CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi sadece siyasi açıdan değil, ekonomik ve toplumsal açıdan da çok önemlidir. Bu belgeyi tüm yönleriyle tartışmak, ülkemizin demokrasisine katkı sunacaktır. Bu çerçevede ben de, çalışma alanım olan 7. madde üzerinde bu tartışmalara katkı sunmak isterim.
Geliri adil dağıtabilmek için vergiyi adil toplamak gerekmektedir. Ayrıca unutmamak gerekir ki “vergi, oy ve demokrasi” birbirine sıkı sıkıya bağlı unsurlardır. Neye, ne kadar, niçin, kimlerin vergi ödediğini/ödemediğini bilmek, sormak ve sorgulamak; sonrasında toplanan vergilerin nerelere, kimlere, nasıl harcandığının hesabını sormak demokratik toplum özleminde olan her vatandaş için hem hak hem de görevdir.
Halktan alıp halka vermek
Bundan yaklaşık 800 yıl önce halkın demokrasiye geçişidir Magna Carta Belgesi. 1215 yılında yayımlanan bu belge ile halk haraç ödemekten vergi ödemeye geçti. Değerli Hocamız Esfender Korkmaz’a göre “Dünyada halkın haraç ödemekten vergi ödemeye geçişi, vergilerin nerelere harcandığının denetlemesi, bütçeye ‘evet’ veya ‘hayır’ demesi, binlerce yıllık demokrasi mücadelesinin bir sonucudur.”[1]
Bence asıl meselenin özü de burada saklıdır. Çünkü Batılı toplumların demokrasiye ulaşma serüveni ile bizim demokrasiye kavuşma yönündeki zayıf çabalar içeren serüvenimiz maalesef aynı değildir. Bu durum, Batı’da daha çok uzun soluklu bir mücadeleye dayanmakta iken bizde içsel dinamiklerin etkisinden uzak, kesintili bir süreçtir.
Etimolojik olarak demokrasi kavramını incelediğimizde “demos” ve “kratos” sözcüklerinden türediğini görmekte ve halkın kendini yönetenleri seçme hürriyeti olarak tanımlanmaktadır.[2] Başka bir deyişle halkçı yönetim de denebilir. Baktığımızda eski Yunan tarihine kadar giden ve bundan 800 yıl önce ulaşılmış bir demokrasi kültüründen bahsediyoruz aslında. Batılı toplumların uzun süreçte geçirdiği demokratik dönüşümlerin, Türk toplumunda çok daha kısa zamanda gerçekleştirilmesi düşünüldüğünden zaman azdı ve Batı’ya nazaran bizim demokrasiye geçişimiz evrim ile değil devrim ile olmuştu.[3]
Gerçek anlamda demokrasiye geçiş ile birlikte temsilsiz vergi olmaz ilkesi, bütçe hakkı, adil vergilendirilme talebi, ödemesi gerekenden daha fazla vergi ödememe hakkı gibi haklar da ön plana çıkarak demokrasinin bağlayıcı ana unsurları haline gelmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun taşlarının döşendiği dönemde bile vergi ile yasama arasındaki ilişki gözetilmiştir. Hatta 24 Nisan 1920 tarihinde yapılan TBMM toplantısında kabul edilen 1 no’lu ilk Kanun ile “Ağnam Resmi” olarak bilinen vergi yasa ile konulmuştur. Ağnam, küçükbaş hayvanlardan alınan bir vergidir ve 28 Şubat 1921 tarihli 1 no’lu ilk Resmi Gazete’de de yayımlanmıştır.
Gerçek demokrasinin ülkede gelişmesi için vergilendirme yetkisinin tamamen parlamento tarafından belirlenmesi, verginin kanunla konulup, kanunla değiştirilip, kanunla kaldırılması ve bu parlamentoyu, yani yasama organını, 18 yaşını doldurmuş ve temyiz kudretine sahip her vatandaşın oy kullanarak belirlemesi “vergi-oy-demokrasi” üçgeninin en temel gerekçelerindendir. Halkın seçme hakkını kullanarak yasama organına gönderdiği vekilleri marifetiyle vergi kanunları oluşmakta, oluşturulmaktadır. Temsil ile vergileme arasındaki sıkı bağ böylece kurulmuştur!
Demokrasi, vergilemenin temel unsurlarını halkın seçtiği vekillerin yer aldığı parlamentoda yasama süreci içerisinde belirlenmesi gerektiğini ortaya koyar. Yani temsilsiz vergi olmaz, olmamalıdır. Aksi durumda Amerikalı Hukukçu ve politikacı (1725-1783) James OTİS’e atfedilen “Temsilsiz vergileme tiranlıktır.” noktasına düşülür. Kanun devleti olmak ile hukuk devleti olmak da işte bu noktada ayrışır. Kanun devletinde kanun yapılır, kanun vardır ancak uygulanması ya da uygulanmamasının bir müeyyidesi yoktur. Hukuk devletinde kanun vardır, uygulanır ya da zaten uygulanabilir kanun yapılır ve uygulanmamasının mutlaka bir müeyyidesi bulunmaktadır.
İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin 7. Maddesi’ne bu açıdan bakacak olursak
Sayıştay ve benzeri kurumların şeffaf ve eşit olarak uluslararası standartlarda yapacağı denetimler aslında 83 milyon vatandaşın vergilerinin doğru ve yerinde harcanıp harcanmadığının da kontrolünü ve denetimini sağlayacaktır. Doğal olarak yurttaşlar “Cebimden ödediğim vergiler ne oldu? Nerelere, kimlere, nasıl harcandı?, Harcamalar rasyonel alanlara mı yapıldı?” diye soracak olursa bunun muhakkak bir yansıması olacaktır. Gelişmiş demokrasilerde vergilerin nerelere harcandığının sorgulanması, olmazsa olmazdır. Sayıştay ve benzeri kurumların, iktidar veya belli güç sahipleri adına değil; tarafsız, bağımsız ve sadece Meclise hesap verecek şekilde uluslararası standartlarda denetimi bu açıdan önemlidir.
Bununla birlikte Ulusal Vergi Konseyi kurulması da oldukça önemlidir. Ancak daha önemlisi, bu konseyde kimlerin yer alacağı, kimlere danışılacağı ve nasıl bir katkı sunacağının belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü böyle bir konseyin kurulması, öncelikle Roma döneminde uygulamadan kalkan ve şeffaflığın önündeki en büyük engel olan “torba yasa” düzenlemelerinin ortadan kaldırılması açısından önemli olacaktır. Bu sayede tüm vergi düzenlemelerinin bu konseyden geçirilmesi ile daha parlamentoya gelmeden paydaşların da görüşünün alınması ve ilgili kanunların etki analizlerinin yapılması açısından gerekli ve zorunluluk ortaya çıkacaktır. Vergi konseyinin oluşumu, tam veri ve bilgiye sahip olarak tarafsız ve bağımsız bir çalışma ile ortaya koyacağı araştırma sonuçlarının şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılması, bu kurumdan beklenenlerin karşılanması için gereklidir.
Ancak anayasal kurumların kamu harcamalarını denetimi kadar bu alanda çalışmalar yapan veya yapacak olan sivil toplum kuruluşlarının oluşması da bu denetim mekanizmasının bağımsızlığını ve şeffaflığını ziyadesiyle destekleyecektir. Ülkemizde 7. maddede belirtilenlere ek olarak asıl olması gereken, vatandaşın vergi bilincinin gelişmesine katkı sunacak STK’ların çoğaltılması, desteklenmesi, teşvik edilmesidir. Çünkü bu vesile ile toplum, cebinden çıkan her kuruşun farkında olarak bu paraların akıbetini sormaya ve sorgulamaya başlayacaktır. Bu sistem, kendiliğinden gelişen ve evrilen bir hal alacaktır. Yani 83 milyon vatandaşın doğumdan ölüme, ekmekten suya, iğneden ipliğe kadar ödediği her kuruş verginin nerelere ve nasıl harcandığının sorulması demokrasiyi güçlendirerek ve kamu harcamalarını baskılayarak adil vergi sistemi talebini artıracak; böylece toplumdaki gelir adaletsizliğinin de bir nebze önüne geçilmiş olacaktır.
Yurttaş, hakkının bilincinde olmalı
Bakın mesela, Kanada’da bir STK var. Adı “Mükellef Federasyonu” ve temel amacı vergiyi azaltma ve kamu harcamalarının doğru, adil, israfsız yapılması konusunda hükümetleri baskılama. Sloganı ise “Ayağa kalk ve sesini duyur!”[4] Bu, ülkemiz ve demokrasimiz için çok güzel bir örnek teşkil edebilir. İşte gerçek demokrasiye kavuşmak istiyorsak, vatandaşın oy davranışının daha rasyonel olmasını talep ediyorsak vatandaşlara bu alanda fırsat verilip mutlak suretle destek olunmalıdır. Çoğulcu bir yaklaşımla her bir bireyin neye ne kadar vergi ödediğini ve bu vergilerin nerelere nasıl harcandığını sormasını sağlamak müreffeh yarınlar, özgür bir toplum, hukukun üstünlüğünün tesis edildiği bir coğrafya, gelirin daha adil dağıtıldığı bir sistem için şarttır. Yani bugün 8 daireli bir apartmana 100 TL aidat ödeyen apartman sakinleri bu 100 liralarının peşine düşüp nerelere harcandığını, toplanan paralarla apartmana neler yapıldığını, bu paraların akıbetini soruyorlar. Ancak vatandaşlar olarak, yılda toplanan yaklaşık 700 milyar lira verginin nerelere harcandığını apartman sakini sıfatımızla gösterdiğimiz hassasiyet kadar göstermiyoruz. Demek ki, vergi bilincimiz ve dolayısıyla demokrasi şuurumuz yeterince gelişmemiştir. Toplumun ortak sorun alanları ile yeterince ilgilenmiyoruz.
Sayın Bülent ECEVİT, 30 Mart 1958 tarihli bir yazısında aynen şu ifadelere yer veriyordu; “Her vatandaşın memleket hizmetleri için ödediği vergi iktidar partisine ödenen aidat değildir ve o şuurla harcanamaz.”
İşte bu kadar net ve sade idi bütçe hakkı ve adil vergilendirme hakkı, temsilsiz vergi olmaz ilkesi ve tüm bunlar için kullanılan oyun rasyonelliği ve demokrasinin var oluşu ve hukukun üstünlüğü…
Hiç unutmuyorum; 2015 yılında dönemin Başbakan yardımcısı bir toplantıda aynen şu ifadeleri kullanıyordu; “İsrafın önüne geçsek sizden vergi toplamamıza gerek bile kalmaz.”
Aslında cümle çok açık. O yıl toplanan vergi yaklaşık 450 milyar lira idi. Biraz iyimser bir tablo ile yurttaşın 450 milyar liralık vergileri israf edilmiştir cümlesinin vücut bulmuş hali idi bu, oysa. Ancak kimse sormadı, soramadı nerede bu toplanan vergiler diye. Tabii şunu da belirtmek gerekir ki, ülkede vergi bilincinin gelişmesinde başkaca engeller de bulunmaktadır.
Örneğin, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki yüksekliği. Çünkü dolaylı vergiler anestezik etkileri sebebiyle vatandaşta vergi ödeyicisi olduğunu hissettirmezler. Vatandaşlar dolaylı vergilerin yüksek olduğu sistemlerde verginin psikolojik baskısını hissetmezler.
Vergi bilincine ket vuran bir diğer durum; beyannameli mükellefiyetin toplam nüfusun %2,5’ine denk gelecek kadar düşük olması. OECD ülkeleri arasında beyannameli mükellef sayısı açısından son sıradayız. Özellikle işçi, memur gibi çalışan nüfusun çoğunluğunu oluşturan gelir sahiplerinin beyanname vermedikleri için bu vergi bilincine erişememiş olmaları, vergi farkındalığının oluşmasını engelliyor. Ayrıca, sıklıkla gelen vergi afları, torba yasalardan çıkan vergi kanunları, vergi sisteminin ve kanunlarının karmaşıklığı, sosyal ve demografik farklılıklar, siyasi otoriteye duyulan çekingenlik/güven, gelişmişlik seviyesi vb daha birçok etken sayabiliriz vergi bilincinin gelişmesine engel olan.
Ama asıl mesele, en başta 83 milyonun ödediği vergileri istedikleri gibi harcamaya devam etmek isteyen siyasi otoriteler, hesap vermekten kaçınan yöneticiler, şeffaf olmayan uygulamalar, denetlenemeyen kurumlar ve de ödediği verginin peşine düşmeyen, kimlerin vergi ödediği kadar kimlerin vergi ödemediğini de sormayan yurttaşlardır…
*Ozan BİNGÖL
Vergi Uzmanı, Dr.,
bilgi@ozanbingol.com.tr
[1]Esfender Korkmaz, “Bütçe Hakkı”, www.esfenderkorkmaz.com, (Erişim Tarihi; 07.12.2020)
[2] Coşkun Can Aktan, Mali Ayrımcılık, 1. Bs, Seçkin Yayınları, Ankara, 2019
[3] Hasan Çimen, Selahaddin Bakan, Türkiye’de demokrasinin Gelişim Süreci Bakımından Dönemsel Kritiği, Birey ve Toplum, 2019, s 132
[4]Kanada Mükellef Federasyonu, CanadianTaxpayersFederation, taxpayer.com, (Erişim Tarihi, 08.12.2020)