İbrahim Kaya – İslamcılık Eleştirilemez midir?

ibrahim kaya

 

 

 

 

[huge_it_share]

Günümüz sosyal bilimcileri arasında önemli bir konum sahibi olan Michael Walzer (2015), Dissent Dergisindeki son yazısında, ana hatlarıyla, Batı Solunun İslamcılığı anlamadaki yanılgıları üzerinde duruyor. Walzer, Batı Solunun Müslüman Kardeşler veya HAMAS gibi İslamcı örgütleri, bugüne değin, yanlış okumasının arkasında yatan temel yanılgının, bu örgütlerle anti-emperyalizmin ve çok kültürcülüğün ilişkilendirilmesi olduğunu tartışıyor. Diğer bir ifadeyle; İslamcı örgütlerin Batı emperyalizmine meydan okuduğu ve farklı kültürel kodlara sahip oldukları algısı, Batı Solunun İslamcılığı okurken yanılgıya düşmesinin temel nedeni oluyor. Halbuki solun öz-değerleri içinde ayrıcalıklı konuma sahip olan laikliğe sahip çıkması ve Aydınlanmayı unutmadan sol değerleri savunması, yani İslamcılığı eleştirel gözle sorgulaması gerektiğini yazıyor. Benzer hatta belki de aynı şeyleri bizler uzun yıllardır dile getiriyoruz. Örneğin, 2007 yılında yayımlanan bir makalemde İslamcılığın demokrat olmadığını, aksine hegemonya kurma projesi olduğunu yazmıştım (Kaya, 2007). Bu tarihsel-toplumsal gerçekliği Türkiye’deki sol bir gruba -ki liberaller de bu gruba dahildir- anlatamıyoruz. Her anlatma girişimimizde karşımıza ana hatlarıyla iki sorun çıkıyor: birincisi, İslam karşıtlığı etiketlemesi ve ikincisi demokrasi karşıtlığı etiketlemesi. Bu durumda, İslamcılık eleştirisi verme çabası, peşinen, anti-demokratik, İslam karşıtı bir girişim olarak damgalanıyor. Bu damgalama ediminin deşifre edilmesi, Türkiye’deki solun İslamcılığı eleştirel bir gözle yeniden okumasını zorunlu kılıyor.

Bir siyasi proje ve/veya hareketin şu bilinen en yalın gerçekliğe göre değerlendirilmesi şarttır: güç ve otorite. Toplumsal yaşam elbette kurallarla mümkündür. Yani toplumsal yaşamın bir düzen ve ahenk içinde işlemesi, kaostan kaçınılması belirli kurallar sayesinde gerçekleşir. Bu nedenle, yönetici pozisyonunda bulunanların gücü ve otoritesi vardır. Siyaset sosyolojisi literatürünün göstereceği gibi, bir toplumun gündelik yaşamının birlikte yaşama hedefi çerçevesinde organize edilmesi ve böylece düzenin tesis edilmesi güce ve otoriteye dayanmaktadır. Ancak, sözü edilen güç ve otoritenin nasıl pratik edileceği, sınırlarının neler olduğu, modern dönemde, çok net biçimde ortaya koyulmuştur. Buradaki ana kavram meşruiyet kavramıdır. Modern dünyada güç ve otorite ilişkileri demokratik meşruiyete dayanmak zorundadır ve burada sözü edilen meşruiyet otoritenin ve gücün sınırlılığına işaret etmektedir. İslamcı hareketi ve bu ülkedeki en güçlü temsilcisi olan AKP iktidarını bu ışık altında değerlendirerek, bazı sol ve liberal çevrelerin algılarının aksine bu hareketin demokratik meşruiyetin sınırlarını aştığını göstermemiz gerekiyor.

Bu konuya açıklık getirmek için sorulması gereken soru şudur: İslamcı iktidar döneminde güç ilişkilerinin ve otoritenin demokratik meşruiyetle uyumlu bir işleyişi var mıdır yoksa demokrasiyi rafa kaldıran bütüncül bir güç birikimi ve otoriter işleyiş mi işbaşındadır? Türkiye’nin son on iki yılına damgasını vuran İslamcı AKP iktidarı, bu süreçte öyle bir deneyim ortaya koymuştur ki, bu deneyim, modern-dışılaşma olarak ifade edilmelidir. Modern-dışılaşmayı, modernliğin iki olmazsa olmaz ilkesi olarak ifade etmemiz gereken “rasyonelliğin” ve “özerkliğin” üstesinden gelinmesi ve böylece “ortaçağcılaşma” sürecine girilmesi anlamında kullanıyorum. İslamcı AKP iktidarının Türkiye’yi getirdiği noktada, ne özerklik ne de rasyonellik işlemektedir. Kurumların ve bireylerin özerklikleri ortadan kaldırılmış, rasyonel yönetimin yerini hislerle, hırslarla şekillenen bir kişiye bağlı yönetim almış durumdadır. Ne sanatın ne bilimin özerkliği ne de bireylerin yaşam tercihlerinin güvencesi söz konusudur. Demek ki, İslamcılığı güç ve otorite bağlamında ele aldığımızda, onun demokratik meşruiyete sadık olmayan, aksine demokratik meşruiyetin sınırlarını aşan bir hareket/proje olduğunu görüyoruz. Şimdi bir deneyim olarak tanık olduğumuz bu modern-dışı, demokrasi karşıtı İslamcılığın eleştirisinin kaçınılmazlığı aşikarlaşıyor.

Biraz önce dile getirdiğimiz gibi, politik modernlik (demokrasi) iki temel üzerine inşa edilebilir: özerkliğe duyulan sadakat ve müşterek gündelik yaşam alanlarının rasyonel düzenlenmesi. Birincisi, kurumların, bireylerin ve toplumun özerkliğine işaret ederken, ikincisi müşterek yaşamın herhangi bir kimliğe, inanca, cinsiyete ya da akrabalığa atıfta bulunmadan genel-geçer kurallara göre işlemesine işaret etmektedir. Her iki ilkeye de sadakat duymayan İslamcı AKP iktidarı, demokrasiyi askıya alma ve yerine totaliter bir rejimi inşa etme hedefinde olduğu görüntüsünü veriyor. Sanatın, bilimin ve hatta ekonominin özerkliklerini askıya alan, bütüncül bir mantıkla bütün kurumları tekil, standart bir merkeze bağımlı kılmak isteyen İslamcılık, kurumsal özerkliğe sadakat duyma konusunda sınıfta kalmaktadır. Bireysel yaşam tercihleri alanında da tamamen demokrasi-dışı bir perspektifle hareket eden İslamcılık, bireylerin yaşamlarını bütüncül bir yaklaşımla şekillendirmeyi hedeflemektedir. Toplumun kendisini kendi imgeleminde kendisinin kurması olarak özetlenebilecek toplumsal özerklik (Castoriadis, 1987) konusunda da benzer bir anti-demokratik tutuma sahip olan İslamcı proje, toplumun doğrudan planlayıcısı, örgütleyicisi olmayı hedeflemektedir. Örneğin, toplumun geleceğini kuracak olan nesillerin “dindar” nesiller olarak yetişmesi gerektiği iddiasından, bürokrasinin tek bir lider tarafından baştan sona belirlenmesi gerektiği hedefine kadar, AKP İslamcılığı totaliter eğilimlerini gittikçe daha net hale getirmektedir. Bu noktadaki bir ara sonuç olarak, İslamcılığın eleştirisinin elzem olduğu vurgulanmak durumundadır. Ancak, İslamcılığa yapılan/yapılması elzem olan eleştiriye yönelik bir “itham” sözü edilen eleştiriyi “İslamofobi” olarak etiketlemektedir. Totaliter yönleri olan rejimlerde eleştiri ile hakaret arasında kolayca ilişki kurulmakta ve önemli eleştiriler böylece savuşturulmaktadır. İslamofobi, “İslam korkusu” demektir ve İslam dinine karşı önyargılardan ve ayrımcılıklardan kaynaklanmaktadır. İslamcılığa yönelik eleştiri ve sorgulama bizzat İslam’a yönelik bir önyargı veya İslam’a karşı bir ayrımcılık olarak etiketlendiğinde ve bu etiketleme toplumda karşılığını bulduğunda, eleştirinin anlamı hakaret ile eşitlenmektedir. Bu durumda ise; güç ilişkilerinin ve otoritenin demokratik meşruiyetin sınırlarına sadakat duymadan toplumun üstünde pratik edilmesi sıradan, olması gereken bir durum gibi içselleştirilebilir. Yeni Türkiye’de de durum bundan ibarettir.[1]

Her ne kadar Habermas gibi bazı sosyal filozoflar post-seküler döneme girdiğimizi konuşsalar da, yaptıkları temellendirme kesinlikle sekülerliğin aşıldığı anlamında değildir. Daha ziyade, dinin kamusal yaşamda diğer aktörlerin yanısıra yer almaya başladığını tartışıyorlar. Klasik seküler anlayışın dinin kamusal yaşamdan tamamen kaybolacağı yönündeki varsayımının gerçekleşmediğini vurgulamak için post-seküler dönem anlayışı ortaya koyulmuştur. Bu noktada sorunsal bir durum var: post-seküler diye bazı düşünürlerin ifade ettiği dönemde Hıristiyan ya da Hindu veya başka bir dinsel dünyada İslamcı hareketler boyutunda “modern dünyanın değerlerine karşı savaşan” bir hareket yok.

Demek ki, Aydınlanmanın temel değerlerine merkezi önem atfetmeyen “sol” hareketlerin dönüp dolaşıp varacağı yer hep aynı yerdir: İslamcılığı anlamada nerede hata yaptık?  Tıpkı Walzer’ın Batı Solunun İslamcılığı anlamadaki yanılgılarını ortaya koyması örneğindeki gibi.

 

 

Kaynakça 

Castoriadis, Cornelius (1987) The Imaginary Signification of Society, Cambridge: Polity Press. 

Kaya, İbrahim (2007) “Identity Politics: the Struggle for Recognition or Hegemony?”, East European Politics and Societies, Vol. 21, No. 4

Kaya, İbrahim (2014) Yeni Türkiye: Modernliği Olmayan Kapitalizm, Ankara: İmge.

Walzer, Michael (2015) “Islamism and the Left”, Dissent Magazine, Kış Sayısı.

[1] Yeni Türkiye’nin modernliği kültürel ve politik açılardan reddettiğini ve aynı zamanda kurallara uymayan vahşi bir kapitalizmi bağrına bastığını şu kitabımda analiz ettim (Kaya, 2014).

 

* Prof. Dr. İbrahim Kaya,
DEÜ, Sosyoloji Bölümü Öğr.Üyesi,
ibrahim.kaya@deu.edu.tr

Bir cevap yazın