Son 20-30 yıldır dünyada -özellikle gelişmiş ülkeler ve Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi uluslararası örgütler nezdinde- kültür alanına dair bir paradigma değişimi yaşanıyor. Sanatsal ifadeleri de içine alan kültür kavramı, artık kimliğin, anlamın ve değerlerin taşıyıcısı olması dolayısıyla sahip olduğu içsel önemin yanı sıra, kaynağı olduğu kültür endüstrileri vasıtasıyla ülke ekonomilerinin önemli bir parçası olarak da görülüyor.
Kültür endüstrileri, yüksek katma değer yaratma potansiyelleri nedeniyle, son yıllarda özellikle gelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınma stratejilerinin odağına yerleşmeye başladılar. Bu konudaki en somut gelişme Birleşmiş Milletler’in, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri metninde kültüre anahtar bir rol atfetmesidir. Böylelikle, kültürün kalkınmadaki önemli rolü, küresel düzeyde resmen kabul görmüştür.
Dünya genelinde kabul edilen bu yeni yaklaşım, Türkiye’de de, kültür-sanat alanına dair, sanatın özgürlüğü, kültür ve sanata erişim, sanatın maddi olarak desteklenmesi gibi geleneksel paradigmaya ait sorunsalları da ihmal etmeden, yukarıda bahsedilen yeni bakış açısının ürünü olan kültür ekonomisi kavramı odağında da politikalar geliştirilmesi ve söylemler üretilmesi gereğini doğurmaktadır.
Türkiye’de kültür ekonomisinin ülke ekonomisi içindeki yeri
Herhangi bir sektörün katma değer potansiyelini ölçmek için iki farklı ekonomik göstergeye bakmak gerekiyor. Bunlardan biri, o sektörde çalışan her bir kişinin ürettiği ortalama katma değer –yani işgücü verimliliği-, diğeri ise, sektörde üretilen toplam katma değerin ciro içindeki payıdır. Gösteri sanatları, yayıncılık, sinema, televizyon programcılığı, müzik yapımı gibi kültürel sektörler ile Türkiye ekonomisinde bugüne kadar çok fazla önemsenmiş olan inşaat sektörünü bu iki gösterge bakımından karşılaştırdığımızda kültürel sektörlerin her iki bakımdan da önde olduğu görülmektedir.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun en güncel (2014) verilerine göre, örneğin sinema filmi ve televizyon programcılığı alanında işgücü verimliliği yıllık 67.000 TL iken inşaat sektöründe yıllık verimlilik 23.000 TL’dir. İkinci gösterge bakımından bir karşılaştırma yaptığımızda ise, örneğin gösteri sanatları alanında üretilen katma değerin ciro içindeki payı %56 iken, inşaat sektöründe bu oran %14’tür.Yani, gösteri sanatları alanında üretilen her 100 TL’lik cironun 56 TL’si katma değer iken inşaat sektöründe üretilen her 100 TL’lik cironun yalnızca 14 TL’si katma değerdir.
Öte yandan, kültürel sektörlerin ülke ekonomisi içindeki görece büyüklükleri, biz kültür profesyonellerinin arzu ettiği boyutlara ulaşabilmiş değil. Kültür ekonomisini oluşturan sektörlerin katma değer bakımından ülke ekonomisi içindeki toplam payı %0,5 iken, inşaat sektörünün tek başına payı %7 düzeyinde. Hal böyle olunca kültürel sektörlerin yukarıdaki analizden net bir şekilde görülen potansiyellerinin ortaya çıkması mümkün olamıyor.
İnşaat sektörü, sırf hacmi çok büyük olduğu için, ilk bakışta ülke ekonomisine daha fazla fayda sağlayan bir sektör gibi algılanıyor. Oysaki nominal hacimlerden yola çıkarak sektörleri karşılaştırmak, bu sektörlerin reel potansiyellerini anlamak açısından sağlıklı bir değerlendirme değildir. Hacminin büyüklüğü dolayısıyla ürettiği katma değerin de büyük olduğunu vurgulamak ve bu durumu inşaat sektörünü desteklemek için gerekçe göstermek son derece eksik ve yanıltıcı bir argümandır. Örneğin, yukarıda verilerle açıklandığı üzere, gösteri sanatları sektörü, hacmi inşaat sektörünün hacmine denk olacak şekilde desteklense, ülke ekonomisine sağlayacağı katma değer inşaatın sağladığı katma değerin 4 misli olacaktır.
Beklentilerimiz ve gerçeklerimiz
Elbette ki gösteri sanatlarının hacim olarak inşaat sektörüne eşitlenmesi, en azından kısa
ve orta vadede, çok ütopik bir beklentidir. Fakat burada altı çizilmek istenen; sürekli pompalanarak büyümesi teşvik edilen inşaat sektörüne verilen önemin en azından belli bir oranda kültür ekonomisine de verilmesi durumunda kültür ekonomisinden kazanılacak katma değerin çok daha yüksek olacağı gerçeğidir. Bunu yapmanın yolu, bir yandan kültür sanat ürün ve hizmetlerinin üretimine, dağıtımına ve tanıtımına dair sorunları, eksiklikleri ve ihtiyaçları tespit etmek ve bunları karşılayacak çözümler üretmek ve neticesinde arzı çeşitlendirmek ve arttırmak; diğer yandan da toplumun kültür sanata ilgisini artıracak mekanizmalar aracılığıyla talebi geliştirmektir.
AKP hükümeti, sürekli olarak milli gelir bakımından dünya ülkeleri arasında ilk 20’de olmamızla övünüyor. Bu arada, kişi başına milli gelir bakımından 76. sırada olduğumuzdan hiç bahsetmiyor; önümüzdeki yıllarda ilk 10’a gireceğimiz yolunda beklenti oluşturuyor. Böyle bir sıçramanın mümkün olması için ülke ekonomisine yüksek katma değer kazandıracak üretimleri desteklemek gerekir. Bu üretimler de, odağında teknolojiyi ve/veya kültür-sanatı barındıran –yani inovasyon/yaratı içeren- üretimlerdir. Hükümetin bugüne kadarki icraatları ise bu sektörlerin önemini gerçek anlamda kavradıkları ve bu sektörleri büyütmenin ne gibi stratejilerle sağlanabileceğini bildikleri izlenimini yaratmıyor. Durum böyle olduğu sürece gelişmiş ülkeler klasmanında yer almamızı sağlayacak bir ekonomik büyüme boş bir hayal olmanın ötesine gitmeyecektir.
*Dr., Kültür Ekonomisti
fundalena@yahoo.com