
“Ben kız mıyım? Korkup kaçacağım.”
Duyduğum bu cümle ile irkildim. 8 yaşında bir oğlan çocuğunun ağzından yükseliyordu bu nida. Bir cümlenin içine hem öfke, hem güç, hem korku ve kıskançlık sığabiliyordu.
Nasıl oluyordu bu? Toplum nasıl erkekliği öğretiyordu?
Şiddete karşı olmanın, kavgaya karşı durmanın ya da ağlayabilmenin adı “kız gibi” oluyordu. Erkek adam ağlamaz, erkek adam kaçmaz! Erkek adam korkmaz, dik durur vs.
Sevginin anlamını bilemeyen ve hissettiği duygudan korkan, kabul görmediğinde öfkelenen ve bağlılıktan kaçan erkeklik. İnsana dair tüm duygunun karşılığı rekabete, şiddete kolayca dönüşebiliyor. Erkeklik sisteminin belirlediği kurallar, şiddeti iktidar aracı olarak kullanıyor. Ataerkil “erkeklik” yarışmasına sokan bilet şiddet oluyor. Şiddet uygulama yeteneğiniz oyun sahasını eşitliyor.
Hemen hemen her gün yeni bir erkek şiddet haberi ile güne başlıyoruz. Geçtiğimiz Temmuz ayında 36 kadın öldürüldü. Boşanmak istediği, barışmayı reddettiği, ilişkiyi reddettiği ya da kıskançlık nedeniyle eril şiddete maruz kaldı. Bu satırları yazdığım sırada öldürülen kadınlar için oluşturulan dijital anıt platformu “anıtsayac.com” bir rakam daha yükseldi. 2020 yılının başından bu yana 239 kadının erkek şiddetiyle hayatını kaybettiği belleğimize işleniyor. Anıttaki her ismi tıkladığınızda farklı bir kadınlık hikayesiyle karşılaşıyorsunuz. Ortak olan şiddetin mağdurları kadın, faillerin tamamı erkek; kocalar, eski sevgililer ve erkek kardeşler, akrabalar…
Kadınlar kendi hayatına dair karar alabilmek için hayatları pahasına mücadele ederken en temel amacı “kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak; kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve -kadınları güçlendirme yolu da dahil olmak üzere- kadınlarla erkekler arasında maddi (fiili) eşitliği sağlamak; ev içi şiddetin tüm mağdurlarının ve kadına yönelik şiddet mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı çerçeve, politika ve önlemler geliştirmek olan İstanbul Sözleşmesi’nin varlığını tartışıyoruz.
Erkeklikler ve bir davet
Bu yazıyı yazarken amacım, erkekliğin de ataerkil toplum tarafından nasıl yeniden üretildiğini konuşmak. Bu doğrultuda Bell Hooks[1]1’un 2018 yılında yeniden basılan “Değişme İsteği, Erkekler, Erkeklik ve Sevgi” kitabının izleri üzerinden yola çıkacağım. Çocukluktan, iş hayatına ve popüler kültüre erkek ruhunun ataerkil dinamiklerle nasıl şekillendiğini görmeye çalışmak, aynı zamanda nasıl duygu kayıpları ve eksikliklerle yaşamak demek. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyerek “erkeklik”i anlama çabasının, bugünlerde sürekli farklı derecelerde tanık olduğumuz eril fiziksel ve psikolojik şiddeti kabul etmek anlamına gelmediğini belirtmek isterim. Bu çaba, aynı zamanda bir davet içermektedir. Ataerkine maruz kalan ve sistemin dinamikleri çerçevesinde sürekli yeniden üretilen cinsiyetçiliğe karşı mücadele edebilmeyi amaçlamaktadır.
Eksikliğin Adını Koyalım: Sevgi
Ataerkil kültür, erkekleri duygularını reddedecek şekilde toplumsallaştırır ve onları duygularını hissetmedikleri bir yaşama mahkûm eder. Ataerki erkekliğin kendisiyle, çevresiyle kurduğu ilişkilerde iktidarı merkeze alır. Güçlü olabilmek sevgi bağının koparılmasının ifade eder. Hooks’un dediği aslında hisseden, seven erkekler duygusal farkındalıklarını saldırıya uğrama ve utanma korkusuyla çoğunlukla diğer erkeklerden saklarlar[2].
Çocukluk döneminde erkeklik, hizmet beklemek, düşünmek, strateji geliştirmek, planlamak, güçlü olmak öğretilir. Sevme konusunda cesaretleri kırılırken bu duygunun yeri şiddet ve öfke ile işgal edilir. Bu cinsiyete dayalı senaryoda ise kadınlar için kırılgan olmak, duygusal olmak, koşulsuz sevgi vermek rolleri uygundur. Bu nedenle sevgiye dair konuşmalar ya bir romantik komedinin konusu olabilir ya da kişisel gelişim kitaplarının ilişkiler kısmında yer alabilir.
Sosyalizasyon sürecinde toplumsal cinsiyet rolleri doğumdan itibaren öğretilmeye başlar.Ailede, okulda, işyerinde, medyada ve popüler kültür alanlarında aktarım devam eder. Toplumsal alanda kurduğumuz tüm ilişkilerde nasıl cinsiyet rollerimizi en iyi şekilde oynayacağımız öğretilir. Aynı zamanda duyguların da rehberliğidir. Cinsiyetçi düşünce oğlan çocuklarını ağlamaktan ve sarılmaktan mahrum eder. Bazen ailelerin oğullarıyla kurdukları ilişki son derece sert ve kısıtlayıcı da olabilir. Hooks’un ifadesiyle bu aynı zamanda yetişkinliğe hazırlıktır. Ataerkinin kuralları bellidir. Kızgınlık hariç duygularını kesinlikle ifade etmemeleri gerektiğini bilirler; kesinlikle dişil ya da kadınsı algılanacak bir şey yapmamaları gerektiğini bilirler[3].
Ataerkil kültür iş dünyasını da erkeklik alanı olarak belirler. Oğlan çocuklar için iş hayatında doyuma ulaşacakları, paranın doyum vadettiği ve işin para kazanma yolu olduğu anlatılıyor. Neoliberal kapitalizm ise işi esnekleştirmekte ve işin doğasını dönüştürmekte, geçicileştirmekte. İşin yokluğu ya da işe dair alanların işgali de “erkeklik krizi” ne yol açıyor.
Toplumsal dönüşümler ve erkeklikler
Toplumsal dönüşüm, gelenekselin çözülmesiyle kadınların iş gücüne katılması ve erkeklerin ailenin geçimini tek başına sağlayan olmaktan çıkardı. Türkiye’de son yıllarda uygulanan aile politikalarına rağmen kadınlar kamusal alanda daha fazla yer alıyor; daha çok çalışıyor daha çok katılıyor. Öte yandan birçok erkek için de erkekliğin ölçütü eve ekmek getirmek olmaya devam ediyor. Deniz Kandiyoti’nin çok anlamlı tespitiyle kadınlar ve erkeklerin beklentileri aynı ilerlemiyor. Kadınların güçlenmesi eril tahakkümü derinleştiriyor. Bazen engel olma ya da maaşına el koyma gibi biçimler alabildiği gibi çok daha keskinleşebiliyor da .
Toplumsal cinsiyet krizinin doğurduğu şiddet aile içinde olduğu kadar sokakta yürüyen ya da otobüste seyahat eden tanımadığı kadına yönelebiliyor. Kadın düşmanlığı çok daha örgütlü bir bicimde alabiliyor. Örneğin sosyal medyada biraraya gelen “Incel” gibi gruplar. Incel, kadınlar tarafından reddedilen ve kadına karşı nefret ile birleşen erkeklerden oluşuyor ve organize şiddet eylemlerinde bulunuyor[4].
Şiddet ve özünde kadına karşı şiddet, kadınlar kadar erkeklerin de mücadele etmesi gereken bir mesele. Ataerkinin erkeklik üzerinde oluşturduğu idealin yarattığı kayıplar da görünür kılınmalı. Ataerkil kültürün etkisi altında elbette zahmetsiz ve basit olmayacak. Erkeklerin de eğitime, bilinç yükseltmeye, destek gruplarına ihtiyacı var. Elbette son zamanlarda ilgili babalık üzerinden bir araya gelen erkek gruplarının yaptığı çalışmalar önemli. Ama bunun da ötesinde erkeklik ve duygu kayıpları üzerinden konuşabilecek dışarıdaki dünyaya meydan okuyacak değişime açık gruplara ihtiyacımız var.
Son sözü yine Hooks’a bırakalım. Erkekleri sevenler olarak yolculuğumuza onlar olmadan devam etmek istemiyoruz. Erkekleri arkamızda bırakarak fazla uzağa gidemeyiz.
*Özgün BİÇER
Kalkınma Ekonomisi, Dr.,
ozgunbicer@gmail.com
[1] 1960’larda yükselen ve II. Dalga Kadın Hareketi olarak adlandırılan hareket içinde yer alan Amerikalı bir feminist aktivist, yazar. Sınıf ayrılıkları, cinsiyet, ırkçılık, sanat, eğitim, medya tekelliği, tarih ve kadın hakları üzerine halen yazmaktadır
[2]Hooks, s. 23.
[3]Hooks, s. 55.
[4]https://tr.euronews.com/2018/04/26/kad-n-dusmanlar-n-n-olusturdugu-incel-topluluklar-kim- (erişim tarihi: 19 Ağustos 2020)