temizlemek zorunda bırakıyor. Ulaştığınız bilginin doğruluğunu kontrol etmek için de zaman harcıyorsunuz, vs. Yani bilgi güvenilirliği ciddi bir sorun. Sivil toplum ve STK’lar olarak bilginin temizliğini, güvenilirliğini garanti eden ara-yüzlerin, ara kanalların varlığına ihtiyacımız çok arttı.
Dijital gelişmelerin sağladığı bir başka olumlu olanak, fiziksel olarak katılım imkanı bulamadığımız bir çok ortamı -tercüme ihtiyacı duyduğumuz durumlarda hala önemli sıkıntılar yaşasak da- eş zamanlı izleme ve hatta giderek daha çok doğrudan katılma imkanı bulmamız. Açılan yeni kapılar geniş bir fikir alışverişi imkanı. Bu da bizim kendi yerelimize de yansıtabileceğimiz dünyanın her yerindeki gelişmelerle iç içe ilerleme imkanı, genişleme şansı içeren çok daha geniş kapasitelere erişmemiz demek.
STK kavramında birliğin önemi arttı
Dünyanın her yerinde STK’ların değerinin söylemde çok arttığı, önemine çok vurgu yapılan bir dönemdeyiz fakat sivil toplum denince, STK denince ne anladığımız hala yeknesaklaşmadı. Kavramsal standart problemi olarak adlandırabileceğim bu sorun değeri artanın ne olduğunu muğlaklaştırıyor. Örneğin Birleşik Krallık’ta istatistiksel bilgiler 390 bin dolayında STK var diyor, bunların 130 bini spor kulüpleri, 165 bini “charity”ler yani daha yardımseverlikle, dayanışmayla ilgili örgütlenmeler. Kalan 95 bin. Bunun içinde de örneğin sayıları binlerce olan bağımsız okullar da var. Tam aynı olmasalar da bizdeki özel okul açan eğitim vakıflarının STK sayılması gibi bir durum. Tüm bu saydıklarımın hak temelli mücadele yürüttükleri, insan haklarını savunan örgütler oldukları söylenebilir mi? Türkiye’de mühendis, mimar odaları, barolar, tabipler, eczacılar birlikleri gibi bazı meslek örgütleri, yani kanunla kurulmuş, yarı kamusal özellik taşıyan meslek örgütleri çok önemli iş ve işlevlere sahiptirler, katılımcılık açısından da büyük kısmı yasayla kendilerine verilmiş görevler çerçevesinde olmakla birlikte, çok önemli rol ve görevler üstlenmişlerdir. Bunların yerel demokrasilerde karar süreçlerine katılımları önemli kuruluşlar oldukları şüphesizdir ama STK sayılıp sayılmayacakları tartışması hep yapılır. Hemşeri örgütlerinin ve cami yaptırma ve yaşatma derneklerini dayanışma örgütleri olduğu da tartışmasızdır ama ne kadar hakların gelişmesine katkıda bulunan sivil toplum örgütlenmeleri oldukları tartışmalıdır. Sorun, kavramsal kargaşanın yol açtığı sorunları temizlemek için hala çaba harcamak gerekmesidir. Yani kavramsal kargaşa STK’lar ve STK’larla ilgili kuruluşlarda kargaşaya ve enerji kaybına yol açmaktadır.
Gelişim engelleri: Ötekileştirme, muğlaklık, kayganlık, demokrasisizlik
Sosyal demokrasiden söz ediyorsak, yerel demokrasi, aktif yurttaşlık, haklara dayalı ve kurallı bir toplumsal gelişme, sosyal ve ekonomik belediyecilik gibi sivil toplumla yakından alakalı bir yaklaşım, çok temel bir politika alt yapısı, politika geliştirmeye elverişli bir temel, bir ilkesel duruş mevcut. Bu da bizim için önemli, değerli bir başlangıç noktası. Ama, bu gelişmeyi sağlamak Türkiye için özellikle bu dönemde bazı önemli güçlükler yaşıyor. Yani sivil toplumun katkısından gerçekten yararlanabilmek, arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayabilmek için çözülmesi gereken çeşitli ve çok sayıda sorun var: baskılar, otoriter iktidar, demokrasisizlik, hak temelli örgütlenmelerin ‘’ötekileştirilmesi’’ ve ötekilerin başına neler gelebileceğinin büyük belirsizlikler taşıması gibi problemlerimiz var. Kapatılan STK’lar, bu belirsizliğin nasıl bir korkuya dönüştüğünü anlamak için yeterli bir örnektir.
Çok yakın bir tarihte yaşanan bir örnek de STK’ların halini iyi anlatıyor: Yeni adıyla Sivil Toplumla İlişkiler Müdürlükleri eski adıyla Dernekler Müdürlükleri bütün derneklerden 31 Ekim 2018’e kadar bütün üyelerin TCKN dan başlayarak çok önemli kişisel bilgilerini dernek kayıt sistemindeki (DERBİS) dernek kütüğüne dijital ortamda girmelerini istedi. Bu emri yerine getirmediğinizde derneğinizin kapatılabileceği de bildirildi. Yani bütün dernekler üyelerini bizzat kendi elleriyle fişlemek zorunda bırakıldılar. Sivil toplum kuruluşlarına fişlemecilik yaptırtmak demokrasisizlikten daha öte bir problemdir. Herkes biliyor, 15 Temmuz 2016’dan sonra cezaların şahsiliği ilkesi rafa kalktı, bazı yazılımlarla kişilerin birbiriyle akrabalık/hısımlık ilişkileri inceleniyor. Üyelerinizden birinin kimlerle bilmem kaçıncı kuşaktan akraba olduklarını siz bilmeseniz de devlet bilir ve başına ne geleceğini de bağlantılı olarak derneğinizin başına ne geleceğini de siz bilemezsiniz. Bu aşırı muğlak, kaygan ve ürküntü yaratan ortamda olduğumuzu gösteriyor.
İyileşmeye değil olarak hak savunmaya zorlanmak
İçinde olduğumuz dönem aşırı algı yönetimi dönemi ve bu, STK’lar için kendi gündemini kurmak, oluşturmak imkanını sıfırlamış durumda. Bunun en iyi örneklerinden biri kadın hareketinin son 5-6 yıldır karşı karşıya kaldığı haldir. Biz kadın hareketinde her gün yeni bir sorunla karşılaşıyoruz ya da karşılaşabiliriz. Bizim 90’larda en büyük avantajımız kendi gündemimizi kurup o gündem üzerinden örgütlenmemiz, lobicilik yapmamız, etki alanımızı oluşturabilmemiz ve ilerleyebilmemizdi. Kendi stratejilerimizi kurabiliyor, bu stratejilerle mesafe alabiliyorduk. Şimdi ise AkP her gün uyduruktan bir konu bulabilir, yaratabilir, gündeme getirebilir ve biz o konuyla, o lafla, o işle uğraşmak zorunda kalabiliriz. Yani tamamen muğlak bir ortamda, adeta bir savunma hattına çekilmiş bir durumdayız. Çünkü her konu örneğin kürtaj her an gündeme gelebilir, yasanın aleyhimize değişmemesi için tetikte olmak zorunludur. Zaten 2016’da gündeme geldi ve biz kadın hareketinde yer alan örgütler ve kadınlar bütün bir yaz kürtajla ilgili haklarımızı gerilettirmemek için çabaladık. Örneğin tecavüzle ilgili cezalar, ‘’tecavüzcünle evlen’’ hükmü 2000-2001 yıllarında yasalardan temizlediğimiz bir kadına yönelik şiddet problemiyken, yıllardır ikide bir hortlatılıyor. 6284 sayılı ev-içi şiddetten koruma Kanunu -ki kadınlar ve çocuklar için çok değerli bir işleve sahiptir- bir başka örnek. Özellikle bir İslamcı gazete, bu Kanun’u aile düşmanı olarak nitelemekte ve ‘’babalar çocuklarını göremiyorlar’’ maskesi altında hak düşmanlığı yapmaktadır. AkP iktidarı da konuyu ne zaman nasıl gündeme getireceğini muğlak bırakmakta, 6284 sayılı Kanun’u kendisi çıkarmış olmasına rağmen net bir karşı tutum göstermemektedir. Bir diğer örnek, Meclis’te hazırlanan boşanma raporudur. 2017’de hazırlanmış olan bu Rapor, 1990’lardan bu yana kazanılmış birçok hakkın, yasal düzenlemenin geri döndürülmesini öngören bir içerik taşıyordu. Gelişmeler de bu raporda yer alan içeriğin adım adım gündeme sokulduğu, hatta uygulamaya gelmeye başladığını gösteriyor. Sonuç olarak durum şudur: Ona karşı çık, bunu savun, kürtajla ilgili saldırıyı def et, 6284’ü korumaya çalış, çocuk evliliği yasağının uygulanmasını sağlamaya uğraş… Yani, sürekli bir birikimlerini koruma çabası, bir savunma hattında kalış, güvende olmama hali, bir güvensizlik, güvencesizlik hali mevcut. Bu durumu başka demokratik hak hareketleri de kendi alanlarından örneklerle doğrulayabilir.
AkP’nin STK’ları mı, bağımsız STK’lar mı?
AkP’nin sivil toplum açısından yarattığı önemli bir olumsuzluk, kendi STKlarını kurmuş ve bu STKları parti örgütlerine eklemiş olmasıdır. GONGOlaştırmak, yani devlet/hükümet ile elele STK’lar bile değil AkPlileşmiş ya da AkP örgütü sayılabilir STK’lar üretildi, üretiliyor. Kamu kaynaklarının STK’lara da hakkaniyet ve adalet temelinde dağıtılmadığı dikkate alınınca, bu gelişmenin ne kadar ciddi etkileri olduğu netleşiyor. Hepimiz bu paralel örgütler kurma ve alanı, kaynakları onlara tahsis etme modelini TÜSİAD-MÜSİAD ikileminden bu yana biliyoruz. Şimdi bu uygulama bir çok alana yayıldı ve ideolojik bir öz bile taşımıyor. Örneğin KADEM bu modelin kadın hareketi içindeki örgütüdür. Valilikler eliyle her anlamda desteklenen KADEM yarı resmi bir parti kadın koludur. Farklı bir alandan bir örnek, İzmir kırsalında karşılaştığımız Süt Birlikleridir. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Tire Süt Kooperatifi ile yürüttüğü ‘’çocuk sütü projesi’’ne karşı AkP süt birliklerini kurmuş ve kamu kaynaklarını onlara tahsis ederek kırsalda güç kaybetmemek, aksine kazanmak için çalışmıştır. Süt Birlikleri İzmir kırsalında AkP’lilere kaynak transferinin araçlarından biridir. Özetle, AkP paralel bir STKlaşma alanı açıyor gibi gözüküyorsa da, günlük sivil toplum çalışmaları içinde çalışmaların takdir edilmesi, katılıma ve kaynaklara erişim açısından adil yarışmalar değil yaygın ve ağır bir kayırmacılık yapıyor. STKlarla ilgili bu paralel STK büyümesi parti devletini büyütüp topluma yaymakta, korporatist modelin toplumda farklı kanallardan ilerleyip yol almasını sağlamaktadır.
Eriyen hukuk, takip edilemezlik ve belirsiz muhataplık sorunu
Bir diğer önemli gelişme, kuralların, hukukun üstünlüğünün erimesi, hak temelli uygulamaların ve hakları geliştirmenin zeminin adeta ortadan kalkmasıdır. Bunu sağlayan en önemli olumsuz gelişme, mevzuatın müdahale edilemeyecek kadar çok hızlı ve takip edilmesi güç bir şekilde çok sık değişmesidir. Mevzuat yapma teknikleri ve prosedürleri neredeyse tamamen ortadan kalkmış, örneğin kimin hazırladığı belirsiz ama imzalayan 4-5 milletvekilinden birinin bile hazırlayanlardan biri olmadığı bir yasa teklifiyle eğitim sistemi tamamen değiştirilebilmiştir. Sıkça yaşadığımız gibi, yüzlerce maddelik torba kanunlarla neyin, ne zaman değiştiğini bile izleyemeden yasalar değişmektedir. 2011’de bir dizi KHK’yle Anayasaya aykırı şekilde bütün bakanlıkların teşkilat yapıları değiştirilmiş, bunlardan bazıları uzun süre yasalaşmamış ve bu nedenle anası KHK ile yapılmış değişikliğin devamı olan yavru değişiklikleri yasayla yapmak zorunda kalmak gibi saçmalıklar yaşanmıştır. Cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle mevzuat delik deşik edilmektedir. Bu ortamda uzmanların bile değişiklikleri takibi güçtür. Bu şartlarda, örneğin herhangi bir ilçedeki küçük bir kadın örgütünün bu takibi yapabilmesi, içeriğine hakim olması, kendi çalışmaları ve temsil ettiği kadınlar açısından görüş oluşturması, talepte bulunması tümüyle imkansızdır. Sizi değişikliklerden haberdar edecek kurum ve kuruluşlar da, onların çalışanları da bu işlevi yerine getirecek durumda değildir; bürokraside ne böyle bir kalite, ne böyle bir yaklaşım, ne de böyle bir siyasi irade yönlendiriciliği mevcuttur. Kurum ve kuruluşlar 2011 ve 2016 büyük ataklarıyla başlayan süreçlerde öyle bir altüst oluşla karşı karşıya kaldılar ki, bırakın vatandaşları siyasilerin kendileri bile hangi işin hangi kuruluş ve o kuruluşta kim tarafından yapılacağını her gün yeniden öğrenmek zorundalar. 90’larda Kadının Statüsü Genel Müdür Yardımcılığı görevim sırasında gerçekleştirmeye çalıştığımız kurumsallaşmanın kendisi bir yana belgeleri bile tarih dahi olamadan çöp olmuş durumdadır. Belgelerin nerde olduğunu bilen var mı, o bile şüphelidir.
Kuralların, hukukun üstünlüğünün erimesi, hak temelli uygulamaların ve hakları geliştirmenin zeminin ortadan kalkması, en güçlü STK’ların bile strateji geliştirmesini zorlaştırmaktadır.
Aşırı merkezileşme sorunu
Aşırı merkezileşme STK’ları etkileyen bir diğer olumsuz gelişmedir. Herhangi bir konuda AkP’den veya devletten muhatabınızın merkezin -daha doğrusu Cumhurbaşkanının- ne diyeceğini bilmeden size bir şey söylemesi nerdeyse imkansızdır. Liyakat değil sadakat ve siyasi akrabalık esaslı görevlendirmeler yüzünden uzmanlık ve birikim zaten tahribata uğramıştır. 90’larda oluşturduğumuz STK katılımlı kurullar ya ortadan kalktı ya da bizler gibi hak savunucularının bulunduğu kurullar olmaktan çıktı, hemen hemen tamamı AkP kendi GONGO’larıyla al gülüm ver gülüm sahneleri olarak işletiyorsa varlar.
Yereller de bütünşehir düzenlemesi ve uygulamasıyla birlikte merkezileşmeden payını almış bulunuyor. Bazı verimlilik kriterleri açısından olumlu gibi algılansa da bütünşehir uygulaması, örneğin küçük belediyeleri, belde belediyelerini kapatmıştır. Bu, yürüyerek gidilebilen yerdeki belediyenin insandan uzaklaşmasına yol açmış, katılımcılık ve seçilebilirlik açısından yerel yönetime erişimi zorlaştırmıştır. Araya giren mesafe, bırakın katılmayı yapılanları izlemeyi bile güçleştirmektedir. Belediyeler zaten başkanlık rejimine benzeyen başkan odaklı yapılardır. Şimdi katmerli oldular. Sosyal demokrat başkanlı belediyelerin de yaklaşım/anlayış olarak iyi yönetişim ilkelerine açık yani katılımcı, hesap verici, açık, şeffaf olsalar da, bu yapısal problemden olumsuz etkilenmediklerini söylemek mümkün değildir.
Sivil toplum birikimi hala güçlü
Bu kadar olumsuzluktan sonra olumlu gelişmelerden de söz etmekte yarar var: Son 20-25 yılda sivil toplumda çok farklı nüfus grupları örgütlenmeye başladı, hak temelli örgütlenmeler gelişti, örgütler gelişti, çok sayıda yeni örgüt oluştu, örgütlerin kapsama alanları da genişledi. Örgütlenmeler çeşitlendi; bildik klasik örgütlenme modellerine ilaveten kampanya tipi örgütlenmeler ortaya çıktı, çok çeşitli birliktelikler örneğin platformlar, ağlar oluştu.
Bu çeşitliliğin siyasi partilere, özellikle CHP’ne ve kamuya taşıyabileceği önemli bir bilgi, deneyim birikimi de oluştu. Buna karşılık, bu genişliğin, çeşitliliğin bu ilişkilerde taraf olmasına, temsiline, katılımına olanak veren bir yasal çerçeve henüz oluşmamıştır. Mesela Kent Konseylerinde dernekler ve vakıflar, odalar, kaymakamlık-valilik birimlerinden temsilciler yan yana olabiliyor, ama örneğin platformlar gibi şemsiye örgütler temsil edilemiyorlar.
CHP’nin STK’larla ilgili işlenebilir bir birikimi aslında var!
Sivil toplum örgütlenmesindeki çeşitlilik ve gelişme Partiyle nasıl ilişkilenebilir? Parti hangi politikalarla sivil toplumun gelişmesine katkıda bulunabilir? Bu sorulara yanıt verme ihtiyacı sürüyor. Bizler gibi sivil toplumda da çalışan partililerin birikimi bu cevapları oluşturmakta yararlı olabilir. Aslında Parti’ni bir birikimi de var. Mesela hemen bütün il ve ilçe teşkilatlarında sivil toplum örgütleriyle ilişkilerden sorumlu bir başkan yardımcılığı 2010’dan bu yana mevcuttur, buradan kaynaklanan bir birikim elbette söz konusudur. İkinci olarak, 2011 Genel Seçimleri’nde hazırlanan dokuz alana özel seçim bildirgesinden biri sivil toplum üzerineydi. Bilim Yönetim Kültür Platformu’nda bu seçim bildirgesinin hazırlık toplantılarına katılan biri olarak, çok sayıda hak temelli örgütün talepleri, görüşleri ve önerileriyle katkıda bulunduğunu biliyorum. Üçüncüsü, 2010 Anayasa Referandumu kampanyası başladığında, Kadın Kolları genel Sekreteriydim ve 100’den fazla kadın örgütünü ve kadın çalışması olan diğer örgütü davet ederek Anayasa değişikliği konusundaki görüşlerini dile getirmelerini talep etmiştik. Davet ettiklerimizin tamamı toplantıya katıldı ve görüş açıklamasında bulundu. Bu yüksek ilginin elbette o günkü CHP’nin siyasi itibarıyla, STK’ların CHP’yle muhatap olma arzusunun yüksekliğiyle ve konjonktürle ilgili yanları da vardır ve bugün davet etsek, bu ilgi aynı şekilde ortaya çıkmayabilir. Yine de, bu örnek, STK’ların CHP’ye ilgisinin CHP’nin ne dediğini dinlemek için değil özellikle CHP’ye görüş vermekte yüksek olduğunu göstermektedir. Özetle, her iki soruya cevap için de CHP’nin üzerine oturabileceği bir birikimi mevcuttur.
Yakın geleceğe dair beklentiler
Geride bıraktığımız 10-15 yıllık dönemde sivil toplumda çok özel konumda olan sivil toplum grupları var. Türkiye’deki anti demokratik gelişmeler nedeniyle tehdit altında olan kısım da hak temelli örgütlenmelerdir. Son dönemde ortaya çıkan dernek kapatmalarda, adı konmasa bile, hak temelli örgütlere yönelik bir tehdit kendini göstermiştir. Ayrıca mevzuat değişiklikleri ya da uygulama değişiklikleri yoluyla da kadın hareketi, LGBTİ+ hareketi, çalışanlar hareketinin tehdit altında kaldığı kanısındayım. Özellikle kamu çalışanlarıyla ilgili yapısal değişiklik getirecek büyük mevzuat hazırlıklarına dair haberler, güvenceli çalışmayla ve kazanılmış haklarla ilgili önemli değişikliklerin gündeme geleceğini, bunun da çalışanlar hareketini tehdit ettiğini düşünüyorum. Kadın çalışmaları, cinsiyet çalışmaları ve cinsel yönelim çalışmaları alanlarında ise, iktidarın mağdur severliği, bu sosyal grupların taleplerini ideolojik nedenlerle kabul etmemesi, eşitsizlikten değil fıtrattan söz eden ve hak temelli yaklaşımı kabul etmeyen anlayışı önemli tehdit unsurlarıdır.
Önümüzdeki dönemde iki hak temelli örgütlenmenin önemli gelişmeler göstereceği kanısındayım. Bunların birincisi kentsel dönüşüm hareketidir. 6360 sayılı Afet Yasası ile kentsel dönüşüm alanlarının çok büyüdüğü bir süreçtedir. İzmir Karabağlar’da ikamet alanının üçte biri kentsel dönüşüm alanıdır, çok yetki çatışması ve karmaşası olduğundan gelişmeler son derece yavaştır. İnsanlar bu belirsizlik ve yavaşlık içinde çok gergin yaşamaktadır. Yerlerinden edilmenin bir başka türü olan bu kentsel dönüşüm alanında çok sayıda mahalle düzeyinde STK oluşmaya başladı. Mahalleler Birliği kuruldu. Yani bu alan büyüyor, önemli bir taban hareketi olmaya namzet.
İkincisi de kısmen üretici, özellikle de tüketici kooperatifleri hareketidir. Kır ve kent yoksulluğu ile baş etme ihtiyacına insani gelişmeyi de dikkate alarak cevap vermeye çalışan bir hareket olan kooperatifçiliğin yeniden keşfi ve yükselişi, atak yapması, dayanışma, tüketim kooperatifleri, mahalle düzeyinde ihtiyaçlarımızı karşılayabileceğimiz tüketici dayanışma örgütleri gibi modellerle genişleyecek gözüküyor.
Yerel yönetimler ve yerel demokrasi ve katılım açısından da Kent Konseylerinin önemi artacak. Bu nedenle Kent Konseyleri ve sorunları, CHP’nin bu alanda neler yapabileceği üzerine biraz daha geniş bilgilendirme yapmakta yarar var.
-devam edecek-
*Seniye Nazik IŞIK
Yerel Yönetimler Uzmanı
nyisik@gmail.com