İnsanın tarihsel gelişim sürecinde, bireysel yaşamdan toplumsal yaşama geçmesiyle birlikte yeni ihtiyaçları ortaya çıkmıştır. Yeni ihtiyaçlar yeni organizasyonları devreye sokmuş, yeni organizasyonlar çağ değiştiren devrimlere yol açmıştır. Bu devrimlerin içinde günümüze ulaşan yansımalarıyla en önemlisi sanayi devrimidir. Yeni buluşların etkisi ile Batı dünyasının toplumsal yapısı değişmeye başlamış, burjuva sınıfının yanında işçi sınıfının doğuşu gerçekleşmiştir. İşçi sınıfı kavramının gelişim süreci ile birlikte de iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili kavramlar ortaya çıkmıştır.
İş sağlığının gelişim süreci
İş kazaları ile ilgili ilk çalışmalar ve işe bağlı hastalıkların tanımlanma hikayesi M.Ö. 2000’li yıllarda Hammurabi kanunlarıyla başlar, günümüze kadar gelir. Bugün ülkemizde arka arkaya yaşadığımız iş kazaları, iş sağlığı ve güvenliği çalışmalarında Hammurabi’den bu yana önemli bir aşama kat edemediğimizi göstermektedir. En önemli gelişme olsa olsa “abi”likten “dayı”lık sistemine geçmiş olmamızdır.
İş sağlığı ve güvenliği çalışmaları; işçiyi, işvereni, üretimi ve çevreyi korumak amacıyla başlatılmış ve daha sonra bir dizi prensip doğrultusunda sistemli bir hale dönüşmüştür. İş sağlığı ve güvenliği prensipleri bilimin öngördüğü doğa ve akıl kanunları çerçevesinde; yasal zorunluluklar, sınırlamalar ve yaptırımlar doğrultusunda inşa edilmiş olup halen de geliştirilmeye devam edilmektedir.
Aklımıza takılan soru şudur: Bilimsel temele dayalı akılcı prensipler doğrultusunda ortaya konan yasal zorunluluklar, sınırlamalar ve yaptırımlar varken nasıl oluyor da bunca akıl dışı ve insanlık onurunu yerle bir eden iş cinayetleri ardı ardına patlak verebiliyor? Bu sorunun cevabını mantıksal çıkarım kurallarıyla bulmaya çalışalım. İş sağlığı ve güvenliği çalışmaları; işçiyi, işvereni, üretimi ve çevreyi korumak amacıyla yapılmaktadır demiştik. Ancak, bugünün iş dünyasına egemen olan ve vahşi kapitalizmden beslenen güçler, sadece iki faktörü; işvereni ve üretimi korumaya odaklanmıştır. Üstelik bu işveren ve üretim ikilisi, sınır tanımayan bir kar hırsı ile yanıp tutuşmaktadır.
Dört faktörden geriye kalan diğer iki faktörü; işçiyi ve çevreyi korumaya çalışan güçler ise işvereni koruyup kollayan ve sınırsız üretimi bizzat teşvik eden iktidarın karşısında çok cılız kalmaktadır. Sonuçta; işvereni baş tacı yapan, üretimi sınırsızca pompalayan “dayıcılık” prensipleri aşırı kar hırsıyla işçinin ve çevrenin canına okumaktadır. İş sağlığı ve güvenliği çalışmaları da bilimsel prensipler yerine “fıtrat devri” prensiplerine göre yürütülmektedir.
İş sağlığı ve güvenliğinin hedefleri
İş sağlığı ve güvenliğinin öncelikli hedefleri;
• Sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak,
• Çalışanların sağlık ve güvenliğini sağlamak ve geliştirmek,
• Üretimde güvenliği ve devamlılığı sağlamak,
• Üretimin ve hizmetin kalitesini ve verimliliğini artırmaktır.
Kısacası, çalışanları iş kazası ve meslek hastalıklarından korumaktır. İş sağlığı ve güvenliğinin odağında çalışan vardır, işçi vardır, emekçi vardır.
İşyeri ve çalışma koşulları, işyerinin faaliyet alanına göre kimyasal, fiziksel, biyolojik, psikolojik ve sosyal koşulların birkaçını veya tümünü kapsayan koşullardır. Bu koşullar, çalışan üzerinde önemli bir yük oluşturur. Yapılan işin verimi doğrudan doğruya bu yüklenme ile ilgilidir. Çalışanın üzerinde birikici etki yapan bu yüklenmeler eğer iyi kontrol edilip gerekli önlemler alınmazsa, günün birinde mutlaka iş kazası veya meslek hastalığı olarak ortaya çıkar.
Sağlığın tanımı
İş kazaları ve meslek hastalıkları çalışanın sağlığı üzerine doğrudan olumsuz etki yaratan olaylardır. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı sadece sakatlık ve hastalık durumunun olmaması değil, insanın bedenen, ruhen ve sosyal olarak “tam bir iyilik” hali içinde bulunması olarak tanımlar. İş cinayetlerinin sorumlularının ve yetkililerin her cinayet sonrasında yaptığı açıklamalar ve laf eveleme gevelemeleri ise “tam iyilik” hedefi karşısındaki perişanlıkları ve vicdan pörsümeleridir.
İş kazalarının %98’i, meslek hastalıklarının %100’ü gerekli tedbirler alındığı takdirde önlenebilmektedir. İşyerlerinde bulunan sağlık risklerinin saptanması, zararlı etkenlerin belirlenmesi ve bu risklerin ortadan kaldırılması amacıyla teknik düzenlemelerin yapılması, alınması gereken tedbirlerin başında gelir. Ne yazık ki, işçilerin iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı korunması için alınması gereken tedbirler alınmamakta, denetlemeler eksik yapılmakta, eksikliklerin ve yanlışların üstü örtülmektedir.
Toplumsal yaşamın hemen her alanında olduğu gibi “işçilerin iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı korunmalarının sağlanması” konusunda da sorumluluk vatandaşa geçmiştir. Çalıştığımız işyerlerini iş sağlığı ve güvenliği konusunda denetlemek bizzat bizim görevimiz olmalıdır. İş sağlığı ve güvenliği konusunda; tıbbi, teknik, ekonomik, sosyal ve hukuki yönleri ile ilgili bilinçlenme zorunluluğumuz vardır. İşverenin, çalışan temsilcisinin veya temsilcilerinin görevlerini yerine getirebilmeleri için gerekli imkanlar sağlanmalı ve süreç takip edilmelidir. İşin yapılması sırasında gerekli kişisel koruyucu donanımların temini ve kullanımı konusunda azami özen gösterilmelidir.
Sonuç
Çalışmamızın amacı, yaşadığımız hayatın standartlarını yükseltmek ve kalitesini artırmaktır. Ne gariptir ki, çalıştığımız hayat yaşadığımız hayatın standartlarını azaltmakta ve kalitesini düşürmektedir. Bizleri bu durumu kabullenmeye zorlayan ve yanlış inanışlara yönlendiren zırvalara kulaklarımızı tıkamak, işin gerçeğini sorgulamak zorundayız. Hayatı; ister uzun ister kısa, ister yalnız ister kalabalık, ister zengin ister yoksul yaşayalım, yaşam; onurlu, zevkli ve sağlıklı yaşandığı sürece güzeldir. İş sağlığı ve güvenliğimize sahip çıkmak, işimize ve aşımıza sahip çıkmak kadar önemlidir.
*Dr. Göksel Şahiner,
Tıp Doktoru,
dr@gokselsahiner.com.tr