
Sosyal demokrat ilkeler dediğimiz zaman ve bunu yerele uygulamaya çalıştığımız zaman statik bir olaydan bahsetmiyoruz. İkincisi, kelimeler, sözcükler, kavramlar aynı olsa da, bunların herkes tarafından farklı ülkelerde, farklı örgütlerin içinde farklı ihtiyaçlara göre farklı yorumlandığını da biliyoruz. Fakat bütün bu kısıtları kabul etmekle birlikte, ben kısa konuşmamda şunu yapmaya çalışacağım: Sosyal demokrat ilkelerin yerele uygulanması denildiği zaman üç tane parametreden bahsedeceğim. Bunlardan bir tanesi, hepinizin bildiği sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri diye nitelendirilen ilkeler; fakat bu ilk ilkeler grubuna sonradan eklemeler oldu, farklı ek kavramlar da bunlara eklendi. Onu hatırlatacağım.
İkinci olarak, dünyada yalnız değiliz. Dünyada birtakım genel eğilimler var. Neye ilişkin olarak eğilimler var? Kalkınma, gelişme kavramına ilişkin farklı eğilimler var; yönetim biçimiyle ilgili farklı eğilimler var, demokrasiyle ilgili farklı eğilimler var, planlamayla ilgili farklı eğilimler var. Bunları birinci grupla mümkün olduğu kadar ilintilendirmeye çalışacağım.
Üçüncü olarak da, her ülkenin kendi öncelikleri var, öncelikli sorun alanları var. Bir de bunu yerele vurduğumuz zaman, ölçeği ne kadar küçük olursa olsun, bu sefer yerel birimlerin kendilerine özgü sorunları ve öncelikleri var. Bunlar arasında da köprüler kurmaya çalışıp, tartışma ve yorumlama kısmını sizlere bırakıp huzurlarınızdan ayrılacağım.
Sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini yeniden düşünmek
Şunu da hatırlatayım: İşimizi zorlaştıran başka bir faktör daha var. Bugün dünyada herkes başkalarının ne yaptığını görüyor. Dolayısıyla sosyal demokrasi adına bir kentte eylemde bulunan, belirli projeler uygulayan, bunları başarılı olarak gören 3 bin-5 bin kilometre ötedeki başka bir ülkenin siyasal partisi veya belediye başkanı çok rahatlıkla bunu alıp kendi koşullarına uyarlamaya çalışabiliyor. Teknik deyimiyle biz ona “Politika ithali” diyoruz veya “Politikaların ödünç alınması” diyoruz. Bu, ülkeler arasında, kentler arasında olabildiği gibi, aynı ülke içinde de oluyor. Hemen örnek vereyim. Bugünkü iktidar, uyguladığı ve uygulamak istediği bütün projelerin bir ilk olduğunu savunuyor. İki şeye bağlayabiliriz bunu; çarpıtma veya cehalete bağlayabiliriz. Çünkü sosyal demokrat partilerin, CHP olsun, SODEP olsun, SHP olsun, hatta kendini sosyal demokrat olarak nitelendiren diğer partiler olsun, onların uygulamaları oldukça geriye kadar gidiyor. Yani bugün İstanbul’da ilk defa uygulandığı söylenen öncelikli yol, metro, yaya bölgeleri ve yaya bölgelerinin ilk defa yapıldığı iddia olunuyor. Sizler, bu salonu dolduranlar, özellikle Murat Karayalçın, bunun nerelerde başladığını, nerelerde uygulandığını çok iyi hatırlayacaklar. Bugün emir verilerek fiyatlar indirilmeye çalışılıyor; ama sosyal demokrat Arsenal’de tanzim satış mağazaları var, kooperatifler var, tüketici kooperatifleri var. Demek ki, emir ve kumandayla fiyatları indirmek pek başarılı olmuyor; ama başarılı örnekleri var, sosyal demokrat örnekleri var.
Sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine şöyle bir bakarsak, özgürlük, eşitlik, dayanışma, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti. Sonradan eklenenler var; cinsler arası eşitlik, yoksullar ve fiziki ve ekonomik sınırlılıklara sahip olan insanlarla ilgili olarak pozitif ayrımcılık kavramı sonradan geldi. Doğaya saygı eklendi, doğadaki bütün canlılara saygı eklendi, liste epey uzadı. Fakat başta da söylediğim gibi, çeşitli ülkelerdeki partiler bu kavramları kullanıyor olabilir, ama daha dikkatli bakmak lazım. Bunların içeriğini nasıl görüyorlar, nasıl yorumluyorlar? Orada bir güçlük var.
Yerel Kalkınma, Planlama ve Demokrasi
İkinci olarak, dünyada birtakım eğilimler var. Bunlardan bir tanesi büyüme, kalkınma kavramı. Tek bir cümleyle ifade edeyim. Eskiden kalkınma kavramı büyümeye endeksliydi. Büyüme hedefi olarak yüzde 7’miz vardı bir ara, popüler bir hedefti. Ondan yüzde 3 nüfus artışını çıkardığımız zaman, elimizde net bir yüzde 4 kalıyor mantığı vardı. Bu büyüme oranı da, zaman içinde, sorunlarımızı çözer beklentisi vardı. Bugün belediyeleri, yerel yönetimleri çok yakından ilgilendiren başka kavramlar kullanıyoruz. Ne diyoruz; insan odaklı kalkınma diyoruz veya gelişme diyoruz. Buna ek olarak ne diyoruz? Kentlerdeki kaliteyi ifade eden, hizmetlerin kalitesini ve yaşam kalitesini, özlenen yaşam kalitesini ifade eden anlamda kullanıyoruz.
İkinci bir kavram planlama. Türkiye çok uzun yıllar beş yıllık planlar, yıllık programlar uyguladı. Bugün Türkiye’nin dışında -ki, o da önemini yitirmiş gibi görünüyor büyük ölçüde- ulusal ölçekte planlama yapan hemen hemen kimse kalmadı. Avrupa’da yok bir defa. Fransa’nın bile son olarak esnek hedef gösteren planlaması vardı. Bazı üçüncü dünya ülkelerinde var; ama onların dışında kalmadı. Planlamanın önemi azaldı mı; hayır, tam tersine. Planlama yerele indi, bölge düzeyine indi. Bizim açımızdan neden önemli? Mart ayında seçimler yapılacak. Ümit ederim, bir kısmı bu salondan, bir kısmı bu salon dışından belediye başkanları göreve başlayacaklar. Belediye başkanlarından ilk 6 ayda ilk yapmaları beklenen şey birer stratejik plan hazırlamaları ve bunun katılımcı bir şekilde hazırlanması isteniyor ve bekleniyor. Şehrin ve bölgenin önemi çok arttı. Bölgesel kalkınma ajansları var; bunlar bölgesel ölçekte planlar hazırlıyorlar. Kent konseyleri var, gönüllü yapılar var. Kent konseyleri gönüllü olarak kentle ilgili planlar hazırlıyorlar, gayri resmi, ama yararlı.
Üçüncü olarak ne değişti bunların dışında? Üçüncü olarak demokrasi anlayışı değişti; yani temsili demokrasinin yanı sıra, katılımcı demokrasi, söylemsel demokrasi, doğrudan demokrasi gibi birtakım sıfatlar eklendi. Bunların her biri yerel yönetimleri birinci derecede ilgilendiriyor. Bunların nasıl uygulanacağı büyük önem taşıyor. Ben, Anadolu’nun birçok yerlerini geziyorum, çeşitli belediyeleri filan. Bunları gayet başarıyla uygulayan belediyeler olduğunu da görüyorum.
Evrenseli ve yereli birlikte düşünmek
Üçüncü bir parametre, peki, güzel de, önümüzdeki seçimler için hangi genel alanlara bu kavramların uygulanmasını, dünyadaki bu sözünü ettiğim eğilimlerin yansıtılmasını bekleyebiliriz, isteyebiliriz? Eminim, sizlere sorduğum takdirde hepinizin farklı bir listesi olabilir. Vakit kısıtlığı nedeniyle bir-iki hususa değinerek sözlerime son vereceğim. Bana göre, sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri, ikinci olarak da dünyadaki bahsettiğim eğilimler birlikte düşünülmeli. Bir de bu eğilimlere yönetim biçimlerinin değişmesini eklemeliyiz tabii. Yönetim biçimleri, ulusal devletin, merkezi hükümetin her türlü hizmetleri veya çoğunu sunan konumu değişti. Şimdi çeşitli hizmetlerin farklı hizmet sunucuları tarafından yerine getirildiği yeni bir dünyadayız. Bununla ilgili ideolojik tartışmalar var. Bu değişim, yönetişim kavramıyla ilgili olduğu için, yönetişim kavramı da haklı olarak neoliberal ideolojinin bir önemli kavramı olarak görüldüğü için, belirli soru işaretleriyle yaklaşılıyor. Ama yönetişim kavramının sola da çok yabancı olmayacak başka özellikleri var. Nedir; saydamlık, hesap verebilirlik, özellikle katılımcılık. Bütün bunları hesaba kattığımız zaman, seçici olarak bu kavramları da belki yerel yönetimler hizmet sunarken dikkate alabilirler.
Toplumsal barış, kentlileşme ve kırla kenti birlikte düşünme
Önümüzdeki dönemle ilgili üç tane şeyi çok önemsiyorum. Arzu ederim ki, göreve gelecek yeni yönetimler, yeni belediye başkanları, yukarıdaki iki dizi parametrenin özelliklerini hatırlayarak, sosyal demokrasinin öncelikli kavramlarını, özgün kavramlarını sonradan eklenenlerle birlikte hatırlayarak; ikincisi de, dünyadaki bu dört başlık altında sizlerle paylaştığım eğilimleri de hesaba katarak, hangi üç alanda yoğunlaşmalı? Sözlerimi de bu şekilde bitirmek istiyorum zaten. Bunlardan bir tanesi toplumsal barış. Yani her şeyi bıraktım ben şahsen, altyapıyı bıraktım, su getirmeyi bıraktım, pis su götürmeyi bıraktım, diğer şeyleri de geri plana ittim; bana göre, sosyal demokrat belediye başkanlarının ve yönetimlerin birinci görevi toplumsal barışa katkı olmalıdır. Bu üç hedeften bir tanesini de kavramlaştırarak tekrar sizlerle paylaşayım. Sürdürülebilirlik kavramını biliyoruz; sosyal demokrasi ilkelerine sonradan eklenen önemli kavramlardan biri. Bunu daha ziyade bir çevre ilişkisi içinde düşünüyoruz ve kullanıyoruz. Halbuki, bunlarına başına iki kavram daha eklersek, sosyal sürdürülebilirlik, siyasal sürdürülebilirlik. Bu ikisi sağlandığı takdirde toplumsal barışa katkıda bulunabilecek şekilde kullanma ihtimali doğar.
İkinci olarak kentlileşme. Çok eski bir kavram, ama hayati bir kavram. İstanbul’da yaşayan 16 milyon insanın yaklaşık 3’te 1’i İstanbul’da doğmuş, 3’te 2’si çeşitli yerlerden, bir kısmı yurtdışından göçerek, bir kısmı Anadolu’nun değişik kentlerinden gelmiş. Büyük bir hazine. Bu büyük hazineyi aynileştirmek gerekmiyor. Bu büyük hazineyi, “Bunlar dışarıdan geldiler, köylüler” vesaire deyip küçümsemek de gerekmiyor. Bunları illa İstanbul’daki veya kentlerimizdeki modellere de uyarlamak gerekmiyor; tüketim modellerine, giysi biçimlerine, şuna buna da uyarlamak gerekmiyor. Hedef ne olmalı? Hedef, bütün bunların hesaba katıldığı, bunların birbirleriyle iletişiminin mümkün olduğu kadar hızlandırıldığı şekilde yeni bir kültürel sentez, yeni bir kentli kültürel sentez. Çünkü kentlileştirmenin boyutları var; kent kaynaklarından yararlanmaktan tutunuz da, güvenli bir iş sahibi olmaktan tutunuz da, kendi kimliğini muhafaza edebileceği önlemlerin alınmasından tutunuz, geniş bir kapsama. Ama esas hedef, zaman içinde yeni bir kentli kültür sentezi olmalıdır diye düşünüyorum. Son olarak, kır ve kenti birlikte düşünmek. Her ilimiz, her kentimiz için aynı önemde değil; ama kır ve kenti kültürel açıdan birlikte düşünmeliyiz. Demin söylediğim gibi, yeni bir kentli kültür sentezi yaratmak istiyorsak veya bunun objektif koşullarını hazırlamak istiyorsak, kır ve kenti birlikte düşünmeliyiz. Yerel kalkınma bağlamında düşünüyorsak, kır ve kenti yine birlikte düşünmeliyiz. Bunun güzel örnekleri var. Nerede var; İzmir’de var. Takip ettiniz mi, bilmiyorum. İzmir’de belediye, çok geniş bir kooperatifleştirme hareketiyle birlikte, çeşitli tüketici gruplarını örgütlemek suretiyle, onlara talep yaratmak suretiyle, talebi garantilemek suretiyle bana göre çok ciddi ve önemli bir iş yaptı. Başka yerler yok mu? Aydın var, Silivri var. Bu işin siyasal getirisi olduğunu da size söyleyeyim. Silivri’de Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 20 küsurlardaydı. Silivri Belediyesi ne yaptı? Geniş bir kamu alanı kiraladı, bu alanda önce çiçek yetiştirip sattı; arkasından, üniversitelerle işbirliği halinde, katma değeri çok daha yüksek tıbbi bitkiler yetiştirdi, onları sattı, ihraç da edebildi. Başka ne yaptı? Aynı zamanda diğer sektörler için de çeşitli bitkileri yetiştirdi. Yüzde 52’ye çıktı oradaki CHP oyu, ikiye katlandı.
Bu üç tane faktör, yani toplumsal barış, bütün boyutlarıyla kentlileştirme, kır ve kenti birlikte düşünme, bence sosyal demokrasinin evrensel kavramlarıyla dünyadaki sözünü ettiğim genel eğilimlerle birlikte harmanlandığı takdirde, önümüzdeki seçim sonrasında da sosyal demokrat belediye başkanları ve yönetimler için makul bir şans doğabilir diye düşünüyorum.
*Korel GÖYMEN
Prof. Dr., Siyaset Bilimi
goymen@sabanciuniv.edu