Tariş direnişi 1

Mehmet Şakir Örs – Ateşten Günler… 37’nci Yıldönümünde, Bir Emek ve Halk Hareketi: Tariş Direnişi

sakir ors Yaklaşık bir asır önce, Egeli üreticilerin, emperyalist tahakküme karşı bir direniş hareketi olarak kurdukları Tariş; bundan 37 yıl önce de, bu kez çalışanların günler süren direnişinin adı oldu…

Tariş, Ege’de bir direniş geleneği

Ocak ayının son günleri ile şubat ayının ilk günleri, Tariş işçi direnişinin 37’nci yıldönümüdür. Tam 37 yıl önce, 1980 yılı ocak ayının son günlerinde, İzmir’in merkezinde yer alan Tariş fabrikaları ile işletmelerine, güvenlik güçlerinin arama yapma bahanesi ile girmek istemeleri üzerine, Tariş direnişi başlamıştı. Dönemin siyasal iktidarının, Tariş kooperatifleri ve işletmeleri üzerinde çeşitli planlar kurguladığı ve çok sayıda işçiyi çıkarma hazırlığı yaptığı biliniyordu. 1970’li yıllardaki Milliyetçi Cephe (MC) iktidarları döneminde, Tariş işletmelerinin içine düşürüldüğü durumdan acı dersler çıkaran Tariş işçileri, yeniden aynı günlere dönmek istemiyorlardı. İşte böylesi bir atmosfer içinde, Tariş işçileri, İzmir merkezinde bulunan işyerlerinde direniş başlattılar.

Tariş direnişi, ülkemiz işçi ve emek tarihinde yerini almış önemli bir eylemler zinciridir. Birçok işyerinde çok sayıda işçinin katılımıyla gerçekleşen direniş, sonraki günlerde daha da genişleyerek, işyerlerinin dışına taştı ve kentin geneline yayıldı. Toplumun farklı kesimleri, Tariş işçilerine destek olmak amacıyla sempati ve dayanışma grevleri, destek yürüyüşleri ve gösterileri yaptılar. Fabrika çevrelerinde ve kentin değişik semtlerinde gerçekleşen eylemlerde, güvenlik güçlerinin müdahalesiyle olaylar yaşandı.

Ünlü 24 Ocak kararlarının alındığı günlere rastlayan bu eylemler, 12 Eylül askeri darbesinin bir gerekçesi olarak gösterilmeye çalışıldı. 12 Eylül sonrası günlerde ve darbenin yıldönümlerinde, Tariş olayları, ülkemiz tarihi için hep bir ‘kara sayfa’ olarak sunuldu ve böyle belletilmeye çalışıldı. Oysa, başta İzmir kenti ve Ege Bölgesi olmak üzere, ülkemizin emek ve demokrasi güçleri için derin anlamlar taşıyan Tariş direnişi, Türkiye’nin sosyal ve toplumsal tarihinde önemli bir sayfadır.

Yaşandığı günlerin üzerinden 37 yıl gibi uzunca bir süre geçmiş olmasına karşın, yeterince bilinmediğini ve değerlendirilmediğini düşündüğümüz Tariş direnişini, gelin hep birlikte irdelemeye çalışalım.

Tariş direnişi 1 1970’li yılların İzmir’i ve Türkiye’si

1970’li yıllar, ülkemizde politikleşmenin yükseldiği, örgütlenmenin her alanda güçlendiği, sınıfsal ve siyasal ayrılıkların sosyal ve kültürel gelişmeleri belirlediği yıllardı. Bu gelişmelerden, işçiler ve sendikalar da alabildiğine etkileniyorlardı. Siyasal gelişmeler yalnızca kentleri ve çalışanları etkilemekle kalmıyor, kırsal kesime ve köylere de uzanıyordu. Sınıfsal, toplumsal gelişmenin ayırdına varan Ege köylüklerinde de hareketlenmeler başlamıştı. Köy-Koop ve Köy-Der gibi örgütlenmeler Ege’nin kırsal kesiminde ağırlıklarını artırıyorlardı. Kırsal kesimdeki bu etkili örgütlenmelere, özellikle 1970’li yılların sonlarına doğru Tariş kooperatifleri de eklenecekti.

MC dönemlerinde Tariş işletmeleri faşistlerin işgali altındaydı. Bu işgale en somut örnek, 1977 yılında İzmir’in Alsancak semtinde Tariş üzüm işletmelerinin karşısında DİSK afişlerini yapıştıran bir grup işçinin saldırıya uğraması ve o saldırıda gencecik bir işçinin, DİSK üyesi Avni Ece’nin katledilmesiydi. Avni’nin cenazesi, on binlerce İzmirli ve Egelinin katılımıyla DİSK’in öncülüğünde, Konak’tan Buca’ya kadar uzanan ve neredeyse bir tam günü bulan görkemli bir cenaze töreniyle kaldırıldı. O gün bir araya gelen İzmir’in tüm anti-faşist güçleri, Tariş işletmelerini faşist unsurlardan temizlemeye ant içti.

Aslında MC günlerinde Tariş işletmelerinde yaşananlardan yalnızca sol çevreler değil, Adalet Partililer bile şikayetçiydi. 10 Şubat 1978 günü Cumhuriyet’in birinci sayfasından yayımlanan bir haber, durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. Habere göre, AP İzmir Milletvekili Talat Asal’ın, bir yıl önce, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’e 22 Şubat 1977 tarihli bir mektup göndererek, Tariş işletmelerinde yaşanan zorbalıkları örnekleyerek ve belgeleyerek şikayet ettiği anlaşılıyordu.

Tariş, Ege’nin kalbiydi

Kuruluşu, Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesine uzanan ve kuruluş felsefesinde emperyalist tahakküme karşı direniş ruhunu taşıyan Tariş, o yıllarda çok etkin ve güçlü bir yapıydı. Ege Bölgesi’nin neredeyse tamamına yayılmış çok sayıda yerleşim biriminde yüzlerce kooperatifte örgütlenmiş 80 bin üretici ortağa sahipti. İncir, üzüm, pamuk, zeytin ve zeytinyağı birliklerinin -başta İzmir merkezinde olmak üzere- birçok yerde fabrikaları, işletmeleri ve depolama tesisleri vardı. Buralarda çok sayıda işçi çalışıyordu. Ortakları ve çalışanları, aileleriyle birlikte düşündüğümüzde, Ege’de en az yarım milyon insan “Tariş” ile doğrudan ilintiliydi.

Elbette olayın bir de ekonomik yönü vardı. Tariş, İzmir ve Ege ekonomisinde önemli bir güç odağıydı. Piyasada yönlendirici bir özelliğe sahipti. Bu nedenle, başta sermaye çevreleri olmak üzere, birçok kesim bu önemli gücü kontrol etmek, ondan yararlanmak istiyordu.

1978’de başlayan yeni dönemde, Ecevit hükümetinin kooperatifçiliğe önem vermesi ve kooperatiflerle birlikleri ekonominin önemli bir dinamiği haline getirmek istemesiyle, Tariş’in ve benzeri birliklerin ekonomideki rolleri daha da güçlendi. Tariş kooperatiflerinde ve birliklerinde adeta üretim ve dışsatım seferberliği başlatıldı. Fabrikalar ve işletmeler, üç vardiya ve tam kapasite çalışıyordu. Kooperatiflerden işletmelere uzanan Tariş’in üretim zinciri; adeta Ege’nin, Gediz Ovası’nın ‘sarı altın’ı kabul edilen sultaniye üzüm gibi, ya da Büyük ve Küçük Menderes ovalarının bembeyaz pamuğu gibi pırıl pırıl parıldamaya başlamışı. Bu güzelliklerde, başta Ege’nin farklı üretim bölgelerinden kooperatifçi halk önderleri olmak üzere, İzmir merkezindeki bir grup kooperatif inançlısı aydının da önemli payı vardı.

Burada bir görevimizi yerine getirip; bugün artık aramızda olmayan, dönemin Tariş Genel Müdürü Erdinç Gönenç’in şahsında, o günlerin kooperatifçilik sevdalılarını saygıyla anmak istiyoruz. Bizim de yakından tanıdığımız ve çabalarına tanık olduğumuz Gönenç, dönemin Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler’in deyimiyle, “kendisi küçük, ama yüreği büyük bir insan”dı. Köprülüler, fiziken ufak tefek bir yapıya sahip olan rahmetli Gönenç’in cesaretine, azmine, direngenliğine işte bu sözcüklerle dikkat çekiyordu.

Tariş işçileri DİSK'in yürüyüşünde “Üreten biziz, yöneten de biz olacağız”

1970’li yılların sonlarında ülkede toplumsal hareketlilik alabildiğine artmıştı. Sınıfsal ayrışmalar ve siyasal mücadeleler keskinleşiyordu. “Tariş işletmelerinde öncelikle üretici çocukları çalışmalı” yaklaşımıyla, İzmir’deki fabrika ve işletmelere Ege’nin üretim yörelerinden çok sayıda yeni genç işçi gelmişti. Bunlar sendika, örgütlenme gibi kavramlarla yeni tanışıyorlardı. Daha doğrusu bu genç çalışanlar, bir yanlarıyla üretici köylü kimliğini taşırlarken, diğer yanlarıyla da işçileşiyorlardı. Aynı zamanda bir ayakları toprakta olan bu genç emekçiler, üretim yörelerine, kırsal kesime yeni öğrendikleri kavramları da taşıyorlardı. DİSK, Tariş’e bağlı tüm işyerlerinde örgütlenmişti. Kısacası, Tariş işletmeleri, adeta işçi-köylü birlikteliğinin hayata geçirildiği alanlar olmuştu. Artık İzmir’de ve Ege’de farklı rüzgarlar esiyordu.
Yaşanan gelişmeler bazı çevreleri rahatsız ediyordu. Ülkede terör olayları da yoğunlaşmıştı. Ara seçimlerde istediği sonucu alamayan Bülent Ecevit hükümetinin istifasıyla, ülke yeni bir MC serüvenine sürükleniyordu. Bütün bu gelişmeler Tariş için de tehlike çanlarının çalması anlamına geliyordu.

Tarişliler diken üstünde

Ara seçimlerin ardından, 1979 sonunda, Süleyman Demirel’in başbakanlığında AP hükümetinin kurulmasıyla birlikte, Tariş üzerine hazırlanan oyunlar, kurgulanan planlar gün yüzüne çıktı. Bazılarına göre, Tariş’te ve Tariş işletmelerinde solun, DİSK’in etkinliği yok edilmeliydi. Bunun için işe, önce birliklerin yönetimlerini değiştirerek başladılar. Sırada fabrikalar ve işletmeler vardı.

DİSK üyesi Tariş çalışanları adeta diken üzerindeydi. Pek çoğu kapı önüne konulup, işlerini güçlerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Onlar için Tariş iş, aş, ekmek anlamına geliyordu. İşlerinden olurlarsa, evlerine ekmek götüremeyeceklerdi. Birçoğu da, geldikleri köylerine yeniden dönmek zorunda kalacaktı. Kısacası ekmekleri, çocuklarının rızkı tehlikedeydi.

Tariş işçileri, 1980 yılına işte böylesi duygu ve düşüncelerle girmişlerdi. Tariş’te hava gergin ve ağırdı. Ocak ayının son günlerinde, güvenlik güçlerinin arama bahanesiyle işletmelere girmek istemesiyle hareketlilik başladı. Tariş’in İzmir’deki işyerlerinde, DİSK’e bağlı işçiler direnişe geçtiler.

Direniş yaygınlaşıyor

İşçiler öncelikle işlerine sahip çıkıyorlardı. İşleri tehlikedeydi, ama bir başka önemli konu da can güvenliğiydi. İşçilerin önemli bir bölümü, önceki MC dönemlerini yaşamışlardı. O dönemlerde işletmelerde, fabrikalarda yaşananlar henüz belleklerdeydi. Fabrikaların yeniden komando üsleri haline getirilmesi, ortalığın MİSK’in (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) egemenliğine terk edilmesi tehlikesi, çalışanları ürkütüyordu.

İşte böylesi duygu ve düşüncelerle hareket eden Tariş işçileri, bütün işletmelerde direniş komiteleri oluşturup direniş başlattı ve giderek direnişi yaygınlaştırdı.

Direniş günlerinde işçiler, fabrikalarda yönetim ve denetimi kontrolleri altına alırken, üretimi de sürdürdüler. Kamuoyunda yanlış bir kanı olarak belletilmeye çalışılan, direnişi kötülemek isteyen çevrelerin yaymaya çalıştıkları gibi, üretim araçlarına hiçbir zarar verilmedi. Tariş işçileri, ekmek tekneleri olan üretim makinelerine gözleri gibi baktılar.
Halk işçileri destekledi

Günlerce süren direniş boyunca, -başta işçilerin aileleri olmak üzere- İzmir’in ilerici, yurtsever halkı Tariş işçilerine destek oldu. İzmir’in birçok noktasında destek mitingleri, yürüyüşleri gerçekleşti. Tariş işyerleri dışında da işçiler Tariş direnişine destek amacıyla direnişler, gösteriler yaptılar. DİSK, İzmir’deki tüm işyerlerinde bir günlük genel direnişe gitti. Direniş günlerine denk düşen 27 Ocak tarihinde, İzmir’de DİSK’in öncülüğünde düzenlenen yürüyüş ve mitinge binlerce kişi katıldı.

Tariş direnişi semtlere mahallelere de yayıldı. Gültepe, Çimentepe, Çamdibi, Çiğli, Maraş gibi işçilerin yoğun olduğu mahallelerde geniş halk kesimlerinin katıldığı kitlesel gösteriler yapıldı.

Yerel yönetimler de Tariş işçilerinin yanında yer aldı. Dönemin İzmir Belediye Başkanı İhsan Alyanak ve Gültepe Belediye Başkanı Aydın Erten başta olmak üzere, kentin ilerici-demokrat yerel yöneticileri bütün olanaklarını seferber ederek işçilere destek oldular; moral verdiler. Gültepe’de yaşanan olaylar sırasında, halktan çok sayıda kişiyle birlikte Başkan Erten de gözaltına alındı. Tariş işçilerine büyük destek veren bir başka önemli kesim de üniversite öğrencileriydi. Okullarda da direnişler, boykotlar yapıldı. Tariş işçilerine destek kampanyaları düzenlendi. Ege Üniversitesi öğrencileri İzmir – Ankara karayolunu trafiğe kapattılar.

Tariş direnişinin yankıları yalnızca İzmir’le sınırlı kalmadı. Başta üretim yöreleri olmak üzere Ege Bölgesi’ne, hatta bütün ülkeye yayıldı. Ulusal çapta gündem oluşturdu. Tariş ortağı üreticiler de Tariş işçilerinin haklı direnişini desteklediler.

Şili benzeri görüntüler

1980 yılı ocak ayının son on günlük zaman dilimini kapsayan direniş, işçilerin kararıyla 31 Ocak’ta sona erdi. Ama bu, direnişin birinci bölümüydü. 6 Şubat günlü gazetelerde “Tariş Genel Müdürlüğü ve Yönetim Kurulları” imzasıyla yayımlanan ilanlarla; Tariş işletmelerinin bir hafta süreyle kapatılacağı ve bu sürede zarar ziyan tespiti yapılacağı, yasadışı direnişe katılmamış işçilerin belirleneceği gibi gerekçeler ileri sürülerek, üretime ara verileceği duyuruldu. İlanda, “iş kanununun 17. maddesine ve 274 sayılı yasanın 29. maddesine göre, işçilerimizin tümünün iş akitlerinin feshi zorunluluğu ve hakkı doğmuştur” denilmekteydi. İşte bu duyuruyla birlikte, Tariş işletmelerinde direniş yeniden başladı.

İşçiler üretime, fabrikalarına, işlerine sahip çıktılar. Ancak dönemin siyasal iktidarı ve onun uzantıları da, Tariş’i ele geçirmeye kararlıydı. 7 Şubat günü Alsancak’taki işletmeler, 14 Şubat’ta da Çiğli İplik Fabrikası güvenlik kuvvetlerince boşaltıldı. İşçiler polise karşı barikatlar kurup direndiler. Birçok işçi çıkan çatışmalarda yaralandı. Yüzlerce işçi de gözaltına alındı. Alsancak çevresinde gözaltına alınanlar Alsancak stadına, Çiğli İplik’te gözaltına alınanlar Karşıyaka stadına ve spor salonlarına kapatıldı. Zorba Pinochet döneminde Şili’de yaşananlara benzer manzaralar yaşandı; statlar adeta toplama kampına dönüştürüldü.

Direnişten greve

Tariş direnişi ve bu direniş kapsamında kentte yaşanan olaylar ile ilgili olarak çok sayıda kişi gözaltına alındı; davalar açıldı. Direnişi izleyen günlerde pek çok işçi işten çıkarıldı.

Ancak, bütün baskılara ve dayatmalara karşın Tariş’teki işçilerin mücadelesi durdurulamadı. Dönemin egemen güçleri, Tariş işyerlerinde -amaçladıkları gibi- eski MC günlerine benzer ortamları oluşturamadılar. İşletmelerde DİSK’in örgütlülüğü 12 Eylül’e kadar devam etti.

Bizim de aralarında olduğumuz direnişçi Tariş üzüm işçileri, direnişten üç ay kadar sonra, Mayıs ayı başlarında, toplu iş sözleşmesi döneminden doğan haklarını kullanarak, işyerlerinde yasal grev başlattılar. DİSK’e bağlı Gıda-İş sendikası üyesi işçiler, üç ay önce direniş yaptıkları işyerlerinin önüne bu kez grev çadırları kurup, grev gözcüsü gömleklerini giyerek, aylarca sürecek Tariş grevini yaşama geçirdiler. Diğer işyerlerinden de DİSK sökülüp atılamadı. Sözün özü: Tariş işçilerinin mücadelesi 12 Eylül darbesine kadar sürdü.

Tariş direnişinin toplumsal boyutları

Tariş direnişinin, hem toplumsal ve hem de siyasal boyutlarını günümüzde değerlendirirken, o günlerin Türkiye’sini ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal koşulları mutlaka dikkate almak gerekir.

1980 yılının Ocak ve Şubat aylarında Tariş direnişini gerçekleştiren binlerce işçinin öncelikli amacı iş güvenliğiydi. Onlar, işlerini kaybetmek istemiyorlardı. Dönemin siyasal iktidarını ve Tariş yönetimindeki uzantılarını, kendileri ve işleri için bir tehdit olarak görüyorlardı.

İşlerini kaybetmeleri, evlerine ekmek götürememek demekti. Hatta birçoğu için bu, çok sevdikleri İzmir’in, alıştıkları kent yaşamının terk edilip yeniden köy yaşamına dönülmesi anlamına gelecekti. İşte işçiler öncelikle bunları kabullenemiyorlardı. Ancak Tariş direnişinin bir de siyasal yönü vardı. Geçmişte, MC hükümetlerinin işbaşında olduğu 1970’li yıllarda, Tariş’in bazı işletmeleri, faşizmin güç aldığı, palazlandığı yerler olmuştu. Başta Tariş’in eski çalışanları olmak üzere, İzmirlilerin bellekleri o yılların olumsuz görüntüleriyle doluydu. MC dönemlerindeki Tariş işletmeleri, doğrusu hiç de İzmir’e yakışmamıştı. Tariş çalışanlarının ve İzmirlerin can güvenlikleri de tehlikedeydi.

İşte bu nedenlerle Tariş işçileri, işyerlerinde tekrar eski günlere dönülmesini istemiyorlardı. İş ve can güvenliği talebini, direnişin başat hedefi olarak belirlediler. İzmir’in ilerici yurtsever insanları da onlara tam destek oldu. Kısacası, Tariş direnişi, siyasal açıdan da faşizme karşı bir kentin duruşuydu, direnişiydi…

Tariş direnişinin 24 Ocak kararlarıyla zamandaşlığı

Tariş direnişi için bir başka önemli gördüğümüz ve altını çizmek istediğimiz tarihsel nokta, Türkiye iktisat tarihinin önemli bir dönüm noktası olan 24 Ocak kararlarıyla aynı günlere denk düşmesidir. Gerçekten de, bu tarihsel buluşma ve izdüşüm önemlidir.

Toplumsal gelişmelerin ekonomik gelişmeleri aştığı ve artık egemen güçlerin ülkeyi yönetemez hale geldikleri olgusunun, hayatın içinde somutlanmasıdır. Tariş direnişi, bir bakıma, 24 Ocak kararlarına karşı da bir başkaldırıdır.

Doların 35 liradan 70 liraya çıkarıldığı büyük bir devalüasyon uygulamasını da içeren 24 Ocak kararları, 12 Eylül darbesine giden yolun, ülke ekonomisi alanında temizlenmesi, yeniden düzenlenmesi anlamına geliyordu. Kısacası işçiler, çalışanlar, emekçiler için alarm zilleri çalıyordu.

Tariş direnişinden çıkarılması gereken dersler

37 yıl önce yaşanan Tariş direnişi, herkes için önemli derslerle doludur. Direniş; işçilerin, çalışanların, emeğiyle geçinen insanların, en zor koşullarda, tüm baskılara, dayatmalara nasıl karşı durulabileceğini somut olarak gösterdikleri, şanlı bir destandır. Üstelik ülkenin hızla faşizm koşullarına sürüklendiği zorlu bir tarihsel dönemde…

Elbette bu büyük eylemler zincirinin, işçiler bakımından eksiklikleri, hataları, yetersizlikleri vardır. Siyasal açıdan da dönemin olağanüstü koşullarından kaynaklanan hatalar, yanlış davranış ve eylem biçimleri söz konusu edilebilir. Ancak tüm bu olumsuzluklar ve yetersizlikler, Tariş direnişinin tarihsel önemini, büyüklüğünü ve Tariş direnişçilerinin haklılığını gölgeleyemez.

O yılların bir çalışanı ve emekçisi olarak, bu büyük direnişte yer almakla ve o anlamlı “ateşten günler”i tüm sıcaklığıyla yaşamakla, bugün de onur duyuyorum. Tariş direnişinin tüm boyutlarıyla daha geniş biçimde irdelenmesinin ve ondan gerekli derslerin çıkarılmasının, hem çalışanlar ve hem de onların örgütleri için sonsuz yararlar sağlayacağını düşünüyorum.

Tariş direnişçilerinden Tekel işçilerine ve Gezi direnişine…

Tarihin ne ilginç buluşması ki, Tariş direnişinin 30. yıldönümünde, benzeri sorunları bu kez Tekel işçileri yaşadılar. 2010 yılının başlarında, Ankara’da, ekmekleri için direnen Tekel işçileri, emeğin tarihine yeni bir anlamlı sayfa eklediler. Tekel işçileriyle birlikte, sanki geçmişte yaşadığımız “ateşten günler”i o dönemde de yeniden yaşadık.

Tariş ile Tekel arasındaki benzerlikler, aslında tarihin derinliklerinde yatıyordu. Bir bakıma aralarında yazgı birliği vardı. Tariş, kuruluşu 1910’lu yıllara uzanan, Cumhuriyet öncesi dönemde, Egeli üreticilerin, ürünlerini ucuza kapatan çok uluslu kumpanyalara karşı örgütlendikleri bir kooperatifçilik hareketiydi. Tekel, yine aynı tarihsel dönemlerde, Reji denilen ve başta Ege Bölgesi olmak üzere tütün üretim bölgelerinde kolcularıyla tütün üreticilerine kan kusturan emperyalist tütün tekelinin yerine kurulmuş bir kamusal örgütlenmeydi.

Görüldüğü gibi, tarihin akışı pek çok şeyi değiştirse de, toplumsal gelişmenin ve mücadelenin özü pek değişmiyor. Çalışanlar, emeğiyle geçinenler, hemen her dönemde benzeri sorunlarla mücadele ediyorlar.

Tariş direnişinin bir başka önemsediğimiz yönü de, fabrikaların dışına taşıp dalga dalga yayılarak tüm halka ulaşması ve kenti, bölgeyi kapsamasıydı. Bu toplumsal hareketlenmenin çok daha büyüğünü ve etkinini, yıllar sonra ülke ölçeğinde Gezi direnişinde yaşadık. Bu iki toplumsal eylem sürecinde de birbirine önemli benzerlikler vardı…

Böylesi büyük eylemlerin, toplumsal hareketlerin, tarihsel süreçte daha iyi kavranacağına ve hak ettikleri yeri alacağına yürekten inanıyoruz.

Yeter ki onları unutmayalım, unutturmayalım…

*Mehmet Şakir ÖRS
Gazeteci-Yazar
mehmetsakirors@hotmail.com