1708500_1920x1080

Güldem Özatağan – Büyüme Odaklı Kentsel Gelişme Gündeminin Dışında: Nüfus Kaybederek Büzülen Kentler

2000 Sonrası Türkiye’nin Kentsel Gündemi

2000’li yıllar, kent topraklarının ekonomik büyümeyi finanse etmek için kullanıldığı, bu amaçla önemli kentsel düzenlemelerin yapıldığı yıllar olarak Türkiye’nin kentleşme tarihinde yeni bir evreyi temsil ediyor. Bu dönemin Türkiye gündemindeki yansımalarından bazıları kentsel dönüşüm, toplu konut uygulamaları, ihtişamlı alışveriş merkezleri ve havaalanı, köprü, hızlı tren, otoyol gibi altyapı projeleri oldu. Bu projeler, yerel ve merkezi yönetimler ile önemli piyasa aktörleri tarafından, konut mülkiyeti, yeni bir yaşam biçimi ve artan tüketim imkanları gibi vaadlerle sunulurken, merkezi yönetimin geliştirdiği yeni araçlar ve yasal düzenlemelerle yeni yatırım alanları açtı ve yeni rant bölüşümleri yarattı. Bütün bu gelişmelerin bir sonucu olarak kentler sürekli sınırları dışına taşarken, merkezi yönetimin koyduğu yasal düzenlemelerle de, kentlerin yönetsel sınırları sürekli değiştirilerek genişletildi.

Benzer eğilimlerin Türkiye’ye özgü olmadığı, dünyanın pek çok kentinde de gündeme geldiği söylenebilir. Böylece, tüm dünyada ve Türkiye’de, kurallarını giderek artan oranda merkezi yönetimin koyduğu neoliberal politikalarla desteklenen, büyüme odaklı bir kentsel gelişme paradigması hüküm sürdü. Buna karşılık, nüfus kaybeden kentler/kent parçaları ve bunda etkili olan politika, uygulama ve düzenlemeler göz ardı edildi. Ancak son dönemde nüfus kaybeden kentler üzerine yeni tartışmaların gündeme geldiğini görüyoruz.

Bu yazı büyüme odaklı gündemin dışında kalan bu tartışmaları gündeme getirmeyi ve bu tartışmaların kentsel gelişme için ne gibi ipuçları verdiğini tartışmayı amaçlıyor. Ancak öncesinde bu yeni gündemin ortaya çıkmasına kaynaklık eden gelişmelerin neler olduğuna değinelim.

Nüfus Kaybeden Kentlere Bakmak Gereği

Büyüme odaklı kentsel gelişme gündemi, oldukça zengin ve ilgi çekici tartışmaları da gündeme getirmiş olmakla birlikte, üç nedenden kaynaklanan yeni bir gündem söz konusu. Bunlardan ilki, küreselleşme süreçlerinden ve neoliberal politikalardan farklı şekilde etkilenen kentler olduğunun görülmesi. 1970’li yılların sonundan itibaren sanayi üretimi dünyanın yeni sanayileşmekte olan ülkelerine sıçrarken, geleneksel sanayi merkezi olarak gelişen ve büyüyen bazı kentler de göreli ekonomik üstünlüklerini kaybederek ekonomik olarak çökmeye başladı. İşgücü bu kentlerden, dönüşüm sürecini hızla tamamlayıp yeni düzendeki yerini pekiştiren, böylece yeni iş imkanları yaratabilen kentlere göç etti. İngiltere’de Glasgow, Liverpool ve Manchester; Amerika’da Detroit, Pittsburg, Cleveland and Youngstown gibi önemli sanayi kentleri bu gelişmeler sonucunda nüfuslarının yarısından fazlasını kaybetti. Bu, uzun süre, yeni düzene uyum sürecinde gözlenen geçici bir durum olarak ele alınsa da, geçmişin önemli sanayi kentlerinin bugün halen geçmişteki gelişme çizgisini yakalamayı başarmakta zorlandığı ve nüfus kaybetmeye devam ettiği izleniyor.

Öte yandan, geçmiş üstünlükleri yeni düzende bir düğüm noktası olmaya yetmeyen başka kentler de bulunuyor. Ülke ekonomisi içindeki rolleri nedeniyle hızlı bir gelişme süreci yaşamış, ancak çok farklı dinamikler sonucu bu gelişme sürecini sürdürmekte zorlanan maden kentleri gibi. Doğal kaynaklara sahip olmanın, göreli üstünlüklerini sürdürmeleri için yeterli olmadığı, küresel kapitalizme sunabilecek başka değerleri de olmayan pek çok maden kentinin, yeni roller tanımlamakta da zorlandığı ve nüfus kaybettiği izleniyor. Türkiye’de de Zonguldak, benzer gelişmeler sonucu önemli darboğazlar yaşayan ve nüfusu daralan maden kentlerinden olup; diğer maden kentleri gibi, geçmişten getirdiği ekolojik ve sosyal kırılganlıklarla da başetmeye çalışıyor.

Yeni gündemin ikinci nedeni, özellikle Avrupa’da ve Japonya’da, 1990’lı yıllardan başlayarak, doğum oranlarının düşmesi ve nüfusun yaşlanması ile nitelenen demografik dönüşümün ortaya çıkması. Demografik dönüşüm, pek çok farklı dinamikle birlikte, kentlerin nüfuslarını kaybetmesinin nedenlerinden biri oldu. Bu gelişmeler nedeniyle yerel yönetimlerin vergi gelirleri daraldı; kentlerde büyük çöküntü alanları ortaya çıktı; içme suyu, kanalizasyon ve ulaşım gibi teknik altyapı sistemlerinde kapasite fazlaları oluştu, bunların bakım ve işletim maliyetleri arttı; sağlık ve eğitim tesisleri ile kültürel tesisler boşaldı. Nüfusunun yarısından fazlasını kaybeden bu kentlerde, bu sorunlarla ne şekilde başa çıkılacağı konusu temel sorun olarak gündeme geldi.

Üçüncü olarak, neoliberal politikaların ve ona eşlik eden büyüme odaklı paradigmanın yönlendirdiği politika ve uygulamaların, nüfus kaybı ile nitelenen bir kentsel gelişme çizgisi yaratabildiği fark edildi. Pek çok kentte, ana kent dışında yaşam çevrelerinin oluşturulması, kent merkezinde yaşayan nüfusun kent çeperinde yeni oluşturulan yaşam alanlarında yer seçmesi sonucunu doğurdu. Benzer gelişmeler, kent çeperinde oluşturulan yeni sanayi alanları, teknoloji bölgeleri, üniversite kampüsleri gibi çalışma alanları nedeniyle de gerçekleşti. Kentlerin bu şekilde çeperlere sıçraması ile ana kentin içi boşaldı. Bu kentler için en temel sorun kent merkezinin nüfus ve istihdam kaybetmesi olarak gündeme geldi. Nitekim son yıllarda, kentsel büzülmenin ortaya çıkışını yönlendirici güç olarak kamu politika ve stratejilerinin rolünün tartışılması rastlantısal değil. Örneğin, yerel ve merkezi yönetimlerin, İzmir’in büyümesini yönlendirmek için uyguladığı ve metropoliten alanın çeperindeki yerleşmeleri geliştirmeyi hedefleyen politika, strateji ve yatırımların bir sonucu olarak, kentin merkezi göreli önemini yitirdi; 1990’lardan itibaren nüfus ve istihdam kaybetti (Özatağan ve Eraydın, 2014). Bu tür kentler yayılırken ve çeperleri ile bütünleşirken, kent içinde kalan alanlar nüfus kaybetmekte; ancak büzülen kent parçalarını algılamak zor olmakta.

Bütün bu gelişmeler, kentlerin/kent parçalarının nüfuslarının daralması ile nitelenen kentsel büzülme/büzülen kentler olgularını kentsel gelişme tartışmalarının gündemine getirirdi. Kentsel büzülmenin de olası bir kentsel gelişme çizgisi olduğu düşüncesi, giderek pek çok araştırmacı tarafından kabul görmeye başladı. Araştırmalar da, nüfus kaybının dünyadaki pek çok kentin gerçekliği olduğunu ortaya koydu. Örneğin, Oswalt ve Rieniets’e göre (2007), nüfusu 100 000’in üzerinde olan 370 dünya kenti, son 35 yılda nüfuslarının en az %10’unu kaybetti. Nüfus kaybı Avrupa’da daha belirgin bir şekilde ortaya çıktı. Turok ve Mykhenko’ya (2007) göre, büyük Avrupa kentlerinin %42’sinden fazlası nüfus kaybediyor; Doğu Avrupa’da ise her 4 kentten 3’ünün nüfusu azalıyor. UN-HABITAT (2008) da 1408 adet gelişmekte olan ülke kentinden 143’ünün 1990-2000 döneminde nüfus kaybettiğini belirtiyor.

Bu gelişmeler nedeniyle, kentsel büzülme olgusu hem yerel ve merkezi hükümetlerin hem de mekansal gelişme konularını yönlendiren, politika üreten ve bu konudaki araştırmalara katkı sağlayan uluslararası kurum ve kuruluşların gündemine girdi. Nüfusu daralan kentlerde gündeme gelen sorunları gidermeyi amaçlayan farklı müdahale biçimleri, politikalar ve uygulamalar ortaya çıktı. Peki, hangi politikalar, müdahale biçimleri, uygulama araçları bu kentleri sürdürülebilir bir gelişme çizgisi yakalamaya hazırlayabiliyor? Takip eden bölümde, elde edilen bu deneyimin sunduğu ipuçlarından yararlanarak, büzülen kentler olgusunun bizi kentsel gelişme açısından mevcut bakış açılarımızı gözden geçirmeye ve değiştirmeye zorladığı görüşünü öne süreceğim.

Nüfus Kaybeden Kentlere İlişkin Deneyimin Öğrettikleri

Büzülen kentler olgusu, bizi kentsel gelişme açısından mevcut bakış açılarımızı gözden geçirmeye ve değiştirmeye zorluyor. Bu yazıda bunun iki nedeninden söz edeceğim.

Öncelikle, nüfus kaybeden kentlere yönelik olarak geliştirilen politika ve stratejiler irdelendiğinde, yerel ve merkezi yönetimlerin nüfus kaybeden kentlerin sorunlarına büyüme odaklı kentsel gelişme paradigması ile çözüm arayışlarının oldukça yaygın bir eğilim olduğu görülüyor. Yarışmacı gelişme stratejilerini benimseyen bu çözüm arayışları, bu konuda geliştirilen proje odaklı girişimleri destekleyerek, kentte artı değeri ve rantları artıracak etkinlikleri genişletmeyi hedefliyor. Oysa elde edilen deneyimler, bu tür bir yaklaşımın, nüfus kaybeden kentlere özgü dinamiklerle çeliştiğini, yaşanan sorunları derinleştirdiğini ortaya koyuyor. Nüfus kaybeden kentler üzerine yapılan araştırmalar, bu tür yaklaşımla geliştirilen, politika, müdahale ve uygulamaların başarısızlıkla sonuçlandığı örneklerle dolu. O nedenle, daralan bir nüfusun kentsel gelişme açısından sunduğu olanakları değerlendirmeye olanak veren çözümler önem kazanıyor. Bu, yaşam kalitesini iyileştirmeyi, sosyal, ekonomik ve ekolojik sistemlerin sürdürülebilirliğine öncelik vererek, nüfusu daha küçük ancak daha nitelikli bir kent yaratmayı hedefleyen stratejilere geçiş anlamına geliyor (Hollander ve  Nemeth, 2011). Bunun için tanımlanan projeler, uygulamalar önem kazanıyor.

İkinci neden, nüfusları daralan kentlere ilişkin politika ve stratejilerin ne şekilde geliştirildiğinin ve uygulamaya ne şekilde aktarıldığı ile ilgili. Bu konuda 2 yaklaşım bulunmakta. Bunlardan ilki, yerel ve/veya merkezi yönetimlerin, bu kentlerin gelişimi ile ilgili kararlarda belirleyici olduğu, tepeden belirlenen müdahalelere odaklanan yaklaşım. Bu yaklaşımın benimsendiği pek çok kentte yerel ve/veya merkezi yönetimler, yasal düzenlemelerle kentler üzerindeki rollerini etkinleştirmekte; aynı zamanda, özel sektör ile kurdukları yeni ortaklıklarla kentsel mekanı yeniden üreten bir girişimci olma rollerini de pekiştirmekte. Ancak elde edilen deneyim, girişimci ve kentsel mekanı şekillendirmeye yönelik aşırı müdahaleci ve otoriter tutumların, gündelik yaşamda yaşanan sorunlara çözüm olamadığını, dahası yeni gerilimler yarattığını, uygulamalara tepkileri artırdığını ortaya koyuyor. Bu nedenle, vatandaşı çözümün bir parçası yapmak önem kazanıyor. Bu bağlamda, önerilen ikinci yaklaşım, tabandan gelen çabaların daha yaratıcı olabileceği ve farklı çözümlerin gelişmesine katkı yapabileceğini vurguluyor. Bu kentlere özgü sorunların çözülmesinde toplumun farklı kesimlerini bir araya getirmek; kaynakları harekete geçirmek, güçleri birleştirmek ve çabaların uzun dönem boyunca devamını sağlamak konusunda da kolaylaştırıcı olabildiği vurgulanıyor. Bu durum, yerel ve merkezi yönetimlerin görev ve sorumluluklarının paylaşımında sivil toplumun rolünün yeniden düşünülmesi anlamına geliyor. Bu nedenle de, vatandaşların kendi yaşamları ve yaşadıkların kentlerin gelişimi konusunda söz sahibi olmalarını kolaylaştıracak, dayanışmacı karar verme süreçlerinin gelişmesini destekleyecek düzenlemelerin yapılması önem kazanıyor(Haasse vd., 2012).

Bu değerlendirmelerden de ilenebileceği gibi, nüfusları daralan kentlere ilişkin deneyim, kentsel gelişmeye ilişkin mevcut yaklaşım biçimlerine destek sağlamıyor. Aksine, neoliberal politikalarla desteklenen büyüme odaklı kentsel gelişme paradigmasından kopuşun gerekliliğine işaret ediyor.

 Son Verirken

Tüm dünyada ve Türkiye’de benimsenen neoliberal politikalarla desteklenen, büyüme odaklı kentsel gelişmeyi öne çıkaran söylem biçimi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de benimsenmiş olsa da, bu çerçeveye hapsolmanın getirdiği zayıflık giderek daha fazla ortaya çıkıyor. Nitekim son dönemde bu yaklaşıma yönelik eleştirilerin giderek arttığını, kaygıların ortaya çıktığını, toplumsal tepkilerin arttığını görüyoruz. Bu yazıda sunulan değerlendirmeler de, neoliberal politikalarla desteklenen, büyüme odaklı kentsel gelişme paradigmasının, nüfus kaybeden kentleri ve onların sorunlarını kavramamız ve bu sorunları çözmeye yönelik politika ve plan geliştirilmesi açılarından da yeterli bir çerçeve sunamadığını ortaya koyarak bu eleştirileri destekliyor. Bu tartışmalar, büzülen kentler olgusunun mevcut kentsel gelişme paradigmasını yeniden gözden geçirmeyi ve değiştirmeyi zorunlu kıldığını ortaya koyarken, kentsel gelişme açısından yeni bir çerçevenin gerekli olduğunu vurguluyor.

Kaynakça

Haase, A., Hospers, G-J, Pekelsma, S., Rink, D. (2012).  Shrinking areas: front runners in innovative citizen participation, European Urban Knowledge Network, Amsterdam.

Hollander, J.B. ve Nemeth, J. (2011). The bounds of smart decline: a foundational theory for planning shrinking cities, Housing Policy Debate, 21 (3): 349-367.

Oswalt, P. ve Rienitz, T. (Derleyenler) (2006). Atlas of shrinking cities, Hatje Crantz, Ostfildern.

Özatağan, G. ve Eraydın, A. (2014). The Role of Government Policies and Strategies Behind the Shrinking Urban Core in an Expanding City Region: The Case of Izmir, European Planning Studies, 22 (5): 1027-1047.

Turok, I. ve Mykhnenko, V. (2007). The trajectories of European Cities, 1960–2005, Cities, 24, 3, 165–182.

UN-HABITAT (2008). State of the World’s Cities Harmonious Cities Report 2008/2009, Erişim: http://www.unhabitat.org on 02.03.2009.