2019 yılında iş nedeniyle toplam 22 defa İsviçre’ye, birkaç kez Almanya, Fransa’ya, 2 defa da ABD’ye gittim, ayıptır söylemesi… Hızımı alamadım ve heavy metal konserleri bahanesiyle tatilimi bile Ege’de Akdeniz’de değil de, 2 defa Romanya’da geçirdim. Son yıllarda uçak ile Türkiye dışına çıkmak bir çeşit bağımlılık haline gelmişti bende.
Muhtemelen hayatımın en çok uçak yolculuğu yaptığım yıldı 2019… Eş, dost, arkadaş, aile çevresi benim her seferinde İsviçre Alplerinde kayak yapmaya gittiğimi sanıyordu. ABD’ye Florida’ya gidiyorum diye Miami sahillerinde sörf yaptığım sanılıyordu. Oysa sadece sahada çalışmaya gidiyordum. Hatta bir seferinde İsviçre polisi tarafından 9 saat kadar tutuklu kaldım. Nedeni, Schengen turist vizesi ile İsviçre’de izinsiz çalışmak idi. O zamanlar çalıştığım şirketin hatası yüzünden az daha İsviçre’de kodese bile giriyordum. Neyse ki Türkiye konsolosluğu devreye girdi de kodese düşmeden sadece para cezası ile kurtulmayı başardım. Bir zavallı çalışan olarak, hem de dünyanın en kapitalist ülkelerinden birisi olan İsviçre’nin aşırı kapitalizmi ile Türkiye’nin vahşi kapitalizmi arasında zavallı bir kurbandım sadece…
Artık o kadar yorulmuştum ki 2019 yılı Kasım ayı geldiğinde rüyamda hava alanı gördüğümde kâbus görmüş gibi uyanıyordum. Kadıköy ve Ankara’dan çok Zürih’i görmekten öylesine sıtkım sıyrılmıştı ki havada uçak gördüğümde hemen ayakkabıma bakıyordum. Hiç unutmam, Kasım sonlarıydı ve bir bedduada bulundum. Bir daha uçağa binmemek için gezegenin tamamına bildiğiniz bela okudum. Derken çok geçmeden Covid-19 başladı. Gezegendeki neredeyse tüm uçaklar yere indi. Sınırlar kapandı. Ülkeler arası yolculuklar bir süreliğine olanaksız oluverdi. Okuduğum bela sonucu 8 ay kadar salgın bahanesiyle işsiz de kaldım bu arada. Böylece çok istedikleri üzere eve kapandım. Türkiye’nin part-time karantina önlemlerini 2020’nin ilk yarısında işsiz olarak ve devletten bir kuruş alamadan evimde karşıladım. Neyse ki sonra bir işim oldu da zeval gelmesin, devlete muhtaç kalmadım.
2020: Gezegende ilginç bir yıl
2020 yılı gezegenin yaşadığı en ilginç yıllardan birisi oldu. Büyük Buhran ve İkinci Dünya Savaşı yıllarından sonra küresel ölçekte yaşanan en derin krizlerin yaşandığı ve 2021 yılı itibariyle halen de yaşandığı krizlerden birine cümleten girmiş olduk. Daha önceleri sadece Hollywood yapımı filmlerde rastladığımız, ardından Netflix yapımlarında sıklıkla gördüğümüz felaket filmlerinin sıradan birer kahramanı haline geliverdik.
Sadece bireysel olarak ben bile, 2019 yılında yaptığım uçak yolculukları ile sınırsız ve aşırı bir kapitalizmin yolcusu olmuştum. Ha ben olmasaydım da o uçaklar elbette uçacaktı. Ancak yarattığım talepler ile havayolu şirketlerinin belki de haddinden fazla arz yaratmasına öyle veya böyle neden oldum. Benim gibi milyonlarca yolcu da aynı sürece katıldı.
Gezegende isteyerek veya istemeyerek yarattığımız karbon ayak izimiz 2019 yılında zirve yaptı. Diğer faaliyetlerim ile beraber hesapladığımda 2019 yılında sadece şahsıma ait karbon ayak izi miktarım 15 tonu bulmuştu. Ortalama bir kişinin karbon ayak izinin 5 ton olduğunu düşünürsek 2019 yılında gezegeni mahveden en kötü kişilerden biri olmuştum. “Ama ekmek parasıydı, şuydu, buydu” kısmı gezegeni ilgilendirmez. Gezegen kendisine yapılan kötülüğe bakar. “Kim yapmış, ne kadar yapmış ona bakar” doğamız. Neden yaptığımız ile ilgilenmez. 5N1K umurunda değildir dünyanın… Yarın bir gün mahşer meydanında dünyaya “Ama sevgili dünya. O vakitler çalıştığım şirketin yüzünden sana bu kadar kötülük yapmak zorunda kaldım. Ne olur affet beni” diyecek zamanımız bile olmayacak.
Doğanın diyalektiği daima işler. Termodinamiğin entropi kanunu bir saniye bile tembellik etmez. Bütün toplumların anayasaları, kanunları değişebilir ama bilimsel yasalar Büyük Patlamadan bu yana tavizsiz bir şekilde işler. Sadece matematik ve fizik yasaları için geçerli değildir bu işleyiş. Her nerede bir canlılık var ise yaşanacak, bu sefer de biyoloji yasaları devreye girer. Belirli bir çevredeki dengeleri alt-üst edecek derecede gereğinden fazla bir canlı türünde popülasyon oluştuysa gezegen elbette buna karşı bir tepki gösterecektir. Bu ister dinozorlar olabilir, ister de tüm görkemli zekası ve uygarlığına rağmen insan olabilir. Çok da değişmez. Sanılanın aksine, gezegen üzerinde yüz milyonlarca yıl hüküm süren dinozorlar gökyüzünden düşen bir göktaşı yüzünden değil, aşırı kalabalıklaşma yüzünden tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Her ne kadar kuşlar dinozorların torunları olsa da o büyük devasa etobur dinozorlar köpeksiz bir köyde değneksiz gezmenin bedelini kendilerini fosil müzelerinde bularak ödemişlerdir.
Hadi onlar kuş beyinli dinozorlardı. Peki ya insana ne demeli? Sen uzaylılardan yardım bile almadan koskoca piramitleri yap, Çin Seddi’ni yap, zilyon çeşit hastalığa aşılar bul, gezegende nükleer bombalar bile patlat, yetmedi aya git, bütün dünyayı bir küçücük telefona sığdır, ama bir virüs gelsin ve tüm uçakları yere indirsin, seni de evine tıksın.
Covid-19 olarak bilinen SARS-CoV-2 veya yeni korona virüsün dünyanın en kalabalık iki ülkesinden birinde çıkması hiç ama hiç tesadüf değildir. Üstelik 2020’li yıllarda hız kazanacak olan “daha yeni bir dünya düzeni” sürecinin en önemli aktörü olan Çin’de ilk olarak ortaya çıkması her ne kadar komplo severleri çok sevindirmiş olsa da, son derece olası bir durumdur. Üzerinde yaşadığımız gezegenin bir ateş topu etrafında yüzen kara parçalarından oluştuğunu sık sık unuttuğumuz için, yaşanan her depremde panikliyoruz ve hala şaşırmaya devam ediyoruz. Oysaki dünyanın bir deprem gezegeni olduğu kadar bir mikrop gezegeni olduğunu da unutuyoruz. Kısa yaşam ölçeklerimizde depremler ve salgınlar nadir gibi görülse bile gezegen tarihi daha insan denilen tür ortada olmadan önce bu pratiklerini sık sık yerine getirdi ve getirmeye devam ediyor.
Hani bir laf vardır bizim kültürümüzde… Ayranı yok içmeye, tahtırevan ile gider büyük abdestine diye… İşte insanın durumu biraz da budur. Bu gezegen çok güzel olabilir. Hakikaten mavi denizleri, yemyeşil ormanları ile insanların imgelerinde yarattığı “cennet” algısına bu gezegenden daha fazla yakışan bir gezegen bulmak gerçekten çok zordur. Çünkü evren çok büyüktür. Yakın çevremizde buna benzer başka bir gezegen de yok. Elimizde olan sadece bu.
Öte yandan her ne kadar cennet gibi bir gezegen olsa da içinde epeyce tehlikeler barındıran bir gezegende de yaşıyoruz. Gezegenin kendi doğasında yaşadığı, aslında rutin ve sıradan işlerin insan için tehlikeli olmasının nedeni ise yine insanın kendisi olmuştur. Misal, gezegende her yıl belirli yerlerde 8-9 arası şiddetlerde depremler yaşanıyor ve kimseler ölmüyor. Çünkü oralarda yaşayan insan yok. Kısacası, insan yoksa tehlike de yok. Ancak o deprem insanların yoğun olarak yaşandığı coğrafyaların civarında olduğunda haftalar boyunca ekranlarda, gazetelerde ve artık elbette günümüzde internet medyaları üzerinden yaşanan trajediler, facialar gündelik hayatımızın sıradanlaşan bilgileri haline dönüşüyor. 2004 yılında Güneydoğu Asya’da yaşanan, 2011 yılında Japonya’da yaşanan deprem ve tsunami felaketlerini bizler 17 Ağustos 1999 felaketini yaşadığımız halde sadece “haber” olarak değerlendirdik. Çünkü depremler yereldir.
Ancak depremlerin aksine salgınların küresel olabileceğini 2020 yılında gördük. Bu sefer hayatlarında deprem görmemiş İsviçre gibi ülkelerin halkları da gördü. Antarktika dışında gezegenin tamamı gördü.
Küresel patojen ve aşırı ve vahşi versiyonlarıyla kapitalizm
Covid-19, var oluş nedenlerini bile herhangi bir komploya bağlayan düz dünyacı ve aya gidilmediğini zanneden aklıevvellerin iddia ettiği gibi Bill Gates veya ona benzer birkaç adamın “şu gezegeni biraz daha karıştırsak mı?” diye can sıkıntılarından yarattıkları bir hastalık değil. Eski Romalılar döneminde de 3-5 yıl süren o zamanın ölçeğinde küresel salgınlar oluyordu. O dönemde Windows, Microsoft yoktu. Kedileri şeytan ilan eden Avrupa’nın yaşadığı büyük veba salgınlarını kedi düşmanı bir derebeyi çıkartmış olabilir ama herhangi bir laboratuvardan kaçan virüs olmadı bu gezegende. Gezegenin tamamı zaten virüsler ve bakteriler ile dolu. İnsan, kendine has kibri ve kendinden başkası yokmuş algısı ile yaşamaya pek meraklı olduğu için sadece bağırsak florasında yaşayan 10 katrilyon tane bakteriden habersiz yaşıyor.
Covid 19 istatistiksel olarak eskiden 100 yılda bir görülen küresel salgınlardan birisi olabilir. Ancak son 100 yılda yaşanan büyük nüfus artışı yüzünden istatistiklerin değişmesi de kaçınılmazdır. Öte yandan, insanı da küçük görmemek gerekiyor. İnsanlık, karşılaştığı her olgu ve olay, her felaketten sonra ders almasını ve çözüm üretmesini biliyor. Elbette burada bahse konu olan geniş halk kitleleri değil. Bütün toplumların öncüleri sayabileceğimiz bilim insanlarından bahsediyorum. Fakat günümüzde maalesef Madam Curie’ler zamanı naif bir bilim dünyası yok. Büyük küçük şirketlerin ekonomilere yön verdiği kimisinde aşırı, kimisinde vahşi olarak görebileceğimiz kapitalizmin kontrolünde olan bilim insanlarından bahsediyoruz artık. O yüzden bütün naif yüzüne rağmen Biontech kurucusu Uğur Şahin Forbes dergisine göre 2021 yılı itibariyle 7,5 milyar dolar servete sahip oldu şimdilik.
Aşırı kapitalizm ile vahşi kapitalizm arasında farklara değinecek olursak bunu uzun uzun tanımlamalar ile yapmak yerine ülkelerin Covid-19’a karşı verdikleri reaksiyonlar ile daha iyi anlatmak mümkün görünüyor. Aşırı kapitalist ülkeler diye tanımlayabileceğimiz ülkeler, kriterlere de bağlı olmak kaydıyla ve zaman zaman değişiklik yaşamaları da mümkün olmakla birlikte günümüzde Almanya, Kanada, İsviçre, İngiltere, Fransa, İtalya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerdir. Kendilerini liberal veya neo-liberal olrak tanımladıkları halde vahşi kapitalizmi neredeyse sınırsızca uygulayan ülkeler ise günümüzde elbette ABD, Brezilya, Meksika, Türkiye, Estonya, Şili, Arjantin, Hindistan gibi ülkelerdir. Bu iki grubun dışında devlet kapitalizmi ile liderlik hiç şüphesiz Çin’de görülebilir. Ayrıca Sosyal Demokrasi destekli ılımlı kapitalist ülkeler liginde elbette İsveç, Norveç, Finlandiya, Hollanda gibi Kuzey Avrupa ülkelerini değerlendirebiliriz.
İster aşırı olsun, ister ılımlı olsun, ister vahşi olsun Covid-19’a karşı halkına destek veren ülkelere baktığımızda ise vahşi kapitalizm uygulanmasına rağmen ABD’nin ilk sıralarda olduğunu görüyoruz. IMF’nin, hani şu sık sık borç vermeye çalıştığımız o IMF’nin raporuna göre Ocak 2020’den Mart 2021’de dek ülkelerin gayri safi yurtiçi hasılalarında salgın harcamalarının oranlarını gösteren bir rapora göre dünyanın en zengin ülkelerinden olan Lüksemburg % 27, ABD % 25, Yeni Zelanda % 19 oranında halkına yardım etti. ABD yaklaşık 1 Trilyon doları halkına dağıttı. Hem de virüs yönetiminde son derece başarısız olduğu düşünülen Trump döneminde yapıldı bu. Halkına en az destek veren ülkeler ise Meksika ve Türkiye oldu. Meksika’nın en azından kartel güvencesinde bir ülke olduğunu dikkate alırsak durumu en vahim olan ülke ise maalesef Türkiye oldu. Türkiye’nin Covid-19 döneminde halkına sağladığı maddi destek sıfıra yakın gerçekleşti. Türkiye, % 0,4 destek oranı ile bir kez daha “dünya vahşi kapitalizm liginde” şampiyonluğu kimseye bırakmamış oldu.
Covid -19 tarihi değiştirdi ve değiştirmeye devam ediyor. Hani şu meş’um 11 Eylül saldırılarından sonra söylenen bir söz vardı, hatırlarsanız. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”… İşin doğrusu, 11 Eylül 2001’den sonra gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Gezegenin tamamında vahşi kapitalizm en popüler ekonomik yöntem olarak uygulanır oldu. Aynı zamanlarda Türkiye’de iktidara gelen AKP de sisteme kolayca entegre olarak vahşi kapitalizmin öncülerinden birisi olmayı başardı. O zamandan bu zamana yaşanan 2008-2009 ekonomik krizi dışında vahşi kapitalizm çok da rahatsız olmadan egemenliğini sürdürmeye devam etti. Ancak Covid-19 sadece bir hastalık ve salgın olmadığını çoktan ispat etti. Ve kapitalizmin kartları sadece Ortadoğu’da değil, tüm dünyada yeniden dağıtılır oldu.
Ya sonra?
2020 yılı, Covid-19 salgını sayesinde büyük dönüşümlerin başlangıcı sayılacak bir yıl olarak tarihe geçti. 2021 yılı da aynı bayrağı aldı ve taşımaya devam ediyor. Öncelikle 1995-2002 arasında yaşanan dijital teknoloji patlamasından çok daha büyüğünü yaşıyoruz. Bundan 5-10 yıl sonra fosil yakıtlara yatırım yapmak belki de bazı ülkelerde en azından ilkesel olarak suç olarak görülmeye başlanacak. Vahşi kapitalizmin açık simgelerinden birisi olan Trump döneminin acıklı bir şekilde sona ermesi ve çevreye daima duyar kasan Demokratların muhtemelen Kamala Harris ile beraber 8 yıl sürecek yeni iktidar döneminde çevre eksenli olmayan politikalar üreten ve ülkelerini sadece inşaat arsası olarak gören iktidarların sonlarına şahit olacağız.
Covid-19 tüm gezegenin çehresini değiştirdi ve bu süreç devam ediyor. Salgın süresince insanların daha az hareket etmeleri sayesinde gezegenin sağlığı bir nebze yerine geldi. Buna karşılık insanların çoğu zaman biraz da anlamsız uygulamalar ile evlere kapanmak zorunda bırakılması nedeniyle gelecek yıllarda tüm gezegende hipertansiyon başta olmak üzere hareketsizlik ve olumsuz beslenme kaynaklı hastalıklarda patlamalar yaşanabilecek. Gezegen sağlığına kavuşurken insanlık sağlığını yitirecek. Termodinamik kanunları işlemeye devam edecek.