Otoriter ruhun, siyasi yaşamda takındığı tutum ve tavırları analitik açıdan irdelemeden önce “Otorite” kavramının kökenine inerek başlamak belki de daha yararlı olabilir.
Anlam yükü olarak ‘’Otorite’’ Türkçe sözlüklerde ‘’yetke sahibi olarak, yasak koyma ya da yaptırım geliştirme anlamına geldiği kadar, bilgi ve görgüsüyle çevresine verdiği güven sayesinde bağlılık ve inandırıcılık sağlama durumu olarak da düşünülür.
Kökenini Latince ‘Auctorias’’dan alan kelimenin kökü, ‘Auctor’ aslında ‘’yapan, yaratıcı, yazar” anlamına geliyorsa da Fransızca sözlükler, kelimeyi kavramsal olarak, ‘’yönetme hakkı, zorlayıcı güç, kendinden çok emin otoriter tutum, boyun eğdirme gücü” şeklinde bir dizi tanımla açıklamaktadır. Ayrıca hayranlık uyandıran, saygıdeğer kimlik anlamı da önerilenler arasındadır.
Ancak söz konusu siyaset alanındaki tutumlarla ilişkilendirmek olduğunda; sözcüğün anlam yükü, boyun eğdirmek için kullanılan ve istismar etmeye açık ve kendinden bir “izm” türeten niteliğe dönüşüyor. Son kertede bir üstteki tanıma dönüşen bu kavramın özellikle bizim gibi toplumlarda ruhsal konumu ve dinamikleri nasıl açıklanabilir?
Psikanalitik çözümleme
Psikanaliz ya da psikanalitik model ile siyaset biliminin bu tarz sorulara cevap arayışı ve bakış açısı bu noktada farklılık gösterir. Siyaset ya da siyasete odaklı çalışan diğer sosyal bilim alanlarının, matematiksel açılımlar üzerinden gözlemledikleri durum ve tutumları tespit ederek yorumlamasından farklı olarak, psikanalitik değerlendirme modelleri, görünenin ardındakini anlama ve anlamlandırmaya odaklanırlar.
Psikanaliz alanında emek veren pek çok zihne göre ‘’Çocukluk dönemlerinde yaşanan acıların duygusal boyutu, insanların bilinçaltında bastırılmış ve tamamen gizlenmiş olarak varlıklarını sürdürürler. Psikanalizde “bastırma” olarak tanımlanan ve savunma mekanizmalarının temelini teşkil eden bu durum, bir sonraki kuşaklarda ortaya çıkan aşağılama biçiminin kaynağını teşkil eder.
Çocukluk ve gençlik sürecinde yaşadığı acılar ve aşağılanmıştık duygularıyla yüzleşmemek için kişinin en çok başvurduğu yöntemlerden birisi, yadsımak ya da rasyonalize etmektir. Bu yapılar, yetişkinlik dönemlerinde, bastırılmış bu acı ve utanç deneyimlerine bağlı duygularla baş edebilmek için bazen kendilerine bunları yaşatmış olan modellerle özdeşleşmeyi seçer; ya da kendi hikayelerindeki başarısızlık ve yetersizlik durumları için kendileri dışında bir suçlu bulmaya meylederler. Örneğin ebeveyn olarak kendi çıkmazlarından çocuklarını, iktidarda siyasi bir kimlik iseler kendilerine muhalif olanları engel ve tehdit olarak algılayıp suçlarlar. Bir başka savunucu yöntem de, yaşadıklarını kendi uygulamaları haline dönüştürmek yani -yukarıda sözü edildiği üzere- travmayı yaratanın kimliğiyle özdeşleşmektir. Böylece kendilerine idol olarak seçtikleri kimliğe karşı duydukları öfke ve yok edici arzuların suçluluğundan arınmak ve geçmişlerindeki bu kişileri idealize ederek, kendi benzer tutumlarını da yüceleştirmektir.
Liderlik üzerine önemli çalışmaları olan Volkan’ın yaklaşımına göre, “Kişilik özelliklerinin gerisinde yatan ve çoğu kez bilinçdışı olan süreçlerin ve güdülenmelerin, liderin gözlenebilen kişiliğini şekillendirdiği bilinen bir gerçektir.’’
Bu, bir tür ‘’öz benliğinin” var olmayı başarma çabasıdır ki, aslında gerçek anlamda kırık, dökük, son derece cılız bir benlik olarak kendiliğine son derece yabancıdır. Çocuğun giderek kemikleşen bu kişilik süreci gerçekten yaşadıklarıyla ilgili olmayıp, çocuğun algı ve fantezileriyle iç içe geçmesidir.
Çevresinde kendisine destek veren yapıcı bir tanık olduğu takdirde, çocuğun yetişkinliğinde mutlaka patolojik olması gerekmez. Ancak çevresel faktörlerin, olumsuzluğu ve yıkıcılığı bir tür irade ve kahramanlık olarak desteklediği durumlarda, gidişat farklı bir yöne evrilebilir.
Ona ‘’yok sayıldığı ‘’zaman dilimlerini anımsatan her yaklaşım biçimi aynı zamanda yok edici olandır. Bu nedenle fantezilerinde hep kontrol edici gücün rolünü benimsemeye yatırım yapacaktır. Bu siyaset de “iktidar” kavramıyla çakıştığı durumlarda, “ideoloji” hangi düşünceden kaynaklanırsa kaynaklansın, yerini “iktidar” ve İktidarda olanın kimliğiyle yönlendirilmiş ideolojiye dönüştürmeye mahkumdur.
Politik öncülüğü yapan kişinin, kendi kişilik özelliklerinin dışavurumu yüksek derecelere ulaştığı zaman, halkın çoğunlukla bu kimliğin etkisi altına girmesi sık rastlanan bir durumdur.
Lider mi, otokrat mı?
Bir travmatik hikayeler kümesi olarak, bir arada başlı başına direnç kültürü oluşturmuş insan gruplarının, kendilerinden birisinin ulaştığı yüce mertebe de, hepsi için aynı konuma ulaşmak ihtimali büyük bir kabulü içerir. Onlardan birisi, onlardan olmayanı alt ettiği zaman, hepsi var oluşlarıyla güvence altındadır. Merkez ile bağlantılarındaki mekanik yapı en büyük sığınaklarıdır. Adeta bir tür göbek bağıyla simbiyoz oluşturarak yaşamak durumu öz konusudur.
Otoriteyi bu şekilde kullanan kişilikler aynı zamanda narsistik bir yapının olumsuz dokularına sahip nitelikleriyle aynı zamanda şu baştan çıkarıcı mesajı da vermektedirler. “Seni kendi görkemli benliğimin içine alıyorum, sana öz değerinin yükselmesi ve narsistik ihtiyaçlarının karşılanması yoluyla mutluluk vaat ediyorum.’’** Böylece çevresindekiler kendi kaderleri hakkında söz sahibi olma yetilerini geliştirmekten vazgeçerek, bağımsızlıklarını liderlerine teslim ederler. Sevgi ve onayın bedeli budur.
Elbette psikanalitik anlamda bu tarz narsistik yapıların kimlikleri bunalımla sırt sırta yaşamak durumundadırlar. Bu bunalımın tezahürleri de yukarıda belirtmeye çalıştığımız savunma düzenekleriyle yaşamlarını sürdürmektir. Kendilerini, konuşmayan ama nutuk atan, etkileyici el, kol hareketleriyle söylemlerinin durmadan altını çizen ve ders verir gibi konuşan bu lidere teslim ederler.
R. Lourau; siyaset bilimleri dışında, siyaseti kendi yaşamlarının merkezine almış kişilerin tutumları için; ‘’Siyaset mesleği, psikanaliz gibi ne eğitim gerektirir ne de diploma; değeri kendinden menkul bir haldir!’’ tanımını yapar. Ona göre, siyasetçinin, politik alanda -iktidar ya da muhalefet ayırt etmeden- kendini seçen halk kitlelerine ya da parti gruplarına karşı takındığı tavrın ‘’kutsal havanın kendine yüklediği kadir-i mutlak’’ tutum olduğunu ileri sürer.
Sosyal bilimlerin çeşitli alanlarında bir tespit şeklinde ortaya koyduğu bu tutuma karşı çözüm olarak ileri sürülen “meli –malı” lar insanlık tarihinde ne denli yol aldırmıştır, elbette üzerinde düşünmeye değer.
Lider olmak; şişeden bir dudağı yerde, bir dudağı gökte Arab-ı Zengi edasıyla çıkıp dikilmek değildir. Halkın da düştüğü çukurdan kurtulmak için lambaya bağımlı “Ali” olarak yaşaması sonsuz ve mutlak gerçek sayılmamalıdır. Halka, ‘’Ben sana hizmet ederim, ancak akıllı üç dilek dile; fazlasını isteme” denemez. Çünkü o mutlak özgürlüğünden, taleplerinin mutlaka yerine geleceği fantezisiyle vaz geçmeye eğilimlidir.
Dertlerin çoğaldığı durumlarda tombala oynamanın insanın nezdinde giderek anlamı ve eğlencesi yok olabilir. Liderin işi, halkın tonlarca gereksinimini, yüreğinin, bilginin ve elindeki malzemenin sentezinde eleyip yoğurduktan sonra parti programı şeklinde geri sunmaktır.
Halk, sunulan her programı da kabullenmek ve beğenmek zorunda değildir. Yapıcı ve otoritesi yaratıcı bir lider halkına küsmez, düşünür! Halkına hangi nedenle neyi anlatamamış; ya da anladığını sandığı “halk bilgisi”nde mi yanılgıya düşmüştür?
Liderin adalet duygusu ve demokrasi anlayışı, kendi ideoloji sınırlarındaki kavramlardan ötede evrensel insan haklarıyla zenginleştiğinde, otoritesinin saygınlığı güvenirlik kazanırsa; bu, bir anlam ifade eder.
O zaman “Otoriter ruh” korkulan ve sevilmeyen değil, seçilen ve benimsenen bir modele dönüşme şansına sahip olacaktır.
Kaynakça
Freud, S : Grup Psikolojisi,2013,Alter
Miller, A : Yetenekli Çocuğun Dramı ;2011-2018-Profil Kitap
Volkan, V : Körü Körüne İnanç ,2017 Asi Kitap
Parman, T : Hangi Otorite *** 2018 Bağlam
Barbel, W : Narsisizm, Ayartma ve İktidar, 2018. İletişim
Laraou R : Bilinç Altında Devlet, 2001, Ayrıntı.