2.-Atatürk-ve-Sanat-1024x769

Funda Lena – Cumhuriyet Tarihimizde Değişen Hükümetlerin Değişen Kültür Politikaları

Bu yazıda Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren farklı liderler ve hükümetlerce kültürün bir politika meselesi olarak nasıl ele alındığı, kültür sanat alanına fikri ve maddi ne gibi yatırımlar yapıldığı, sanatın ve toplumun kültürel düzeyinin gelişimine ne derece katkı sağlandığı gibi konuları karşılaştırmalı bir biçimde ele almaya çalışacağım. Bu bağlamda özellikle Cumhuriyet’in ve parlamenter demokrasinin kurucusu olan Atatürk’ün dönemi ile bugün yeni bir sistem kurma hevesinde olan AKP hükümetinin söylem ve uygulamalarını değerlendireceğim.

Atatürk döneminde kültür sanata yaklaşım

1923’te Cumhuriyet’i ilan ettiğinde Gazi Mustafa Kemal’in temel amacı; savaştan yeni çıkmış ve içinde ekonomik, sosyal ve kültürel dengesizlikler barındıran bir toplumu -her kesimini aynı oranda geliştirerek- çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmış bir millet haline getirmekti. Atatürk, böylesine bir dönüşümün temel taşlarından birinin kültür olduğunun ve ancak toplumu oluşturan her bireyin kültürel gelişiminde önemli bir yol kat edilebilirse nihai hedefe ulaşılabileceğinin farkındaydı. Bu nedenle, yaşadığı sürece kültür sanat alanında akıl yürüttü, kapsamlı politikalar üretti ve bu politikaların yurt çapında uygulanması için somut adımlar attı.

Atatürk’ün temel hedefi, sanatın her alanında, içerik bakımından özüne bağlı kalırken teknik açıdan Batı’nın yöntemlerinden faydalanan bir sentez yaratmaktı. Böylelikle çağdaş standartlara uygun yeni bir “milli kültür” oluşturulacaktı. Ona göre kültür ve eğitim, birlikte düşünülmesi gereken kavramlardı. Hem çağdaş Türk sanatçılarının yetiştirilmesi için hem de halkın kültür sanatla ilgili donanımlı hale getirilmesi için eğitimin önemi büyüktü.

Yeni sanatçıların yetiştirilmesine verilen önem kendini ilk olarak şu adımlarda gösterdi: Eski Sanayi-i Nefise Mektebi 1923’ten itibaren Ankara tarafından itibar görmeye başladı ve 1926’da İstanbul’un en güzel saraylarından biri olan Fındıklı’daki Meb’usan Dairesi bu okula devredildi (okulun adı da Güzel Sanatlar Akademisi olarak değişti). Osmanlı’dan devralınan Muzika-ı Hümayun (senfonik orkestra) 1924 yılında Ankara’ya taşındı ve ismi Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası olarak değişti[1]. Bir başka Osmanlı mirası olan Darülelhan (Osmanlı’nın ilk resim müzik okulu) 1926 yılında Belediye’ye devredildi ve ismi de İstanbul Belediye Konservatuarı olarak değişti. 1936’da ise Ankara Devlet Konservatuarı açıldı. Yukarıda sözü edilen sentez kültürün yaratılması için yurt dışından hoca davet edilmesi ve yetenekli sanatçı adaylarının yurt dışına eğitim için gönderilmesi yöntemlerine sıkça başvuruldu.

Halkın kültür sanatla ilgili olarak donanımlı hale gelmesi içinse, 1932 yılında açılan ve devletten uzun yıllar boyunca ciddi düzeyde destek alan “halkevleri” önemli görevler üstlendiler. Anadolu’nun farklı bölgelerine ulaşan ve birer kültür yuvası olarak kurgulanan bu kurumlar, halka sanatın farklı alanlarıyla ilgili eğitimlerin verildiği; barındırdıkları kütüphaneler sayesinde okuma alışkanlığının kazandırılmaya çalışıldığı; tiyatro, konser, sinema gibi etkinliklerin düzenlendiği yerlerdi. 1938 yılına gelindiğinde halkevlerinin sayısı 209’a yükselmiş ve o yıl içinde 3056 konferans, 1164 konser, 1549 temsil düzenlenmiş; 179 sergi açılmıştı. Bu çalışmalara katılan insan sayısının ise 7 milyon civarında olduğu raporlanmıştır.[2] Böylelikle, Atatürk’ün inkılaplarına başladığı 1920’lerin ortalarından ölümüne kadar geçen kısa sürede kültür sanat politikası hedeflerine dair önemli bir yol kat edilmiş olduğu söylenebilir.

Atatürk’ten sonraki Cumhuriyet kültür sanat politikası

Atatürk’ün ölümünden sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, ekonomik ve siyasi alanın yanı sıra kültürel alanda da kendine has politikalar oluşturmaya başladı. Atatürk’ün milli kültür anlayışı yerini İnönü döneminde Latin-Yunan düşüncesine dayanan hümanist kültür yaklaşımına bıraktı. Bu, Batı’nın sadece tekniklerinden faydalanıp özünde Türk kültürüne bağlı kalma fikrindense tamamen Batı kültürüne yaklaşılması anlamına geliyordu. Bu kültürün toplumun tüm katmanlarına yaygınlaştırılması için Atatürk döneminden kalan halkevlerinin yanı sıra 1940’ta kurulan köy enstitüleri ve halkodalarından de yararlanıldı.

İnönü döneminde kültür sanat alanında yapılan diğer bazı atılımlar arasında tiyatro, opera ve bale sanatlarını bünyesinde barındıran Devlet Tiyatroları’nın kurulması ve bu sanat dallarını desteklemek için önemli bütçeler ayrılması göze çarpar. Bu çerçevede, şu anda çürümeye terk edilen AKM’nin temellerinin atılması ile yerli filmlerden alınan belediye vergisinin yabancı filmlerden alınan vergiye kıyasla %50 düşürülerek yerli film yapımının teşvik edilmesi sayılabilir[3].

Atatürk ve İnönü dönemlerinin kültür politikaları içerik olarak farklılık göstermekle birlikte her ikisi de laiklik temeline dayanmaktaydı. Her iki lider döneminde de kültür sanat, daha sonraki dönemlere kıyasla, bir politika meselesi olarak derinlemesine ele alınmıştı. 1923-50 arası bu dönem, tüm diğer alanlarda olduğu gibi kültür alanında da devletçi bir anlayışın egemen olmasından ve kültürün “yukarıda” üretilip “aşağıya” doğru iletilmesinden dolayı zaman zaman eleştirilir. Özellikle İnönü’nün politikaları, toplumun öz değerlerini ve hassasiyetlerini dikkate alan Atatürk yaklaşımının aksine, ona tamamen yabancı olduğu bir kültürü empoze etmeye çalışması bakımından daha fazla eleştiriye hedef olmuştur. Fakat dönemin koşullarında, yani oturmuş bir sanat çevresinin, kültür kurumlarının ve profesyonellerinin bulunmadığı bir ortamda izlenebilecek ideal yolun bu olduğunu savunmak pek de yanlış olmaz. Bu yazı bağlamında asıl önemli olan, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kültürün diğer devlet meseleleri kadar ciddiye alınıp ülkede sanatın yükselmesi ve toplumun kültür seviyesinin laik bir çerçevede geliştirilmesi gayesiyle kültür sanat alanına önemli yatırımlar yapılmış olmasıdır.

1950’de aydınlanmanın sonu

1950’de Demokrat Parti iktidara geldiğinde kültür alanında merkezden idareye dayalı politikalardan tamamen uzaklaşıldı. O güne kadar sayıları 478’e ulaşan halkevleri ve 4322’ye ulaşan halkodaları, yönetim biçimini değiştirmek veya yerine alternatiflerini koymak gibi yollar hiç düşünülmeksizin kapatıldı. 1950-70 arası dönem kültür alanının serbest bırakıldığı, Serhan Ada’nın deyimiyle bir tür “politikasız politika” dönemiydi[4]. Her ne kadar 1963-67 dönemi için hazırlanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda “Batı sanatının yurtta Türk sanatının da dünyada tanıtılması, plastik ve fonetik sanatlar alanında eleman yetiştirilmesi amaçlarının gerçekleştirilmesi için güzel sanatlara önem verilecektir”[5] gibi ifadeler yer almış olsa da bu doğrultuda çok etkin adımlar atıldığı söylenemez.

1970 yılında önemli bir gelişme yaşandı ve ilk kez Kültür Bakanlığı kuruldu. Bu gelişme, o dönem iktidarda olan Demirel hükümetinin kültür sanat politikalarının artık kurumsal bir temele oturtulması, o dönemden itibaren bu alanda sistematik şekilde strateji geliştirilmesi, kültür sanata düzenli olarak bütçe aktarılması gibi niyetleri olduğu şeklinde yorumlanabilir.

1970’lerden 2000’lere kadar geçen sürede Kültür Bakanlığı 1982-1989aralığında Turizm Bakanlığıyla birleştirildikten sonra 1989’da tekrar ayrı bir bakanlık haline getirildi ve 2003’e kadar bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürdü. Kültür sanata ne kadar maddi destek sağlandığının göstergelerinden biri Kültür Bakanlığı bütçesinin genel devlet bütçesi içindeki payıdır. 1975 yılından bu yana mevcut olan bütçe verileri, Kültür Bakanlığı bütçesinin hiçbir zaman 2003 ve sonrasında düştüğü düzeylere düşmediğini gösteriyor. Son 15 yıldır turizm ile birlikte bütünleşik bütçesi %0,5 düzeyine erişemeyen kültürün müstakil bir bakanlık olduğu 1990’larda bütçesinin %0,75lere yaklaştığı dönemler olduğu görülüyor.

1970’lerde değişen hükümetlerin kültür politikaları, milli kültür, ulusal kültür, evrensel kültür kavramları arasında gidip geldi. Farklı yöneticilerden kimi kültürü dini pratiklerle özdeşleştirme eğilimindeyken kimi de onu laiklik anlayışı temeline oturtmaya çalışarak kültür politikaları oluşturdular ve dergi, radyo, TV gibi aracılarla bu politikaları yaygınlaştırmaya çalıştılar. Bu dönemde sadece iktidar partileri değil muhalefet partileri de alternatif kültür politikaları üretmekteydi; sivil toplum da bakanlığa çeşitli öneriler sunmaktaydı.

1970-2000 tarih aralığındaki diğer bazı gelişmeler arasında Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun kurulması; 1980’lerin başında özel tiyatrolara devlet desteği sağlanmaya başlaması; 1986 yılında Türkiye’de sinema ve müzik alanını desteklemek üzere Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu’nun çıkarılması ve buna bağlı olarak bakanlık bünyesinde Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’nün yapılandırılması;1989 yılında ilk güzel sanatlar lisesinin İstanbul’da açılması sayılabilir.

Kültür sanata AKP darbesi

2002 yılında AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin ve bu sürecin 15 yıldır kesintisiz bir biçimde devam etmesinin birçok alanda olduğu gibi kültür sanat alanı üzerinde de önemli etkileri oldu. Öncelikle yukarında belirttiğim gibi, 2003 yılında, yani AKP’nin iktidara gelişinin hemen akabinde, Kültür Bakanlığı Turizm Bakanlığı ile birleştirildi ve bu bakanlığın bütçesi AKP iktidarı süresince geçmiş dönemlere göre hep daha düşük oldu. Son dönemde Kültür ve Turizm bakanlarının söylemlerine baktığımızda, önceliklerinin daha çok turizm olduğu ve kültürün daha ziyade kültür turizmi bağlamında değerlendirildiği yorumunu yapmak yanlış olmaz. 2013’te yayınlanan Türkiye’nin Ulusal Kültür Politikası metni başta olmak üzere, birçok belgede ve siyasilerin söylemlerinde “kültürün Türkiye’nin tanıtımının bir aracı” olduğunun sıkça ifade ediliyor olması da bu yorumu destekliyor. Yani kültür sanatın, AKP hükümeti döneminde, bir politika konusu olarak önceki dönemlere göre gündemin daha arka sıralarına düştüğü söylenebilir.

Kültürü -geniş tanımıyla- tüm yaşam pratiklerini kapsayan bir kavram olarak ele alırsak, aslında AKP’nin muhafazakar temellere dayalı bir yaşam kültürü yaratma niyeti her zaman vardı diyebiliriz. AKP’nin, bu muhafazakar kültürü toplumun geneline yaymayı başaramamış olmakla birlikte, bu kültüre dahil olmayan yaşam tarzlarının bastırılması yönünde çeşitli eylemleri hep olageldi. Kültür kavramını önceki hükümetleri değerlendirirken yaptığımız gibi sanat ve kültür sektörü bağlamında ele aldığımızda ise AKP hükümetlerinin kültür politikası yapımı ve uygulaması bakımından zayıf kaldığını, toplum ve sanatçı yararına pek bir faaliyeti olmadığını söyleyebiliriz.

Zaten sanatın aslında dışlanmak istenen bir olgu olduğu, Erdoğan’ın sanata bakışını ortaya koyan söylemlerinden okunabilir. Kuruluşundan beri partideki tek söz sahibi olduğunu kolaylıkla iddia edebileceğimiz Erdoğan’ın bakış açısı ister istemez 2002’den beri süregelen sanat politikalarının da temelini oluşturuyor. Çıplak kadın heykeline “tükürürüm böyle sanatın içine” diyen, balerinlerin kıyafetlerini hatta bale sanatını “uygunsuz” bulan görüşler temelde bu bakış açısının ürünü.

Kültür ve Turizm Bakanlığının, zaman zaman da Başbakanlığın ilk bakışta kültür politikasına ilişkin eylemlermiş gibi görünen adımları ise aslında çoğunlukla “mış gibi” yapmaktan ibaret. Örneğin, yukarıda sözü edilen Ulusal Kültür Politikası metni Türkiye’nin ilk yazılı kültür politikası olması dolayısıyla ilk bakışta AKP’nin bu alandaki önemli bir adımı olarak görülebilir. Ancak söz konusu metnin hazırlanış biçimi ve içeriği bakımından eleştiriye çok açık bir belge olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Öncelikle, bugün Türkiye’de geçmişe oranla görece gelişmiş bir kültür sektörü ve birçok uzman kültür profesyoneli bulunmasına ve artık dünyada politika yapım süreçleri yönetişim prensibine dayanıyor olmasına rağmen, ulusal politika belgesi hazırlanırken bu yaklaşım benimsenmedi. Hem bu sebepten hem de –tahminimce- metni hazırlayan kişilerin yetersizliklerinden ötürü, ortaya çıkan belge, bir politika belgesinden çok bir faaliyet raporuna benzeyen ve kültür sektörünün ihtiyaçlarına ve gelişimine yönelik bir içerikten yoksun olan atıl bir metin olarak kalmış durumda.

2016 yılında dönemin başbakanı Davutoğlu tarafından açıklanan Kültürel Kalkınma Paketi de ilk bakışta günümüzde dünyada kabul görmeye başlayan kültür-kalkınma ilişkisini dikkate alan bir adım olarak görülse de icraatta bugüne kadar bir karşılık bulduğu söylenemez.

Bakanlığın bütçe dağılımına baktığımızda en büyük paraların kültür varlıklarının restorasyonuna harcandığını görüyoruz. Restorasyonların ne kadar bilinçsizce ve mirası korumaktan ziyade bozmak şeklinde yapıldığı ise basında ve sosyal medyada gördüğümüz öncesi/sonrası fotoğraflarından hepimizin malumu[6].

AKP hükümeti tarafında teşebbüs edilen önemli adımlardan bir diğeri ise Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesini lağvetmeyi öngören TÜSAK yasa tasarısı. Bu yasanın yürürlüğe girmesi halinde, sanat üretimine sağlanacak destekler sözde özerk bir yapıya bırakılarak bazı sanat dalları yok olmaya yüz tutacaktır. Ayrıca bu yapıdan, hükümete ufacık da olsa muhalefet etmiş sanatçı ve sanat kurumlarının destek alamayacağı, Gezi Parkı eylemlerine destek veren tiyatroların ödeneklerinin kesilmesi, muhalif sanatçıların Şehir Tiyatrolarından, AKP belediyelerinin etkinliklerinden, TRT’den ve hatta özel TV kanallarından dışlanması örneklerine bakılarak rahatlıkla tahmin edilebilir.

AKP’nin sanata karşı yıkıcı eylem ve söylemlerinin örnekleri çoğaltılabilir. Fakat ben konuyu burada, 94 yıllık Cumhuriyet tarihimiz süresince“Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir”[7] diyen Atatürk’ün Türkiye’sinden “dindar ve kindar nesiller yetiştirmek istiyoruz” diyen Erdoğan Türkiye’sine gelmiş olduğumuza vurgu yaparak noktalamak istiyorum.

Özellikle altını çizmek istediğim bir nokta da, bu gidişatı geri döndürmek için muhalefet partilerine, özellikle Atatürk’ün partisi olmakla övünen CHP’ye çok önemli görevler düştüğüdür. CHP, kültür ve sanatı bir politika meselesi olarak ciddiye almalı; AKP’nin icraatlarına karşı sistematik eleştirel söylemler üretmeli; iktidar olmayı beklemeden sanatçılar ve kültür profesyonelleriyle işbirliği içinde kendi alternatif kültür politikasını uygulamaya başlamalıdır.

[1]Katoğlu, M (2009). Cumhuriyet döneminde yüksek kültürün kamu hizmeti olarak kurumlaşması. Türkiye’de kültür politikalarına giriş.ss. 25-79. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

[2]Uluskan, S. B. (2010).Atatürk’ün sosyal ve kültür politikaları. Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara.

[3]Şeker, K (2006). İnönü dönemi kültür hayatı (1938-1950). Doktora tezi.

[4] Ada, S. (2009). Bir yeni kültür politikası için. Türkiye’de kültür politikalarına giriş. ss. 81-109. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

[5] T.C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı (1963). Kalkınma Planı (Birinci Beş Yıl) 1963-1967. s. 461

[6] Bkz. Şile’deki Ocaklı Ada kalesi, Fındıklı’daki Süheyl Bey Camii, Kaş’taki Antiphellos Antik Tiyatrosu vb.

[7] 4 Şubat 1935, Milletvekili Seçimi Dolayısıyla Millete Beyanname. Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, C. IV, TTK, Ankara 1991, s. 641.

 

*Funda LENA
Dr., Kültür Ekonomisti
fundalena@yahoo.com