Resim1

Rasim ŞİŞMAN – Niye Böyle Oldu?

Türkiye’de seçim sonuçla­rını doğru şekilde değer­lendirebilmek için yaşa­dığımız ülkenin gerçek niteliğini ve seçim koşullarını anla­mamız gerekmektedir. Dünyanın dört bir yanında, otoriter ve de­mokratik öğeleri aynı anda içeren hibrid rejimler ortaya çıkmıştır.

Bir sistemin demokratik olarak nitelendirilebilmesi için belli as­gari koşulları sağlaması gerekir. Seçimlerin özgür, adil ve şeffaf bir şekilde yapılması, demokra­sinin temel unsurlarından biridir. Örgütlenme özgürlüğü, fikir öz­gürlüğü, basın özgürlüğü gibi te­mel özgürlükler geniş bir şekilde korunmalıdır. Bireylerin düşünce­lerini özgürce ifade edebilmesi, medyanın bağımsızlık içinde çalış­ması ve toplumsal örgütlenmenin engellenmemesi, demokrasinin işleyişi için hayati öneme sahiptir.

Türkiye’de “rekabetçi otoriter rejim” egemenliği

Rekabetçi otoriter rejimlerde bu koşullar sağlanamaz. Bu tür re­jimlerde demokratik kurumlar ve süreçler bulunabilir, ancak otoriter uygulamalar da aynı zamanda yer alır. Seçimler, adil ve özgür olması gereken bir demokrasi unsuru o­larak görünse de, seçim süreçleri üzerinde hile, manipülasyon ve otoriter müdahaleler sıklıkla ya­şanır. Seçimlerde iktidar partisine avantaj sağlayacak düzenlemeler yapılabilir, muhalefetin siyasi faali­yetleri kısıtlanabilir ve adaylar üze­rinde baskı uygulanabilir. Medya üzerindeki kontrol ve sansür mekanizmalarıyla da seçim süreci etkilenir ve toplumun gerçekleri öğrenme ve farklı düşüncelere e­rişme özgürlüğü kısıtlanır.

Öte yandan, rekabetçi otoriter rejimlerde toplumun örgütlenme özgürlüğü ve ifade özgürlüğü de kısıtlanır. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi toplum­sal örgütlenmeler sıkı bir şekilde denetim altında tutulabilir veya engellenebilir. Bu durum, muhale­fetin güçlenmesini ve farklı sesle­rin ortaya çıkmasını zorlaştırır.

Kısacası, hem kurumsal muhalefe­tin hem de toplumsal muhalefetin sindirilmesi için tüm enstrümanlar kullanılabilir.

İyi bir futbol seyircisi olduğumu söyleyebilirim. Okuyucuların da­ha iyi anlaması için futbol müsa­bakası üzerinden örneklendirme yapabilirim. Rakibiniz sahaya 11 kişi çıkıyor. Sizin takımınız ise bazı oyuncular henüz müsabaka baş­lamadan ceza aldıkları için sahaya 7 kişi çıkmak durumunda kalıyor. Rakip takım minyatür kale ile oyu­na başlıyor. Sizin kaleniz ise olması gerekenin birkaç katı büyüklüğün­de. Stadyuma yalnızca rakip takım seyircileri alınıyor. Sizin takımını­zın taraftarlarının ise içeriye gir­mesi yasak. Tüm bu eşitsizliklerin yanı sıra müsabakanın hakemi de takdir haklarını sürekli rakibiniz­den yana kullanıyor. Düşünün ki rakip takımın başkanı aynı za­manda federasyon başkanı. Bu şartlar altında müsabakayı kazan­mak mümkün müdür? Kesinlikle mümkündür. Doğru bir strateji ile -her şeye rağmen- kazanmak mümkündür.

Strateji, olanaklarla koşulları ör­tüştürme sanatıdır. Stratejiniz doğruysa taktik yanlışlar sizi ka­zanmaktan alıkoyamaz. Ancak stratejiniz yanlışsa yalnızca taktik doğrularla kazanamazsınız.

böyle bir ortamda, rekabetçi otoriter rejimde bir seçimi daha geride bıraktık. Tüm eşitsizlik­lere karşın doğru bir stratejiyle kazanmak mümkündü, ancak ne yazık ki Millet İttifakı hem Cumhurbaşkanlığını hem de Meclisi kaybetti.

SODEV’in bu dönemdeki çabaları

Sosyal Demokrasi Vakfı olarak ilk günden bu yana Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyece­ğimizi açıkça ifade ettik. Bu sü­reçte “Kadınların Ekonomik ve Toplumsal Yaşamdaki Sorunlarını” araştırdık. Bulgular ışığında, Türkiye’de kadınların mutsuz ve umutsuz olduklarını, kendilerini özgür ve güvende hissetmedikle­rini, siyasi görüşü ne olursa olsun kadınların şiddet ve tacize maruz kaldığını ve bu sorunların ancak iktidar değişikliğiyle çözülebilece­ğini her platformda anlattık.

“Türkiye’de Beyin Göçü ve Tersine Beyin Göçü” üzerine raporlar hazır­ladık. Siyasi tercihi ne olursa olsun katılımcıların önemli bir kısmının imkanı olsa yurtdışına gitmeyi düşündüğünü, iktidar değişikliği halinde ise tersine beyin göçünün mümkün olabileceğini topluma anlatmaya çalıştık.

Yoksullaşma konusunda önemli bir çalışma gerçekleştirdik. Orta ve üst sosyoekonomik gruba mensup kişilerin ekonomik koşul­lardan ötürü en temel ihtiyaçlarını karşılamada zorlandığını, tedavi ihtiyaçlarını dahi ertelemek duru­munda kaldıklarını, ev ya da araba sahibi olmaya ise hayal olarak bak­tıklarını gördük ve tüm bu çarpıcı bulguları kamuoyu ile paylaştık. Bu süreçteki tüm çalışmalarımız medyada büyük yankı uyandırdı, günlerce tartışıldı. Ayrıca politika yapıcılar için değerli bir kaynak ha­line geldi. Fikirlerimizi yüzbinlerce seçmene ulaştırdık. Bir düşünce kuruluşu olarak sorumluluğumu­zu yerine getirdiğimizi düşünüyo­rum. Peki ya Millet İttifakı? Ne ya­zık ki üzerine düşen sorumluluğu yerine getiremedi.

Millet İttifakı’nın hataları

Tüm açıklığıyla ifade etmek ge­rekir ki bu sonuç bir hezimettir. Sebeplerini kendi bakış açım­la anlatmaya çalışayım. Millet İttifakı’nın seçimi ilk turda ka­zanmak üzerine kurduğu strateji yanlıştı. Yazımın başında da ifade ettiğim üzere, strateji yanlış oldu­ğu için taktik doğrular bir anlam ifade etmedi.

Pozitif kampanya, yankı odasına sıkışmış seçmenlere keyif verse de toplumda karşılık bulmadı. İçi dol­durulamayacak vaatler inandırıcı­lıktan uzaktı. Yedi Cumhurbaşkanı yardımcısı olacağının ilan edilme­si, seçmende yönetebilme kabili­yetine ilişkin şüphe uyandırdı. Altı parti arasındaki koordinasyonsuz­luk seçmeni tedirgin etti. Seçim öncesinde Millet İttifakının bileşe­ni olan siyasi partilerin yöneticileri televizyon ekranlarından birbir­lerini yalanlayan açıklamalar yap­maya başladılar. Haliyle bu çoklu yapının, iktidar olması halinde çığ gibi büyüyen sorunların altından kalkamayacağı, son derece ya­şamsal meselelerde hızlı ve doğru karar üretemeyeceği fikri oluştu.

İttifak partilerinin kampanya per­formansı çok zayıftı. Partilerin bazıları sahaya bile inmedi. CHP listelerinde seçilebilecek sıraların ittifak partilerine açılması, parti örgütü içinde küskünlük yarattı. Terör örgütleriyle işbirliği iddiaları­na ikna edici bir yanıt verilememe­si, seçmenin güvenini zedeledi ve tercihini etkiledi. Deprem bölgesi başta olmak üzere çeşitli bölgeler için özel çalışmalar planlanmama­sı eksiklikti.

Bana göre en önemlisi ise AKP’nin yoksulluğa mahkum ettiği ve sos­yal yardım bağladığı milyonlarca seçmenin oyunu yeniden almayı başarmasıydı. Çarenin ancak ken­di iktidarının sürmesinde olduğu­na insanları ikna etti. Buna karşılık Kılıçdaroğlu, yolsuzlukların üzeri­ne gideceğini ve haksız kazançları hazineye geri getireceğini söyledi; ancak bu vaat yoksulluğa mahkum edilmiş insanların ihtiyaçlarını kısa vadede karşılamaktan uzaktı.

Son olarak öğrendiğimize göre de sandık güvenliği sağlanamadı. Dünyanın en eski siyasi partile­rinden olan ve kurumsallaşmasını çoktan tamamlamış CHP, çok sa­yıda siyasi parti ve sivil inisiyatifin desteğine rağmen sandık güven­liğini sağlayamadı. En azından bu konudaki soru ve eleştirilere tat­min edici yanıtlar veremedi.

Elbette onlarca sebep daha sayı­labilir. Sonuç olarak tarihin en ge­rici, sağcı ve dinci iktidarına karşı hep birlikte kaybettik. Sebeplerini daha uzun zaman tartışacağız ve bedelini hep birlikte ödeyeceğiz.

Seçim sonrası CHP içi tartışmalar

Seçimin hemen ardından CHP içinde tartışmalar başladı. Sosyal demokratları diğerlerinden ayıran budur. Bu süreçteki tartışmalar son derece önemlidir. Bu tartış­malar, eleştiri ve özeleştiri meka­nizmalarının çalışmasını ve gerekli

derslerin çıkarılmasını sağlamalı­dır. Partinin yenilenmesi ve yerel seçimlere hazırlanması için gerekli zeminin bir an evvel oluşturulması hayati önem taşımaktadır.

CHP’nin programatik bir değişime ihtiyacı vardır. Cumhuriyetçi, solcu ve kamucu değerler üzerinden ye­ni bir program oluşturulmalı ve bu programı hayata geçirecek kadro­lar göreve gelmelidir. Salt liderler üzerinden yürüyen tartışmalar yeterli olmayacaktır. Türkiye’nin sosyal demokrat bir alternatife ihtiyacı vardır ve CHP, toplumun önüne sosyal demokrat bir vizyon koymalıdır. Bu dönüşüm sürecin­de parti içi demokrasi güçlendiril­meli, üyelerin aktif katılımı teşvik edilmeli, üyelerin fikirlerini öz­gürce ifade edebileceği bir ortam sağlamalı ve toplumsal katılımı artırmak için çeşitli tartışma plat­formları oluşturulmalıdır.

Parti içerisinde eşit ve adil tem­sil ilkesi benimsenmeli; kadınlar, gençler ve diğer toplumsal ke­simlerin temsili için çaba göste­rilmelidir. CHP, toplumun ihtiyaç­larını yansıtan, çözüm odaklı ve yenilikçi politikalar geliştirmelidir. Uzmanlar ve sivil toplumun katılı­mını sağlayarak politika oluşturma sürecini zenginleştirmelidir. Ayrıca üyeleriyle, seçmenleriyle ve ka­muoyuyla sürekli ve etkili iletişim kurmalıdır.

Sonuç olarak, CHP’nin sosyal de­mokrat dönüşümü, Türkiye’nin demokratik, adil ve ilerici bir geleceğe doğru ilerlemesine katkı sağlayacaktır. Sosyal adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi ilkelerine dayanan bir politika çizgisiyle CHP, toplumun geniş kesimlerini kucaklayan bir siyasi hareket ha­line gelebilir. Ya CHP bir an evvel tüzük, program ve kadro eksenin­de gereken yapısal değişiklikleri gerçekleştirip Türkiye’de kurumsal ve toplumsal muhalefetin birleş­tirici ve sürükleyici gücü rolünü üstlenmeyi başaracak ya da yerel seçimlerde bir kez daha hezimete uğrayacağız. Ben birinci seçeneğe inanıyorum.

Yazımı Çetin Altan’ı anarak ve on­dan alıntı ile bitirmek istiyorum.

“Bir ömür sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı ol­mak için de harcanır. Yaralı bir devi ayaklarının üstüne koyabilmek için kuşak kuşak o devi sırtımızda taşıdık. Yaralarının iyileşeceğine, o devin ayaklarının üstünde duraca­ğına olan inancımı hiç kaybetme­dim. Bir gün bu ülke ayaklarının üstünde duracak. O zaman da ma­saldaki gibi “sihirli kedinin çizmele­rini” giyerek amacına doğru uçup gidecek. Biz torunlarımıza istedi­ğimiz ülkeyi bırakamıyoruz. Ama uğraşırsanız, mücadeleden vaz­geçmezseniz, dünyadan ayrılırken “torunlarımıza istediğimiz ülkeyi bırakıyoruz” deme mutluluğunu siz tadabilirsiniz. Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden asla vazgeçmeyin. Amacınıza ula­şamasanız da, bu amacı gelecek kuşaklara devretseniz de kozmos­la son hesaplaşmanızda, “daha iyi bir dünya için biz de fena müca­dele etmedik” diyebilirsiniz. Bu da az şey değildir. Buruk da olsa göz­lerinizde bir tebessüm yaratır. O tebessümlerin çoğalması da elbet bir gün kurtarır bu ülkeyi. Enseyi karartmayın.”

Enseyi karartmayalım. Bu ülkeye demokrasi getirmek için mücade­le etmeye devam edelim.