1923 Şubat’ında İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi, içinde yer aldığı tarihsel bağlam nedeniyle o kadar önemli bir iktisadi, siyasi ve tarihi değer kazanmıştır ki sonraki onyılların önemli dönüm noktalarında ekonominin bütününe yön verecek bir büyük iktisat kongresi düzenlenmesi düşüncesi belleklerden silinmemiştir. 1923 Kongresi ayrıca İzmir’le bütünleşmiştir, adı İzmir İktisat Kongresi (İİK) olarak yerleşmiş ve sonraki Kongrelerin -1948’de İstanbul’da düzenlenen hariç- İzmir’de yapılması geleneğini etkilemiştir.
1948 Türkiye İktisat Kongresi
1923 İzmir Kongresinden 25 yıl sonra 1948’de İstanbul’da Ahmet Hamdi Başar’ın kurduğu İstanbul Ticaret Derneği’nin girişimiyle ve İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası, Bölge Sanayi Birliği, Türkiye İktisatçılar Derneği ve Türkiye Ekonomi Kurumu’nun katkılarıyla toplanan “İkinci” Türkiye İktisat Kongresi, liberal ekonomik politikaların gündeme geldiği bir dönemde liberal yönelişi daha da pekiştirici bir rol oynamaktan öte bir anlam taşımamıştır. Politikalara yön verici değil izleyici bir konumda kaldığı için de sonraki dönemlerde önemli bir tarihsel uğrak sayılmamıştır. Zaten özel sektörün düzenlediği 1948 Kongresi, daha sonra numaralandırılan Kongreler arasında da sayılmaz.
1948 İktisat Kongresi’nden daha önemlisi, Türkiye’nin 1946 yılından itibaren liberal politika tercihlerine geçmesi, uygulanma olanağı bulamasa da “1947 Kalkınma Planı” ile önceki iktisat politikalarından köklü bir kopuşa yönelerek dışa açık ve dış kaynaklara bağımlı yeni bir kalkınma modeline geçişi öngörmesidir. 1946-47 dönemecinin alınmasında, CHP’nin dönüşümü ve 1947 Kurultayıyla liberalizme kayışının siyaseten tescillenmesi bulunmaktadır. CHP içindeki “ilerici, solcu ve demokrat oluşumların ezilmesi” operasyonu, “1947 Kurultayında, parti içindeki reformcu kanadın sessiz sedasız, ancak kesin olarak yenilgiye uğratılmasıyla mümkün kılındı”. Demokrat Parti, uygulayacağı liberal iktisat politikalarını hazır durumda kucağında buldu; ama hesapsızca giriştiği serbest dış ticaret politikalarının daha 1953 yılında tıkandığını kabullenerek buradan dönüş yapmaya mecbur kaldı.
Kongreler mevsimi
Daha sonraki onyıllarda çok sayıda iktisat kongresi düzenlenir, bilimsel kongre/sempozyum/panel düzenlemek sıradanlaşır, üniversiteler başta olmak üzere çok sayıda devlet kurumu veya devlet dışı kurum bu konularda girişimde bulunur. Ama bunların hiçbiri 1923’ün peşine takılıp bir sıra numarası almaya yeltenmez. Çok partili dönemde liberal (1946-53), korumacı (1954-60), planlı/korumacı (1962-79) ve liberal (1980 sonrası) dönemler birbirini izler. Planlı dönemde, 1962-79 arasında, ekonomiye çok önemli bir yön duygusu kazandırılır. 1980 sonrasının üçüncü küreselleşme dalgasına itilen -ve 24 Ocak Kararlarıyla ve bunların uygulanmasını mümkün kılan 12 Eylül Darbesiyle- radikal bir IMF/DB dönüşümüne uğratılan Türkiye, bu yön duygusundan bütünüyle koparılarak yeniden dış dinamiklerin başat olduğu bir ekonomi patikasına sokulur. Askeri yönetim, bu ekonomik politikalara 1923 İktisat Kongresi üzerinden bir meşruiyet kazandırmak için 1981’de “İkinci İzmir İktisat Kongresi”ni toplamaya girişir. Ama solun ve emek hareketinin üzerine bir kabus gibi çöken 1980 rejiminin bu en koyu baskı günlerinde, iktisat politikalarına yön veren değil, dayatılan ve uygulamada olan iktisadi ve sosyal politikaları onaylayan bir Kongre anlayışı öne çıkar. 1980’lerdeki baskıcı rejimin aşılması 1988’den itibaren mümkün olabilir ve yeniden eleştirel iktisat kongreleri toplamanın yolu açılır.
1923 İktisat Kongresi’nin tarihsel öneminden kendilerine pay çıkarmak fikri Özal döneminde de yeniden yeşertilir. 1992 yılında adına “üçüncü” denilen ve hazırlıkları ANAP döneminde başlatılan İzmir İktisat Kongresi gene İzmir’de toplanır. Bizim de bir bildiriyle katıldığımız bu Kongre toplandığında, ülke 1980’lerde Özal ekonomisinin yol açtığı büyük bir kamu maliyesi krizinin ortalarındadır. Bu kriz ancak 2001 yılında sönümlenecektir. Ayrıca büyük bir silahlı iç çatışmanın da başlarındadır, ama Kongre katılımcılarının bunun farkında olmaları beklenemez; bu herhalde sadece Hükümetin ve MGK’nun bilgisi dahilindedir. Kongrenin gündemine bu konulardan sadece birincisi girer; o da teğet geçmek tarzındadır, çünkü bazı bildirilerin ilgi alanını aşmaz. Kongre, buna rağmen, hem 1981 Kongresinden hem de daha sonra yapılacak 4. ve 5. Kongrelerden çok daha iyi bir hazırlık aşaması geçirir hem de çıktılarının tümü basılarak ilgili kamuoyunun bilgisine sunulur. DPT’nin eşgüdümünde yapılan Kongre çalışmaları, ülkenin tam da yeni ekonomik politikalara gereksinim duyduğu bir dönemde yapılmasına ve iki büyük partinin (DYP-SHP) tarihi koalisyonun dönemine denk düşmesine rağmen, ülke ekonomisine yeni bir yön vermek amacına ulaşamaz. Ülkeyi yönetenler, 1990’lı yıllar boyunca, çok parçalı koalisyon yapılarının iç çekişmelerinden vakit bulup ekonomide makas değiştirme zamanının geldiğini anlayamazlar ve sonuçta 1998’de IMF ile Yakın İzleme Düzenlemesinden itibaren ekonomi kararlarını yeniden “dışarıya” havale ederler. Planlama da zaten giderek bir anayasal mecburiyet olmaktan başka bir anlama gelmez olur ve Yedinci Beş Yıllık kalkınma Planı ile birlikte de neo-liberal dönüştürme reçetelerinin bir önbelgesine dönüşmekten kurtulamaz.
9 Aralık 1999’da IMF ile imzalanan stand-by ile 1 Ocak 2000’den itibaren IMF ve DB ile daha sıkı ilişkiler dönemine geçilir. Bu anlamda 2000’li yıllar 1980’lerin ikinci versiyonudur. Bu dönemin ilk yarısında, 2004’te toplanan “Dördüncü İzmir İktisat Kongresi”, dış güdümlü ekonomik politikalara sözde bir yerlilik damgası vurmaktan öte bir işleve sahip değildir. Ekonomiye kendi iç dinamikleri üzerinden yeni bir yön verilmesi düşüncesi bu Kongrede namevcuttur.
“Beşinci” İzmir İktisat Kongresi
Ekim 2013’te toplanan ve “Beşinci” olduğu iddia edilen İzmir İktisat Kongresi, dünyanın en kırılgan beş ekonomisinden biri olduğu artık tüm bağımsız kurumlarca tescil edilen, ekonomi için gerçek bir yön duygusuna hiç sahip olmamış bir dışa bağımlı ekonomi uygulayıcısı olan AKP iktidarının ucuz bir gösterisinden başka bir anlam ifade etmemektedir. 2004 Kongresinin, ülke ekonomisine yön vermek bir yana, ülkenin kalkınma planlarıyla bile bir uyumu söz konusu değildi. 2013 Kongresi ise, başarısız bir Dokuzuncu Plan (2007-2013) ve henüz uygulamaya konmadan geçersizleşen bir Onuncu Kalkınma Planının (2104-2018) Meclis’te kabul edilmesinden sonra toplandı. Bırakalım beş yıllık vadeleri veya üç yıllık Orta Vadeli Programları, yıllık programların bile sürekli olarak revize edildiği bir “burnunun ucunu görememe” durumu varken, 2023 hedefleri Kongrede piyasaya sürülmeye devam edildi. 2008-2009 kriziyle dünya ve ülke ekonomisinde büyük bir kırılma yaşanmışken, çevre ekonomilerinde sıcak paraya dayalı büyümenin sonlarına gelindiğinin bütün işaretleri ortadayken, AKP iktidarı hala önümüzdeki üç seçim sürecini atlatabilecek uzatma dönemlerini oynayabilme derdindeydi. Yapısal hiçbir dönüşümü göze alamayacak bir çaresizlik duygusu içinde, kaderini ABD Merkez Bankası’nın bol dolar politikasını devam ettirmesine bağlamış bir ekonomi yönetiminin, Kalkınma Bakanlığı patronajı altındaki bir iktisat kongresi şovundan ciddi bir sonuç beklenebilir miydi?
2013 Kongresi ile ilgili çok veciz bir özeti Başbakanın kendisi daha açılış konuşmasında veriyordu: AB Komisyonu’nun İlerleme Raporunun “özelleştirme göreli olarak düşük kalmıştır” ifadeleriyle gerçekten Tayyip ekonomisine haksızlık yaptığı satırlarına cevaben “Özelleştirmede rekortmen Türkiye’dir. AB diğer ülkelere bir baksın” demekteydi. Şu işe bakınız: Aynı Başbakan, kendinden önceki dönemleri ve özellikle Cumhuriyetin kuruluş dönemlerini eleştirirken daha önceleri “Onlar bu ülkeye bir çivi mi çaktılar” vecizesini de söyleyen kişiydi. Şimdi çakılan bütün çivileri sökmekle övünüyordu. 1923 sonrasında, özellikle de 1930 sonrasında, taş üzerine taş koymaya, birinci sanayi devrimini gerçekleştirmeye çalışan anlayışlarının yerine şimdi ülkenin sanayi stokunun aşındığının, sanayinin GSYH içindeki payını %20’lerden %15’e geriletildiğinin bile farkında olamayan bir siyasetçi tipi geçmişti. Türkiye’de 1986-2013 arasında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı üzerinden 58,5 milyar dolarlık bir özelleştirme yapılmıştı ve bunun 50,5 milyar dolarlık bölümü AKP dönemine aitti. Üstelik buna TMSF ve Ulaştırma Bakanlığı’nın AKP döneminde ayrıca yaptıkları ve 10 milyar dolara yaklaşan özelleştirmeler dahil değildi. Övünmekte haksız mıdır?
Kongreyi düzenleyen Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın, konuşması boyunca demokrasi ile kalkınma arasında bağ kurması ve “demokrasi olmadan kalkınma olmaz” demesi ise, otokratik gidişatın hüküm sürdüğü bir ülkede az ironi sayılmazdı. AKP, olmayan ekonomik hedefleri varmış gibi gösterirken, demokrasi için niçin aynı yolu izlemesindi?
Ekonominin gerçekleri
AKP iktidarı İzmir’de tam kadro şova çıkarken Türkiye ekonomisinin en kırılgan olduğu bir dönemden geçilmekte ve ekonominin geleceğine ilişkin ufukta hiçbir olumlu beklenti görünmemektedir. 2013 Kongresi, ekonominin gerçeklerinin eleştirel analizinin değil, bunların kalın perdeler ardında gizlenerek olumlu algı yaratılmasının bir aracı yapılmak istenmiştir. Ama bunun artık nafile bir çaba olduğu ve; cilalı ekonomi döneminin, ekonomiyi dış kaynaklarla çevirme pratiğinin sonuna gelindiğini görmeyen kalmamıştır. Kısa bir özet verelim:
Türkiye ekonomisinin özellikle 2000’li yıllarda bu bağımlı ve kırılgan yapısının oluşmasında yerli iktidarlar kadar önemli bir rolü olan IMF bile, bugün kendi eserini savunamaz durumdadır. Türkiye, IMF’nin son listesinde Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika ile birlikte “beş kırılgan yükselen ekonomi” arasında gösterilmektedir. Cari açık ve milli gelir büyümesini aşan kredi şişkinliği bakımından IMF Türkiye’yi 17 ülke arasında “en kötü durumda” görmektedir.
Başka uluslararası mali kuruluşlar açısından da Türkiye’nin durumu iç açıcı değildir. Cari işlemler açıklarının milli gelire oranı ve döviz rezervlerinin kısa vadeli borçlara oranı bakımından Türkiye, Güney Afrika ve Ukrayna ile aynı ligdedir. Önümüzdeki yılların ekonomik büyüme potansiyelleri bakımından da Türkiye yükselen ülkeler liginin alt sıralarına itilmiş, küme düşme çizgisine gelmiştir. İç tasarruf yetersizliğini dışarıdan kaynak transferiyle telafi etme yolunun sonuna geldiği için, düşük büyüme oranlarına mahkûm olmuştur.
Uzun yıllar yabancı sermaye için yüksek getiri cenneti olarak çalışan borsa ve tahvil piyasası, bugün faiz artışları ve sermaye çıkışlarının baskısı altındadır. Ekonomisi, ara malları ve tüketim malları bakımından tam bir ithalat pazarına dönüşmüş olan ülke, bugün bir de ABD-AB arasında Atlantik Serbest Ticaret Anlaşması (STA) baskısı altında yeni bir çaresizliğe sürüklenmekte, Gümrük Birliği yerine AB ile STA düzenine geçme tartışmaları bakanlar arasında bile anlaşmazlıklara yol açmaktadır.
Türkiye, “cari işlemler dengesi/toplam rezervler oranı”, “cari işlemler dengesi/GSYH”, “kısa dönemli dış borçlar/toplam dış borçlar oranı”, “kısa dönemli dış borçlar/toplam rezervler oranı”, “toplam rezervler/toplam dış borçlar oranı”, “net uluslar arası yatırım pozisyonu/GSYH oranı” gibi dünyaca izlenen kritik ilişkilerin bütünü bakımından, 10 yükselen ekonomi arasında (Arjantin, Brezilya, Çin, Hindistan, Endonezya, G. Kore, Meksika, Rusya, G. Afrika, Türkiye) en kötü konumda bulunmaktadır.
İzmir İktisat Kongresi’nin AKP 2013 versiyonu bütün bu gerçekleri perdeleyebilmiş midir? Ne AKP medyasının gücü, ne uluslararası finans kuruluşlarının sırt sıvazlamaları buna yetmiştir. Cumhuriyetin 90. yıldönümünde, Cumhuriyete karşı siyasi duruşunu bayrak yapmış olan iktidar, artık ekonomiyi de yönetmekten acizdir.
Sonuç olarak
1923 İktisat Kongresi, çok başarılı bir Kurtuluş Savaşı sonrasında, 10 yıllık savaşlar zincirinin yol açtığı üretici güçlerdeki büyük gerilemeye karşın yeni bir siyasi liderlik altında, yeni bir devlet yapılanmasında, yeni bir çağa adım atışın umut verici coşkusuyla toplanıyordu. 2013 yılındaki İktisat Kongresinden, 90 yıl sonrasının Türkiye’sinden en belirgin farklılık da buradadır. Bugünün Türkiye’si, üretici güçlerindeki önemli gelişmişlik düzeyine rağmen, geleceğe umutla bakma bakımından 1923 ortamının gerisindedir. Gelecek perspektifleri muğlaktır; 2023 hedeflerini destekleyebilecek içsel dönüşümleri gerçekleştirebilme yeteneklerini köreltmiştir. Bu, bağımlı bir ekonominin hazin manzarasıdır.
*Oğuz Oyan, CHP İzmir Milletvekili,
oyan@tbmm.gov.tr