Günümüzde demokrasi, evrensel kabul gören tek yönetim modeli. İktidarın meşruiyeti kaynağı. O nedenle gerçek bir demokrasi olmayan ülkelerde bile iktidarlar dışarıya karşı bir demokrasi görünümü vermeye çalışıyorlar. Bu amaçla demokrasinin bazı kurumlarını benimsiyorlar. “Seçilmiş otoriterlik” denen rejimler buradan doğuyor.
Çağdaş “demokrasi” konsepti
Fransız İhtilali’nden bu yana demokrasi evrim geçirdi. Çağdaş demokrasilerde çoğunlukçu, çoğunluğun aynı zamanda ortak irade olduğuna ve bu iradenin yanlış yapmayacağına dayanan Rousseau’cu görüşler artık geçerli değil. O nedenle, demokrasiyi seçim sandığına indirgeyen bir yönetim biçimi demokrasi sayılmıyor. Seçim, demokrasinin biçimsel koşulu. Ancak demokrasinin özü; insan hakları, çoğulculuk, güçler ayrımı, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, azınlık hakları gibi bir değerler bütününden oluşuyor. Çoğunluk yönetiminin tahakküme yol açmaması için iktidarın bu değer sistemiyle sınırlandırılması gerekiyor. Seçimler ülkeyi kimin yöneteceğini belirliyor; ama nasıl yöneteceğini değil. Günümüzde demokrasi, iktidarın kaynağı kadar iktidarın sınırlanmasıyla ölçülüyor. Hayek’in belirttiği gibi, büyük bir çoğunluğa sahip bir iktidar da bir diktatörlük kadar baskıcı olabilir. O nedenle iktidarın kaynağı ile iktidarın sınırlanmasını birbirinden ayırmak gerekir.
Çağımızın bir gerçeği küreselleşme. Küreselleşme devletlerin egemenliklerini ve bağımsız karar almalarını sınırlıyor. Halkın kaderini değiştiren pek çok karar ülke dışında alınıyor. Küreselleşme iki olguya dayanıyor. Birincisi; birçok siyasal, ekonomik, toplumsal etkinlikler ulus devletlerinin sınırlarını aşarak küresel bir nitelik kazandı. İkincisi; devletler, toplumlar ve insanlar arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmasına yol açtı. İletişim ve bilgi teknolojisindeki gelişmeler insan topluluklarını yakınlaştırdı, birbirine bağımlı yaptı. Bir uluslararası toplum doğdu.
Uluslararası toplum günümüzde pek çok sayıda uluslararası örgüt, uluslararası sözleşme, uluslararası STK’ları barındırıyor. Türkiye; BM, Avrupa Konseyi, NATO, OECD, İslam Ülkeleri Konferansı gibi birçok uluslararası örgütün üyesi. Taraf olduğu uluslararası anlaşmalar çok uzun bir liste yapar. Dünyada kadın hakları, çevre, su, insan hakları gibi konularda 5 bin kadar uluslararası STK var. Bütün bunlar devletlerin karar alma yapılarını da etkiliyor. Bu anlamda iç politika ile dış politika arasındaki ayrımın azalmasından ve iç politikanın uluslararasılaşmasından söz edebiliriz.
Hukukun uluslararasılaşması; Avrupa hukuku
Küreselleşmenin en belirgin görüldüğü alanlardan biri de hukuk ve insan hakları. İnsan hakları ve demokrasi arasında karşılıklı bağımlılık var. İkisinin de varlığı birbirine bağlı. Örneğin, ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasiden de söz edilemez.
İkinci Dünya Savaşı’nda meydana gelen kitlesel hak ihlalleri, insan haklarının bir devletin egemenliğine bırakılamayacak kadar önemli olduğunu gösterdi. Savaştan sonra, insan hakları bir dizi uluslararası sözleşme ve uluslararası denetim mekanizmalarından oluşan bir uluslararası ağ ile güvence altına alındı.
Bu gelişme şu sonuçlara yol açtı:
a. İnsan Hakları devletlerin iç işi olmaktan çıktı. Tüm uluslararası toplumun sorunu oldu. O kadar ki, bir devletin kendi vatandaşlarının insan haklarını kitlesel bir biçimde ihlal etmesi durumunda, başka devletlerin bunu durdurmak için müdahale etme hakkı ya da sorumluluğuna (bu konu tartışmalı) sahip oldukları kabul edildi. Kosova’daki katliamı durdurmak için NATO uçaklarının Belgrad’ı bombalaması buna örnek.
b. İnsan hakları moral değerler olmaktan çıkarak hukuk normu niteliği kazandı.
c. Uluslararası hukukun öznesi sadece devletlerle sınırlı olmaktan çıktı. Bireyler hukuk öznesi oldu.
d. Devletlerin egemenliği sınırlandı. Yasama organlarının kabul ettiği yasaların, devletlerin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle uyum içinde olması zorunluluğu doğdu.
Uluslararası sözleşme ve denetim organlarının iç hukuku etkilemesinin en iyi örneklerinden biri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve onun kurduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM).
AİHS, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’ndeki bağlayıcı niteliği olmayan temel hak ve özgürlüklere hukuk normu niteliği kazandırdı. Ama daha önemlisi bir kolektif yaptırım mekanizması kurdu. Bugün haklarının ihlal edildiğini düşünen bireyler AİHM’e başvurabilir. AİHM’nin verdiği kararlar bağlayıcı. Devletler uygulamakla yükümlü. Kararların uygulaması, ihlale yol açan nedenin ortadan kaldırılması anlamını taşıyor. Kararların uygulanmasını Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi denetliyor.
AİHM 60 yıllık içtihadı ile Avrupa’da bir ortak hukuk alanı yarattı. Avrupa kamu düzeninin temel unsuru oldu. Adeta bir Avrupa Anayasası niteliği kazandı. O nedenle, kararlarının etkileri sadece davanın taraflarıyla sınırlı değil. Ortak hukuk alanı içindeki bütün devletleri etkiliyor. Davaya taraf olmasalar bile, bütün devletler, özellikle AİHM Büyük Daire kararlarını dikkate alıyorlar. Bu kararlara uyum sağlamak için yasalarını değiştiriyorlar veya başka idari önlemler alıyorlar. Böylelikle, ortak hukuk alanı içinde bir standartlaşma doğuyor. Bunun en temel nedeni, bu ortak hukuk alanı içindeki devletlerin, Sözleşme’nin girişinde de değinildiği gibi, ortak değerlere sahip olmaları. Bir de ortak hukuk alanına ayak uydurmakta güçlük çeken Türkiye, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Moldova gibi devletler var.
“Demokrasi-evrensel hukuk” ilişkisi
Türkiye’nin AİHM’le ilgili tutumu, demokratikleşme sürecine paralel bir gelişme gösteriyor. 1990’ların sonundan 2010’a dek Türkiye’deki demokrasi ve insan haklarına ilişkin reformların esin kaynağı AİHM kararları oldu: İdam cezasının kaldırılması, DGM’lerdeki askeri yargıcın sivil yargıçla değiştirilmesi, sonra da DGM’lerin kaldırılması, CMK’da yapılan gözaltı süresinin 4 güne indirilmesi, gözaltına alınan kişinin yakınlarına haber verilmesi, AİHM’de ihlal kararlarının yeniden yargılamaya yol açabilmesi gibi pek çok değişiklik, TCK’daki değişiklikler ve -AİHM kararlarıyla ulusal yasa arasında çelişki varsa- anayasada AİHM kararının esas alınmasını ön gören değişiklik bunun örnekleri.
Buna karşılık Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, otoriter-totaliter bir yönetime doğru yol aldıkça AİHM kararlarından ve onun dayandığı değer sisteminden kopuyor.
Bugün Türkiye AİHM kararlarını uygulamayan devletlerin başında geliyor. Din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılmasını öngören Mansur Yalçın kararıyla ilgili olarak dönemin Dış İşleri Bakanı Sn. Davutoğlu, Hükümet’in bu kararı tanımayacağını açıkladı. Toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili AİHM’nin pek çok ihlal kararına ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin bu kararları uygulatmak amacıyla kabul ettiği kararlara karşın, Türkiye hala barışçı göstericilere karşı orantısız güç kullanmakta direniyor. Basın özgürlüğü, internete erişim özgürlüğü konularında AİHM’nin Türkiye’yi mahkum eden kararlarını görmezlikten geliyor. Bu örnekleri çoğaltma olanağı var. Oysa AİHM kararları bağlayıcı ve devletin bunları uygulama yükümlülüğü var.
Türkiye Cumhuriyeti bir çağdaşlaşma, bir uygarlık projesi. Atatürk devrimleri, laiklik ilkesinin benimsenmesi Türkiye’yi çağdaş, evrensel değerlere ortak yaptı. O nedenle Türkiye Avrupa Konseyi’ne, AİHS’ye taraf, NATO üyesi ve AB ile tam üyelik müzakerelerini sürdüren bir devlet.
Oysa şimdi ortaya çıkan görünüm, Türkiye’nin giderek demokrasiden uzaklaştığı, otoriter – totaliter bir rejimle yönetildiği. Bunun sonucunda Türkiye, içine dönük; dış etkilere kapalı; evrensel değer sistemini reddeden; kendini eleştiren devletleri, uluslararası kuruluşları, STK’ları bir düşman olarak gören bir tutum içinde.
Şimdi önümüzdeki sorun, Türkiye’nin bu rejimden demokrasiye nasıl geçeceği ve nasıl bir demokrasi olacağı. Bu konuların tartışılması gerekir. Ancak her türlü demokratik tartışmanın üzeri -teröre karşı mücadeleyi engellediği gerekçesiyle- örtülüyor. O nedenle Türkiye’nin yeniden demokratikleşmesi her şeyden önce Güney Doğu’daki çatışmanın sona erdirilmesine bağlı. Kürt sorununun çözümü ise Türkiye’nin demokratikleşmesinin ayrılmaz bir parçası.
Rıza TÜRMEN
AİHM Eski Yargıcı
riza.turmen@gmail.com