Kimisi yaptığı işlerle karanlığın perdesini çeker memleketin ve insanların üzerine, kimileri ise adım adım o perdeyi aralar ve aydınlığın ışığını doldurur etrafına. Bu sefer o aydınlık gerçekten atılan adımlarla yayıldı ülkeye. 24 gün, 700 bin adımda büyüdü. Her adım kendinden büyük izler bıraktı. Umudu çoğalttı. Özgüveni arttırdı. Biz olduğumuzu anımsattı. Siyasete ve Türkiye’nin geleceğine dair olabileceğini düşündüğümüz aydınlığın uzak olmadığına ilişkin heyecan yarattı.
Siyasetin tüm olağan kanallarının tıkandığı bir zeminde yeni siyaset arayışında önemli bir büyük adım olarak değerlendirmeliyiz adalet için atılan yüz binlerce adımı. Hem yürüyüşün kendisine dair yapacağımız değerlendirmelerde, hem de bu yürüyüşü geleceğin yeni siyasetini oluşturmak için bir fırsata dönüştürecek şekilde değerlendirmek konusunda. Yürüyüşte atılan adımlar tıkanmış olan ‘’normal’’ siyaset kanallarına alternatif yeni bir kanal açmış olması ile bugün topluma büyük bir nefes aldırdı. Ama daha önemlisi, atılan adımların çok ötesinde yeni özgürlükçü siyasete evrilmeye bir fırsat penceresi araladığına dair yarattığı umut, heyecan ve istek ile geleceğin aydınlığına da işaret ediyor. ‘
Adalet yürüyüşü, ”Normal’’ olmayan bugünün siyaset zemininde bunu yapabilmiş olması ile tarihteki yerini aldı! Gelecekte, geriye dönüp bakıldığında Türkiye demokrasi tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olarak anılacak. Adalet Yürüyüşü, her şeyden önce muhalefet etmenin içeriğini ve biçimini yeniden tanımladı. Hepsinden önemlisi, bugüne kadar yapılması gerekeni, ancak bir türlü hakkıyla yapılamayanı yapmak için; örgütlü siyasi partilerden bağımsız olarak büyüyen toplumsal muhalefetin enerjisini Türkiye siyasetinde belirleyici kılmak için, önümüze tarihi bir fırsat daha koydu.
Karanlığın altında kendini ezilmiş hisseden, umudunu yitirdiği için mücadeleden çekilen milyonlar için ortaya çıkan yeni özgürlükçü siyasetin mümkün olduğuna dair umudun ve heyecanın en belirgin sonucu mücadelenin bir sonraki adımını tarif etmeye dönük ortaya çıkan heyecan! Bu umudu ve coşkuyu kalıcı kılmak ve başarıya ulaştırmak için atılması gereken adımların ne olması gerektiği, nasıl yapılacağı ve kimin bu siyasetin temel katılımcıları olması gerektiğine dair yanıtlar ise, hem Adalet Yürüyüşü’nde hem de bundan önceki birçok örnekle tarif edilebilir.
Aynı heyecan, aynı umut, aynı coşku Gezi’de, Yırca’da, Cerattepe’de, Hayır’da ve Adalet Yürüyüşü’nde ortaklaştı. Gezi’deki gençlerin sadece kendilerine değil herkese özgürlük ve daha iyi bir yaşam talep eden, mizahla bezenmiş akılcı siyaseti Adalet Yürüyüşü’nde kendilerini protesto edenlere alkışla karşılık veren aynı akılcı enerjiyle çıktı karşımıza. Hayata sıkı sıkıya sarılırken nasırlaşmış elleriyle Cerattepe’de, Yırca’da ağacı ve doğayı savunan amcalar ve teyzelerin kararlılığı ve mücadele gücüyle bu sefer de ayaklardaki yaraların ve asfaltın sıcağının yok sayıldığı Adalet Yürüyüşü’nde karşılaştık. Demokrasinin siyasi öznesinin birey olduğu ama en önemlisi bireyselleşen değil toplumsallaşan bir yeni siyasetle yaşatılabileceğini ortaya koyan HAYIR iradesini daha da güçlü ve katılımcı bir şekilde Adalet Yürüyüşü’nde yaşadık.
Muhalefetin toplumsallaştığı tüm bu dalgalarda Türkiye’de siyasi denklem değişti. Meclis içi ve dışı siyaset beraber etkin kullanıldığında sonuca ulaşıldı; Saray rejimi geriletildi. Umudun artması ve siyasi kanalların açılmasının ötesinde somut kazanımlar da elde edildi. Örneğin, bir gece yarısı meclise getirilen taciz yasasının geri çekilmesine yol açan mücadeleyi anımsayalım. Meclis içinde başlayan, Türkiye’nin her köşesindeki kadınların toplumsal bir itiraz ve eylemlilikle sürdürdükleri siyasi mücadelenin sonucuydu elde edilen kazanım. Örneğin Üretim Reformu kisvesi altında meclise getirilen yıkım yasasından zeytinliklerin kurtarılabilmiş olmasını anımsayalım. Zeytinlikler, Meclis’te muhalefetin etkin itirazlarıyla ortaklaşan sivil toplum kuruluşlarının, demokratik haklarını kullanan ve toplumsallaşan mücadeleleri ile talandan kurtarıldılar.
Adalet yürüyüşü toplumsal muhalefetin bütün bileşenlerinin yeniden bir araya gelmesini sağladı. ”Dip dalgasının” özgürlükçü bir iktidar alternatifi olarak siyasete kanalize edilmesi için yeniden umut ışığı oldu. 16 Nisan referandum çalışmalarında partilerüstü bir toplumsal siyasi mücadelenin gücünün referandum sonuçlandıktan sonra ortaya çıkan gayrimeşruluk karşısında salt hukuk eksenine çekilerek sönümlendirilmesinden duyulan umutsuzluğu kırdı.
Adalet Yürüyüşü bu nedenle çok başarılı oldu ve siyasi denklemi değiştirme potansiyeli taşıyor. Siyasetin Saray hegemonyasının çizdiği dar ve gittikçe daraltılan kalıbın dışına taşınmasını sağladı. Adalet Yürüyüşü bir kez daha gösterdi ki, Türkiye’de ‘’meşru’’ bir rejim var-‘’mış’’, ‘’normal’’ siyasi koşullar mevcut ve siyasi kanallar açık-‘’mış’’, hukuk var-‘’mış’’ gibi davrandığımızda değil, bu gerçekleri tespit ederek yeni siyasi kanalları açmak ve toplumsal muhalefeti örgütlemek için mücadele verdiğimizde başarılı oluyoruz. Aksi biçimde hareket ettiğimizde toplumsal sıkışmışlığına rağmen Saray rejiminin kendi dilini ve iktidarını bizim üzerimizden yeniden üretmesine imkan veriyoruz. Siyaseti yeniden tanımlamaya karşı çekingen davranan, siyasetini kendisini yeni bir toplumsal muhalefetin öncüsü olarak değil iktidarın elinden ”muhafazakarlık” kozunu almak üzerine kurgulayan muhalefet, aydınlık Türkiye yarınlarına can suyu vermekte zorlanıyor.Oysa Adalet Yürüyüşü gösterdi ki toplumsal muhalefete öncülük edecek ve kendi siyasetini yapacak bir muhalefet Saray rejimini paniğe sevk ediyor.
Saray rejiminin Siyasal İslam – neoliberalizm ekseninde kurduğu hegemonya projesi çöküyor. Çöktükçe hırçınlaşıyor, içe kapanıyor, baskı ve hukuksuzluğa daha çok sarılıyor. Saray rejimi bunları yaptıkça daha da yalnızlaşıyor. Daha da hırçınlaşacak. Normal dönemlerin siyasi araçlarını kısıtlayarak muhalefet alanını daraltacak. Kendi çizdiği bu dar sınırların ötesine geçme cesaretini gösterenleri kendi medyasıyla gayrı-meşrulaştırmaya kalkışacak. Kendi iktidarının hukukuna indirgediği mahkemelerinde muhalefeti kriminalize etmeye devam edecek. Biz de bileceğiz ki, bu hırçınlaşma daha güçlü olduğundan değil, gücünün erimekte olmasından ve Türkiye’nin dinamik toplumuna vaat edebileceği hiç bir şey kalmamasından kaynaklanıyor.
Bir sıkışmışlığın sonucu olan bu siyasetin, toplumun en dinamik kesimlerinden gelen özgürlükçü dip dalgasına direnebilmesi, ancak ve ancak muhalefetin Saray rejimi tarafından çizilmiş siyasi sınırları kabullenmesi, demokrasiyi sandıktan ibaret gören kalıba sıkışması ve hakim rejimin siyasi diline hapsolmasıyla mümkün. Oysa Adalet Yürüyüşü’nde olduğu gibi, muhalefet, siyaset alanını toplumsal beklenti ve dinamikle örtüşen şekilde yeniden tanımladığında umut büyüyor; Saray rejiminin ezberi bozuluyor.
CHP’nin önüne bir kez daha çıkan tarihi fırsat budur: Hayır iradesinde buluşan, Adalet Yürüyüşü ile güçlenen toplumsal muhalefete öncülük etmek ve toplumun dinamik gücünü siyasete dahil ederek gerçek bir dönüşümü başlatmak.
Burada dikkat edilmesi gereken ilk nokta, adalet yürüyüşünün siyasi içeriğini geri plana atmaktan kaçınmak olmalıdır. 700 bin adımın ardından bugün, Adalet Yürüyüşü’nün toplumsallaşarak, siyasi partilerin de ötesine geçmiş bir “siyasileşme” durumunu ortaya koyduğu ve yarının adımları için çok değerli bir örnek oluşturduğu açık. Bu siyasileşmenin temelinde örgütlenmemiş, haklı, meşru ve objektif temelleri olan bir toplumsal enerji, dip dalgası var. Belki birbirinden farklı siyasi aidiyetlere sahipler, ama ortak bir siyasi kaygı etrafında birleştiler ve en önemlisi siyaseti toplumsallaştırma ihtiyaçlarını kendilerini ortak ederek aştılar. Aynı kaygılar ve aynı sonuç, HAYIR iradesini de var etmiş ve başarıya ulaştırmıştı. Özetle, hem Hayır iradesi hem de Adalet Yürüyüşü, Saray rejimi tarafından dışlanan Türkiye’nin en dinamik toplumsal kesimlerinin özgürlükçü bir siyaset projesine olan beklentisidir.
Bu özgürlükçü siyasetin, ortaya çıkarmamız gereken ‘’kurucu siyaset’’ olduğu temelinden hareket etmeliyiz. Bu kurucu siyaset Adalet Yürüyüşü’ne katılan, HAYIR iradesine ortaya koyan milyonların enerjisinden beslenmeli. Kadrolarıyla, örgütlenme biçimiyle, eylemsel pratiği ve siyasi programıyla canlanmış olan bu toplumsal muhalefetin beklentileri ile uyumlu ve onu yakalayan bir ‘’kurucu siyaset’’ çıkartılmalı ortaya. Bunun için de, Adalet yürüyüşünü bir yürüyüş fetişizmine hapsedecek, siyasi bağlamından koparılmış soyut bir ”adalet” talebine veya salt, içi boş bir eylemsel aktivizme indirgememek çok önemli.
Esasında “neyi ve nasıl yapmamız” gerektiği de ortaya çıkıyor. Muhafazakar olarak tanımlanan toplum katmanları içinde de, Saray rejiminin hegemonya projesi dışında kalanların olduğunu; dolayısıyla onları kazanmanın yolunun önce ayağımızı güçlü bir siyasi ve örgütsel zemine basarak herkes için özgürlüğü, adaleti ve eşitliği somut olarak talep eden bir siyaseti ortaya koymaktan geçtiği gerçeğini içselleştirmeliyiz. Topluma, güçlü bir siyasi ve örgütsel zemine basarak, sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinden güç alan özgürlükçü siyaset alternatifini sunmalıyız. Adalet yürüyüşünü bu alternatifin ilk adımı yapmak bizim elimizde.
Adalet Yürüyüşü’yle, siyasi farklılıkları yaşatabileceğimiz ve yarının Türkiye’sinin temelini oluşturacak bir toplumsal sözleşmenin, hangi ortak prensipler üzerine inşa edileceğini konuşabilmek için yeni bir zemin açıldı. Toplumsal muhalefetin eylemliliğe hazır olduğunu ve bunun en barışçıl biçimde yapılabileceğini yeniden göstererek, siyasetin dışına itilen veya içine girmeye çekinen bir sonraki toplumsal halkanın da katılımını doğal olarak sağlayacak yeni bir zemin bu.
Bundan sonrasının yol haritası belli. Meclis içinde mücadelenin devam etmesi gerektiği konusunda hiç tereddüt yok. Ama yeni siyasetin, sadece Meclisin dört duvarı arasından çıkmayacağına da tereddüt yok. Yeni siyaset tam da bu yeni eylemlilik halinden çıkacak. Bu eylemlilik haline devam etmek ve toplumsal muhalefeti kalıcı kılmak gerek. Yeni bir örgütlenme biçimi ile bu toplumsal muhalefeti siyasi partilere dahil edecek ve siyasi partilerin de yenilenmesini zorunlu kılacak dönüşümün parçası yapmak gerek. Bunu yaparken yürüyüşün bir araç olduğu, yürüyüşün bizi bir prensip etrafında bir araya getirmiş olmasının kıymetini de yadsımadan, ama bunun siyasi bir başarıya evrilmesi için yapılması gerekenleri de tespit ederek, devam etmek gerek.
Gelinen noktada, yeni toplumsal sözleşmenin temelini oluşturacak prensipler etrafında toplumsal muhalefeti bir araya getirmenin ötesinde bu eylemliliği sonuca taşıyacak somut adımların da tarif edilmesi gerek. Sadece eylemi değil, o eylemin siyasi kazanımını tarif eden, hedefi de yol haritasını da mücadelenin bir parçası yapacak eylem planlarını her aşamada ortaya koymaya ihtiyaç var.
Bu siyaset, kapsayıcılık adı altında kendi siyasi dilinden, ideolojisinden, kendi siyaset okumasından uzaklaşma riskine düşmeden yapılmalı. Bu yüzden sadece eylemlilikte değil, kullandığı dil ile de yeni bir iş yapma biçimine evrilmiş bir siyaset kurulması gerekli.
Uzun lafın kısası, Adalet Yürüyüşümüz, Türkiye’nin Saray rejimini aşması, Türkiye’yi yeniden ”normalleştirecek” ve ”özgürleştirecek” yeni bir siyasetin kurulması yönünde önümüze gerçekçi bir şans daha koydu. Toplumsal sözleşmenin toplumun kendisi tarafından, siyasetin zeminini genişleterek yazılabileceği yeni bir zemin açtı. Kurucu siyasetin ortaya çıkabileceğini somut adımlarla ortaya koydu. Şimdi yeni bir örgütlenme biçimiyle, eylemlilikle, bu eylemliliği besleyen kendi siyasi dilimizle, siyaseti rejimin dar kalıbı içinden değil dışına taşarak yapmamız gerektiği gerçeğinden doğan bu yeni siyaseti kurma zamanı!
*Selin Sayek Böke
CHP Parti Meclisi Üyesi,
İzmir Milletvekili
selinsayek@gmail.com