Dünya en az on yıldır kriz halinde. Kriz, düzenin yapısından kaynaklı. Açığa çıktığından beri uygulanan politikalar, düzenin yapısını değiştirmekten ziyade düzen içinde egemen ve güçlü aktörleri kurtarmaya ve düzeni devam ettirmeye odaklandığından, kriz neredeyse hayatın ayrılmaz bir parçası ve gerçeği haline getirildi. Bu kriz halinin yaşamın doğal akışı olduğuna halkın ikna edilmesi için tüm araçları kullanmayı mubah gören popülist siyaset de, işte bu durumu lehine çevirerek kriz halini kalıcı hale getirdi.
Bu kriz, 2008-09’da dünyanın finansal merkezlerinden başlayarak yayılmıştı. Krizin temelinde, finans sermayesinin kar hedeflerinin toplumsal önceliklerin önüne geçmesine imkan veren kurallar bütünü yatıyordu. Politika yapıcıların finans sermayesi lehine koydukları kurallar aşırı finansallaşmaya; bu aşırı finansallaşmanın ortaya çıkarttığı borçluluk hali de toplumu yönetmenin aracına dönüştürüldü.
Aşırı finansallaşma halinin ortaya çıkarttığı krizle mücadele için politika yapıcılar ise çareyi finans sektörünü kurtarmakta buldular. Bir diğer deyişle, aşırı finansallaşmanın aracı kurumu olan ve uzun süreli karlar elde eden finansal kurumları kurtarıp zararın maliyetini -sıkı maliye politikası yoluyla- halkların omuzlarına yüklediler. Oyunun kurallarını da değiştirmedikleri için kurtarılan finansal kurumlar aşırı finansallaşma reflekslerini değiştirmediler. Bu hal kendisini sadece krizin merkezinde yer alan finansal piyasaların gelişmiş ve derin olduğu ülkelerde değil, çevre ülkelerde de gösterdi. Neoliberal düzenin egemen güçleri, bekleneceği üzere, düzeni devam ettirmeyi seçti.
Krizin sonucu eşitsizlikler
Sonuçlar ise ortada… Her konjonktürel şokta yapısal kriz derinleşiyor. Ekonomik ve sosyal eşitsizlikler süregeliyor. 2018 yılı Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre 1980-2016 arasında gelir adaletsizliği arttı; bu süre zarfında gelir dağılımının en alt %50’lik kesimi gelir artışlarının %12’sini alırken en üst %1’deki kesim gelir artışının %27’sine sahip oldu. Bir diğer deyişle, neoliberal düzenin kurulu olduğu yıllarda en zengin %1’lik kesim en yoksul %50’lik kesiminin en az iki katı kadar zenginleşti. Ekonomik eşitsizlikler arttı. Bu küresel olgunun ülkeler içinde ve arasında farklılaşan yönleri olmakla birlikte, dünya genelinde gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliklerin neoliberal düzenin sonucu olarak arttığı açık.
Bu eşitsizlikler insan eliyle koyulan kuralların ortaya çıkarttığı sonuçlar. Ortaya çıkan kurallar ve politikalar bütünü salt ekonomik eşitsizliklere yol açmıyor, aynı zamanda sosyal adaletsizlikler de derinleşerek sürüyor. Birleşmiş Milletler verilerine göre 133 ülkeden 58’inde, gençlerin %50’sinden fazlası yüksek orta öğretimi tamamlamamış. 2010 yılından beri, 52 ülkeden 24’ünde kırsal bölgelerde yaşayan çocukların %25’inden azı okul öncesi eğitim imkanlarına erişebilmiş. 75 ülkenin 35’inde, en yoksul genç kadınların en az %25’i okuma yazma becerilerinden yoksun. Sosyal eşitsizliğe dair gerçekleri pek çok başka eğitim, sağlık, barınma gibi sosyal haklar üzerinden çoğaltmak mümkün. Hangi veriyi kullanırsak kullanalım şu gerçeği hiç gözden kaçırmamak gerekiyor: Bu eşitsizlikler, siyasal katılımcılık yapısının, hukuk düzeninin, mali yapının, eğitim ve sağlık sisteminin birer parçası olduğu kurumsal yapı bütününün bir sonucu.
Bu düzene itiraz eden halklar uzun süredir mücadele veriyor. %1’e karşı %99’un öncelenmesine dair açık halk talepleri Avrupa kent meydanlarından yüksek sesle dile getirilse de, 2008 krizi sonrası tercih yine kemer sıkmadan yana kullanıldı. Eşitsizliklerin derinleşmesi ve süregelmesi ve kemer sıkma politikaları Avrupa’nın en önemli koruyucu mekanizmalarından olan sosyal haklarını ve dolayısı ile toplumsal barışı tehdit eder hale geldi. Öyle ki, demokrasi de zedelenmeye başladı.
Düzenin krize ürettiği çareler
Bugün koronavirüs tarafından sınanan küresel ekonomik düzen, virüse karşı mücadelede bir kez daha -üstelik bu kez sorun doğrudan bir halk sağlığı sorunu ve onun doğurduğu halk çapındaki güven kaybı olmasına rağmen- ekonomi politikalarını halkı rahatlatacak ve kurtaracak doğrudan politikalar yerine finansal genişleme yönünde hızlı adımlar atılıyor. Bir başka deyişle, neoliberal düzen, krizden çıkış reçetesini her koşulda para politikalarında gören sığ politika çerçevesine hapsolmuş durumda.
Halkların sosyal ve ekonomik haklarını yok sayıp varsa yoksa finansal piyasaları kurtarmayı hedefleyen neoliberal ekonomik düzen, tam da bu yapısı nedeniyle, krizden krize koşmaya devam ediyor. Zira neoliberal düzen halkların en temel hakları olan sağlığı, eğitimi, barınmayı ve hatta emeği dahi metalaştırma üzerine kurulu bir düzen. Özelleştirmeler yoluyla hak temelli alanların her birinde kamucu ve toplumcu anlayışı öldüren, yurttaşların en temel yaşamsal ekonomik ve sosyal haklarını piyasaların vahşi koşullarına terk etmeyi seçen bir düzen…
Oysa sosyal ve ekonomik hakların korunabilmesi için bu hakların gerektirdiği hizmetlerin tüm yurttaşlar tarafından eşit olarak erişilebilir olması ve etkin bir biçimde sunuluyor olması gerekiyor. Bir diğer deyişle, kamucu ve toplumcu bir hizmet sunumu olması gerekir. Açıkçası, çağın gerekleri ile uyumlu, ekonomik, sosyal ve siyasi hakları doğal olarak merkezine alan güçlü bir sosyal demokrat program gerekiyor.
Avrupa’nın sosyal anayasası: Avrupa Sosyal Şartı
İşte tüm bu gelişmeler ışığında Avrupa Konseyi’nin en önemli sözleşmelerinden birisi olan Avrupa Sosyal Şartı, bu eşitsizlikleri gidermek ve krizi aşacak kamucu yeni düzenin merkezine halkları almak için güçlü bir biçimde sahiplenilecek bir çerçeve olarak değerlendirilmeli.
Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa’nın sosyal anayasası olarak da biliniyor. Bu sene 70. yıldönümünü kutluyor olacağımız Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) insan haklarını ve siyasi özgürlükleri kapsıyor. AİHS’nin tamamlayıcısı olarak görülen Avrupa Sosyal Şartı ise ekonomik ve sosyal hakları içeriyor. İçinde insan onurunun korunması için ihtiyaç duyulan en temel düzeydeki hakları barındırıyor; bu haklar emek hakkından sosyal korumaya, eğitimden sağlığa, barınma hakkından ve ayrımcılıktan korumaya kadar pek çok ekonomik ve sosyal boyutu içeriyor. Bu hakları ortaya koyarken özellikle yaşlı, çocuk, engelliler ve göçmenleri de içeren tüm savunmasız grupların da korunmasını gözetiyor. Şartta belirtilen tüm haklar hiçbir ayrım gözetilmeksizin tüm yurttaşların hakları olarak tanımlanıyor.
Bu şartı imzalamış ve kabul etmiş olan taraf ülkelerin uyumlarının izleme sürecini Avrupa Sosyal Haklar Komitesi yürütüyor. Alanında uzman olan 15 üyeden oluşan Komite her ülkeye dair yıllık değerlendirme raporları hazırlıyor. Bu raporlar, üye ülkelere tarafı oldukları ekonomik ve sosyal hakların daha etkin uygulanması için ihtiyaç duyulan yasal ve idari değişiklikler konusunda yol gösterici oluyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de taraf ülkelerin devletlerine bu raporlar sonucunda tavsiyelerde bulunabiliyor.
Bu izleme süreçlerinin dışında bir de, tercih eden ülkeler için, toplu şikayet sistemi mevcut. Üye devletler dışında, üye ülkelerdeki sivil toplum kuruluşları ve sosyal ortakların Şartlara uymadığına dair Avrupa Sosyal Haklar Komitesi’ne hukuki başvuru yapmalarını sağlayan bu önemli imkan, sosyal hakları fiilen de genişleterek demokratik işleyişe olumlu katkı sağlamaktadır.
Yıllık izleme raporlarının da toplu şikayet sisteminin de, üye ülkeler nezdinde sosyal ve ekonomik hakları geliştiren örnekleri pek çok. Yaşlıların sosyal koruma haklarının güçlendirilmesi, engelli çocuk ve gençlerin eğitim fırsatlarına erişiminin sağlanması, çocuk işçiliğin azaltılması gibi pek çok alanda örnekler mevcut; üstelik tüm üye ülkeleri de kapsayacak şekilde. Örneğin, İtalya’da kabul edilen Ulusal Roman Stratejisi ve Ulusal Engellilik Planı, Komite’nin hazırladığı raporlar sonucunda kabul edilerek işleme girmiştir.
Yunanistan özelinde 2008 krizinden sonra uygulanan kemer sıkma politikalarından özellikle emeklilik haklarının aşırı sınırlandırılması ve asgari ücret düzenlemesinin Avrupa Sosyal Şartı’nı ihlal ettiğine dair Avrupa Sosyal Haklar Komitesi’nin 2012 yılındaki iki kararı var. Bu, sosyal anayasanın krizle mücadele adı altında yürütülen hak erozyonuna karşı durabilmek açısından verilen mücadeleye de önemli bir katkı sağladığını gösteriyor.
Kamucu ve toplumcu bir düzen: erişilebilir sağlık ve eğitim
Avrupa Sosyal Şartı tarafından hukuki olarak korumaya alınan sosyal ve ekonomik haklar, bu hakların gerektirdiği hizmetlerin erişilebilirliği ve etkinliği sayesinde korunuyor. Bu nedenle şartın hukuki maddeleri yorumlanırken de tüm halkın çalışma imkanına, sağlık hizmetine ve eğitim imkanlarına eşit ve kolay erişimi gözetiliyor.
Şartın 17. maddesi genel olarak eğitim hakkını tanımlıyor ve taraf devletleri ücretsiz bir eğitim sistemi kurarak tüm bireylerin eşit fırsatlarla eğitime erişebilmesini sağlamakla yükümlü kılıyor. Ücretsiz eğitimin kitap, kırtasiye, okul üniforması gibi gizli maliyetlerden de arındırılmış olması ve özellikle bu konularda savunmasız grupların sosyal politikalarla desteklenmesi bekleniyor. Daha da ötesi; erişilebilirliği, salt ücretsiz olması üzerinden değil okulların hakça bir coğrafi ve bölgesel dağılıma sahip olmasının da gözetilmesi olarak tarif ediyor.
Avrupa Sosyal Şartı, sadece erişilebilirlik değil aynı zamanda eğitimin niteliği ile ilgili hükümler de içeriyor. Etkin bir eğitim sisteminin ihtiyaç duyduğu nitelikteki eğitimin sağlanması ve buna dönük atılacak adımların atılıp atılmadığını takibe imkan verecek bir izleme mekanizmasının kurulmasının da gerekliliğine vurgu yapıyor.
Aynı şekilde, Şartın 11. maddesinde sağlık hakkının korunabilmesi için tüm halkın erişebileceği bir sağlık sistemi kurulması gerekliliği hükme bağlanıyor. Yapılacak herhangi bir sağlık sistem değişikliğinin mutlaka ayrım gözetmeksizin tüm halkın sağlık hizmetlerine erişebilmesini gözetmesi gerekliliğinin altı çiziliyor.
Sonuç olarak…
On yılı aşkın süredir gözler önünde yaşanıyor olan düzen krizi derinleşerek sürüyor. Kriz, konjonktürel olarak sınandığı – örneğin son dönemde koronavirüs gibi şoklarla – her anda daha da derinleşiyor. Krizin en ağır yükü ise düzenin sonucu olarak yaşanıyor olan derin ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin günden güne daha da ağırlaşıyor olması. Yeni bir düzen ihtiyacı aşikar. Bu yeni düzenin merkezinde, eşitliği sağlayacak kamucu ve toplumcu, hak temelli bir çerçevenin olması gerekliliği de… Buna imkan verecek eldeki tüm araçlara sahip çıkarak ve düzeni değiştirme iradesinde ısrar ederek bu sosyal demokrat yarınları kurmak zorundayız. Eşitlik için, özgürlük için, demokrasi için, refah içinde ortak bir gelecek için…
*Selin SAYEK BÖKE
Ekonomi, Doç. Dr.,
CHP Pm Üyesi, İzmir Milletvekili,
AKPM Avrupa Sosyal Şartlar Altkomisyonu Başkanı
selinsayekboke@gmail.com