Bir “yeni”nin eşiğindeyiz. Gücünü yüzyıllık bir devrimin mirasından olduğu kadar çağı yakalayan aydınlık gelecek vizyonundan alan bir “yeni” bu. Türkiye’nin, bugünkü iktidarının elinde hapsedildiği karanlıktan çıkışının; toplumun yeniden umutta ve gelecek hedefinde ortaklaşıp büyümesinin reçetesiyle tarif edilen bir “yeni” bu.
Cumhuriyetimizin birinci yüzyılını ağır bir ekonomik ve sosyal bunalımın, derin bir buhranın içinde bitiriyoruz. Öyle bir yıkım ki, bir değişim olmadığı takdirde ikinci yüzyılı da yutacak kadar ağır… Sadece bugünleri değil yarınları da yok eden bir buhran. Oysa bu yıkıma mahkum değiliz!
Yaşadığımız çok boyutlu kriz, düzenin yapısından kaynaklı. Bu tespit, yaşadığımız yıkıma mahkum olmadığımız gerçeğinin de temeli. Düzeni değiştirdiğimiz takdirde Türkiye’nin bu krizi aşacak gücü ve potansiyeli mevcut.
Sağlıklı ve gerçekçi bir gelecek vizyonu sağlıklı ve gerçekçi bir durum tespitini gerektirir; tespitler doğru yapılabilirse ihtiyaç duyulan reçete de ortaya çıkacaktır zaten.
Ağır bir demokrasi ve toplumsal barış buhranı yaşıyoruz
Kayıtsız şartsız egemen olan millet değil; egemenlik Saray’da… 2014’ten beri fiilen var olan tek adam rejimi 2018’de resmiyet kazandı. Yasama, yargı, medya tek bir kişinin vesayeti altına alındı. “Şahsım devleti” kuruldu.
Demokrasi seçim sandığının varlığına indirgendi. Adil ve özgür seçim koşullarını ortadan kaldıracak her tür adım iktidar tarafından kararlılıkla atıldı. Seçim dönemleri arasında halkın yönetime katılımını sağlayacak tüm katılımcı süreçler yok edildi.
Halkın bütçe hakkı gasp edildi; Cumhurbaşkanlığının yaptığı bütçenin ya olduğu haliyle kabul edildiği ya da TBMM tarafından kabul edilmezse Cumhurbaşkanlığının bir yıl öncesi için hazırladığı bütçenin yeniden değerleme oranında arttırılarak kabul edilmiş sayılacağı bir düzen kuruldu. Halk adına halkın ödediği vergilerin nereye harcanacağına dair TBMM’nin söz hakkı yok edildi; tüm denetim ve hesap verilebilirlik mekanizmaları yıkıldı.
Bir demokrasinin temelini oluşturan ifade ve medya özgürlüğünü ortadan kaldıracak ağır baskı ve korku iklimi, gerçek gazetecilik yapanlara veya sırf eleştirel görüş bildirenlere ağır bedeller ödettirilmesi sonucunu ortaya çıkarttı. Otosansür bir virüs gibi yayıldı. Özgürlükler yok edildi. Farklılıklar düşmanlık unsuruna dönüştürüldü. Kapsayıcı kurumsal yapılar yıkıldı; yerine dışlayıcı kurumsal yapılar ve siyaset kuruldu. Toplumsal barış iktidar tarafından yok edildi.
Sonuç… Türkiye uluslararası demokrasi endekslerinde istikrarlı olarak sıralama kaybetti. Economist IntelligenceUnit (EIU) demokrasi endeksi sıralamasında, 167 ülke arasında 110. sıradayız; hibrid bir rejim olarak tarif ediliyoruz. Hibrid rejimler, “seçimlerin eşit ve özgür demokrasi koşullarını sağlamadığı; toplumsal ve siyasi muhalefetin baskı altında olduğu; hukukun bağımsızlığını ve medyanın özgürlüğünü yitirdiği rejimler” olarak tanımlanıyor. Freedom House verisine göre, siyasi haklar ve sivil özgürlükler bakımından Türkiye özgür olmayan ülkeler arasında.
Yoksullaşıyoruz
Ağır bir “ekonomik buhran” yaşıyoruz. Ekonomi, üretimden ve üretici güçlerden yana değil ranttan ve yandaştan yana tercihlerle yönetiliyor. Kamu kaynakları siyasi tercihlerle yanlış kullanıldı, kullanılmaya devam ediliyor. Bu rantçı düzen, kamu ihale kanununu 18 yıl boyunca ortalama ayda bir kez değiştirerek; Kamu-Özel-İşbirliği (KÖİ) projeleri ile ticari sır perdesinin ardına gizlenerek; hiçbir denetime tabi olmadan halkın tüm kaynaklarını kullanma yetkisini bir aile şirketi olan Varlık Fonu’na devrederek kuruldu.
Devlet kurumları tek adam rejiminin araçlarına dönüştürüldü, liyakat temelli değil Saray’a sadakat temelli atamalar ve işleyişler tanımlandı. Kuralların yerini keyfilik, kurumların yerini şahıslar aldı.
Ne geleneksel sanayi, ne yeni gelişen dijital ekonomi, ne tarım üretimi desteklendi; rantçı inşaattan ve tefeci finans sermayeden yana bir düzen kuruldu. Rant tercihi ekonomiyi gelir yaratıcı alanlardan uzaklaştırdıkça toplum ihtiyaçlarını borçla karşılamaya mahkum edildi. Ekonominin kendi kaynaklarını arttıracak adımlar atılmak yerine yabancıdan borç alan dışarıya bağımlı bir düzen kuruldu. Ekonomik bağımsızlık kaybedilince siyasi bağımsızlık da ortadan kalktı; iktidarın tercihleri nedeniyle dış politikada egemen güçler arasında savrulur hale geldik. Ağır bir “dış politika krizi” içerisindeyiz.
İnsan hakları, doğa hakları, sosyal ve ekonomik hakların tümü bu düzen içerisinde yok sayıldı. Sosyal politikalar sosyal yardımlara, sosyal yardımlar siyasi parti sadakatine indirgendi. Çağı yakalayacak, fırsat eşitliğine dayalı, hak-temelli, laik ve bilimsel temelli eğitim yok edildi. Ağır bir “eğitim krizinin” içerisindeyiz.
Sonuç… Yoksullaşıyoruz. 2014’de 12 bin dolar olan kişi başına milli gelirimiz bugün 9 bin dolarına altına indi. 16 milyon kişi yoksulluğa mahkum. “İşsiziz.” İş arayıp bulamayan, iş aramaktan vazgeçecek kadar umudunu kaybeden, eksik zamanlı çalışan, işsiz gözükmeyip tüm haklarından mahrum edilerek ücretsiz izinle sefalet ücretine mahkum edilen milyonlar… En geniş tanımıyla bugün 10 milyonun üzerinde kişi işsiz. “Borçluyuz.” Tüketicilerin bankalara borcu 800 milyar lirayı aştı. KOBİ’lerin bankalara borcu neredeyse 850 milyar lira. “Dışa bağımlıyız.” Ekonomik bağımsızlığımız tamamen ortadan kalktı. Dışarıdan kaynak bulunamadığında ekonomi durma noktasına geliyor. Dış borcumuzun milli gelire oranı kriz seviyelerine ulaştı. “Paramız pul oldu.” 2013’de TL’nin dolara karşı 1,80’ler düzeyinde olan döviz kuru, o günden bugüne istikrarlı olarak ve 2018’den beri daha da hızlanarak değer kaybetti; 23 Ekim itibariyle 7,97 seviyesine ulaştı.
Ortaya çıkan bu ağır yıkım, bu çok boyutlu tahribat ve kriz,siyasi iktidarın bilerek ve isteyerek, açık siyasi tercihlerle kurduğu düzenin sonucu. Düzen, şahsım devletinin düzeni. Düzen, rant düzeni. Düzen, tek adam rejiminin düzeni. Düzen iktidarın siyasi tercihleriyle kuruldu.
Düzeni değiştirmek mümkün: İkinci Yüzyıla Çağrı…
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 37. Olağan Kurultay’ında oy birliği ile kabul edilmiş olan “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” işte bu değişimin siyasi tercih bütününü ortaya koyuyor. İkinci yüzyılda düzeni değiştirmenin siyasi iradesini tarif ediyor. Beyanname, ikinci yüzyılda güçlendirilmiş bir parlamenter demokrasi ve hukuk düzenine eşlik edecek güçlü bir sosyal devletle Cumhuriyetimizi yeniden ayağa kaldırmanın reçetesi.
Beyanname, düzen değişikliğinin tarifi: Saray egemenliğinin yerine milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koymanın düzen değişikliği. Baskı, şiddet ve ayrımcılık yerine özgürlük, barış ve kapsayıcılığı koymanın düzen değişikliği. Tek adamın şahsım devletinin yerine güçlü sosyal devleti koyacak bir düzen değişikliği. Rantın yerine üretimin gücünü, rantçı yandaşın yerine halkı, emekçiyi, girişimciyi ve üreticiyi koyacak bir düzen değişikliği. Şahsım düzeninin keyfiliğinin yerine sosyal adaleti koyacak bir düzen değişikliği. Kimi tanıdığının, siyasi parti aidiyetinin belirlediği değil bu ülkenin yurttaşı olmaktan doğan eşit haklarla eşit imkanlara eriştiğimiz hak temelli, liyakata dayalı bir düzen değişikliği.
İkinci yüzyıla çağrı beyannamesi, Türkiye’nin ikinci yüzyıldaki kalkınma hamlesinin reçetesi. Üretimin, umudun, değişimin aracı olacak, toplumsal barışın güvencesiyle ekonomik ve sosyal adaleti tesis edecek bir kalkınma hamlesi. Kalkınma, -Nobel ödüllü Amartya Sen’in tanımına göre- insanların özgürlüklerinin arttırılması sürecinin ta kendisidir. Kalkınma, insanların kendi potansiyellerini geliştirebildikleri, yapabilirliklerini arttırabildikleri sosyal değişimdir. Kalkınma, bireye “yapabilirim” dedirten ve birlikte yapan bir dayanışmacı süreçtir.
Böylesi bir kalkınma, “yapabilirsin, birlikte yapabiliriz” diyen bir devlet anlayışına dayanır. Katılımcı süreçler gerektirir, demokrasiyi gerektirir. Özgürlükleri gerektirir. Kapsayıcılığı gerektirir. Hak-temelli düzen gerektirir. Üretim ve gelir yaratıcı bir ekonomik düzen ve onun sağlayacağı bağımsızlığı gerektirir.
İnsanların “ben yapabilirim” diyebilmesi için, kendilerini umutlu ve güçlü hissedebilmesi için her şeyden önce “ne yapmak isteyeceklerini” tespit edebilmesine imkan verecek bir düzen olmalı… Bu tarife en yakın bildiğimiz çerçeve, katılımcı bir demokrasi; düşünce, ifade, örgütlenme ve basın özgürlüğünün olduğu bir demokrasi; kuvvetler ayrılığının esas alındığı bir demokrasi. Çünkü kalkınma açısından insanların istediklerini özgürce ifade edebilme, özgürce düşünebilmeleri gerekli. Bu isteklerini katılımcı süreçlerle var edebilmeleri, temsil yetkisini verdikleri siyasi temsilcileri özgürce seçebilmeleri, seçtikleri temsilcileri denetleyebilme ve hesap sorabilmeleri gerekli.
İkinci yüzyılın kalkınma hamlesi işte bu nedenle ancak yeni bir anayasa ile güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesiyle mümkün olacak. Türkiye’nin toplumsal barışı ve huzurunu sağlamak işte bu kalkınmaya imkan verecek. Seçim yasası ve siyasi ahlak yasası bu siyasi temsili, denetim ve hesap verilebilirliği tesis etmek için düzenlenecek.
Bu ülkenin vatandaşı olmaktan gelen bir hakla, her yurttaşın kendi bireysel hedeflerine ve ulus olarak toplumsal hedefimize ulaşmamızı sağlayacak güçlü bir sosyal devlet, bu kalkınmanın temelini oluşturuyor. Sosyal devlet, bu kalkınmanın iki temel unsurunun güvencesi. Birincisi, öyle bir sosyal devlet kuracağız ki, bireyin “yapabilirim” demesine imkan verecek ve halkla dayanışarak “birlikte yapacak”. Bu sosyal devlet, dayanışmanın kaynağı ve aracısı olacak. İkincisi de, çağı yakalayarak dönüşen ve istihdam yaratan bir üretim atılımının paydaşı olacak üretici ve üretken bir sosyal devlete ihtiyacımız var.
İşte bu İkinci Yüzyılın Kalkınma Hamlesinin temelini oluşturacak güçlü sosyal devletin kurucu ayakları, İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesinde mevcut. Devlet yönetiminde ve toplumsal düzende liyakat sisteminin hakim kılındığı bir sosyal devlet. Yerelin de devletin parçası olduğu gerçeğinden hareket ederek yerel ve merkezi yönetim arasındaki dayanışma bağını da kuran bir sosyal devlet.
Bu tarif ettiğimiz sosyal devlet, her bireyin hedeflerini gerçekleştirmesine imkan verecek hak temelli, fırsat eşitliğinin sağlandığı ve liyakatin temel alındığı bir devlet yapısı olacak. Sadece fırsat eşitliği sağlayan değil aynı zamanda piyasanın ve düzenin ortaya çıkarttığı adaletsizlikleri de ortadan kaldıracak ve yeniden dağılım görevini güçlü bir şekilde üstlenmiş bir sosyal devlet kuracağız. Sosyal politikayı bireyin topluma karışmasının aracı olarak gören bir sosyal devlet kuracağız; öyle ki, bu kuracağımız sosyal devlet bireyi güçlendirecek ve sosyal devletle yardım temelli ilişkiye mahkum etmeyecek.
İkinci Yüzyılın bu Kalkınma Hamlesinin temelini oluşturacak böylesi eğitim ve sosyal politika bütünlerini barındıran güçlü sosyal devletin tarifi İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesinde mevcut. Güçlü sosyal devletin ilk adımı olarak “Aile Destekleri Sigortası Kurumu”nun kurulacak olması da, eğitim sisteminin tüm bileşenlerinin ortak çabasıyla yeniden yapılandırılacak olması da…
Bu sosyal devlet çağı yakalayan, genç ve dinamik bir kalkınma hamlesinin temelini oluşturacak. Kalkınmanın yadsınamaz boyutlarından birisi, elbette insanın yapabilirliğinin artmasına imkan verecek ekonomik, maddi imkanlar. Yani, böyle bir kalkınmanın olmazsa olmazı üretim ve üretimi, üretici güçleri ve üretkenliği merkezine alan bir sosyal devlet. Hem yeni işler yaratan, hem de tüm işlerin sosyal ve ekonomik hakları gözeterek güvenceli ve insan onuruna yakışır olmasını sağlayan; yani “iyi işler” yaratan bir sosyal devlet. Rantçı anlayışın yerine üretici ve üretken bir anlayışı koyan bir sosyal devlet tarif ettiğimiz. İnsan haklarını da doğa haklarını da koruyan ve hatta geliştiren bir devlet anlayışı.
İkinci Yüzyılın bu Kalkınma Hamlesinin temelini oluşturacak böylesi üretici ve üretken sosyal devletin tarifi İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesinde var. Güçlü bir “Stratejik planlama Teşkilatı” kurulacak. Kamu ihale kanununu rekabet ve şeffaflığı sağlayacak şekilde yeniden düzenleyen üretken bir sosyal devlet var edilecek. Sayıştay, Ulusal Vergi Konseyi, TBMM’de kurulacak Kesin Hesap Komisyonu ile halkın yönetimin paydaşı olmasının sağlandığı; kamu kaynaklarının kamu yararı gözetilerek harcanmasına imkan veren bir sosyal devlet kurulacak. Gelecek nesiller için “ekosistem” hakkını koruyan, hak temelli bir sosyal devlet olacak.
Sonuç olarak…
Yıllardır süren yıkım günden güne derinleşiyor. Yeni bir düzen ihtiyacı çok açık. İkinci yüzyıla girerken, tarih bize bunu düzeltebilme, düzeni yeniden kurabilme fırsatı ve daha önemlisi sorumluluğunu veriyor. Yeni düzenin toplumcu, kamucu ve hak temelli olması yaşanan yıkımın altından kalkılabilmesi için şart. Zamanın ruhu, sosyal demokrat bir geleceği çağırıyor. Gerçek bir katılımcı demokrasiyle, sosyal dayanışmanın devlet tarafından sağlandığı ve hem üretici hem de üretken güçlü sosyal devleti buluşturan bir sosyal demokrat gelecek… Eşitlik, özgürlük, demokrasi, refah, adalet olan bir ortak gelecek… İkinci Yüzyıl’da hep birlikte, dayanışarak, ortak değerlerimiz etrafında kenetlenerek kuracağımız bir gelecek!
*Ekonomi, Doç. Dr., CHP Genel Sekreteri,
İzmir Milletvekili; AKPM Avrupa Sosyal Şartlar Altkomisyonu Başkanı
selinsayekboke@gmail.com