Ertan Aksoy – Kapitalizm, AKP ve COVID-19

Korona virüs yaklaşık üç ayda dünya turunu tamamladı. Beş kıtaya yayıldı. Milyarlarca insanı eve kapattı. Milyarlarcasına maske taktırdı. Ama önemli bir şey daha yaptı: Neoliberal kapitalizmin sömürücü yanını meşrulaştırmak için, her daim yüzünde olan güler yüz maskesini düşürdü. Bütün dünya gördü ki kapitalizmin, yılın tek bir çeyreğinde bile büyümemeye tahammülü yok. Aman ekonomide küçülme olmasın diye, en gelişmiş ülkeler bile hızlıca normalleşme arayışlarına girdi. Onların açtığı bu psikolojik alan, bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerin popülist iktidarlarına da fırsat verdi.

Kapitalist sistemi kurtarma çabaları

Tüm dünyada, kapitalist sistem zarar görmesin diye kurtarma paketleri açıklandı. Bunların en büyüğü ABD’den geldi. Kamu kaynakları ile oluşturulan bu yardımlar, şirketler arasında pay edildi. ABD’de Trump yönetimi tarafından düzenlenen ve kamusal muhalefete rağmen geçirilen CARES Yasası veya Türkiye’de Berat Albayrak tarafından duyurulan 200 milyar TL’lik korona virüs yardımı seçkin şirketler arasında pay edilirken, emek cephesine düşen bir şey olmadı. Zaten işlerinden çıkarılmıyor olmaları, onlara bahşedilmiş en önemli lütuftu.

Türkiye, tarihinin en ağır krizinden ufukta belirgin bir çıkış reçetesi olmaksızın geçerken, COVID-19 salgınının en fazla tahribat yaratacağı ülkelerden biri olmaya da aday. Kapitalizmin, piyasa düzeninin irrasyonellikleri dünyanın her yerinde salgının neden olduğu insani yıkımı artırıyor. Buna karşın Türkiye, yaklaşık iki yıldır ertelemelerle ve top çevirmelerle idare edilmeye çalışarak, Katar’dan gelecek dolarlarla kağıt üzerinde durumu kotarmayı öncelik olarak alıyor.

Doğrulanmış COVID-19 vaka sayısı bakımından Çin’i ve İran’ı geride bırakan Türkiye, Asya’da en çok vakaya sahip ülke oldu. Başından itibaren hükümetin önceliği üretimi, ihracatı ve karları korumak amacıyla zorunlu olmayan sektörlerde işçilerin çalışmaya devam etmesini sağlamak olduğu için, işçiler toplumda salgından en sert etkilenen kesim oldu. COVID-19’un giderek bir işçi sınıfı hastalığı haline geldiğini söyleyebiliriz. Çünkü bankaların ve büyük şirketlerin çıkarları korunurken, “üretmeye mecburuz” anlayışıyla çarklar dönmeye devam etti. Bunu GSM şirketlerinin yayınladığı abonelerinin hareketlilik haritalarından da teyit edebiliyoruz. Varlıklı semtlerde oturanlar evlerinde kalırken yoksul semtlerde oturanların dışarıda olduğu görüldü. Zenginler, ünlüler, sanatçılar, evlerinin bahçesinden video çekerek “aman evde kalın” diye akıl vermeye kalkarken dikkate almadıkları durum, garibanın ekmeğini kazanması için dışarı çıkmak zorunda olduğuydu. Özetle, gariban için dışarısı tercih değil zorunluluktu.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Nisan ayının ortasında NTV’de, hükümetin daha uzun bir karantina kararını reddetmesini, “Bunun ekonomiye maliyeti çok daha ağır olurdu,” diyerek açıklamıştı. Bu, eşi görülmemiş bir salgın krizinin ortasında sermaye sahiplerinin çıkarlarını korumak için binlerce işçinin yaşamının riske edilebileceği anlamına da gelmektedir.

Yaşamsal alanlar dışında hayatı durdurma kararının alınmamasının önemli nedenlerinden biri, çok açık ki “salgın fırsatçılığı” yapmak. Demografik faktörlere güvenerek, yani yaşlı nüfusu daha yüksek ülkelerdeki ölüm sayılarını gösterip Türkiye’de ne kadar az ölüm olduğuna dair manipülasyon yapmak başka ne ile açıklanabilir? Bu fırsatçılığın; siyasi iktidarın sürecin başından bu yana yaptığı açıklamalara, hazırlanan ekonomi paketine ve ek önlemlere, Merkez Bankası kararlarına damga vurduğu görülüyor. Fırsatçılığın bir boyutu, mümkün olan sektörlerde gerekirse stoğa üretim yapmak, bozulan tedarik zincirlerinde rakiplerden pazar kapmak, temel ihtiyaçlar dışında da iç talebi uyarmak ve karşılamak. Diğer boyutu ise -otomotiv, tekstil başta olmak üzere- bir dizi sektörde ve özellikle dış pazarda talebin çok keskin inişler göstermesi nedeniyle faaliyet hacminin çok düşmesine rağmen “kapatma” kararı almayarak sermaye sınıfına “esneklik” sağlamak oluşturuyor. Yıllık izinler, ücretsiz izinler, çalışma saatlerini azaltıp ücret indirmeler ve tabii işten çıkarmalarla geçen üç ayın ardından fiilen kapatma noktasına gelen sermaye kuruluşlarını rahatlatmak için “ücretsiz izin” yaygın uygulama haline getiriliyor.

Krizden pay çıkarma fırsatçılığı

AKP’nin gayri resmi strateji planı olan “kriz fırsatçılığına” sadece ekonomide değil, iç politikadan dış politikaya kadar birçok kez tanıklık etmiştik. İki yıldır kapıda olan ve çemberin her geçen gün daraldığı ekonomik krizde, bu sefer sistemin emniyet supaplarının manevra alanının iyice daraldığını görmekteyiz. Bunun en iyi örneği, dünyanın birçok ülkesinde doğalgaz ve elektrik faturaları için devletler kısmi yardımlar sağlarken, Türkiye’de dağıtım şirketlerinin nakit akışlarını garantiye alacak “emsal fatura” düzenlemelerinin hayata geçirilmesidir. Şu anda elektrik ve doğalgaz dağıtım şirketlerinin borç yükünün kamu tarafından üstlenilmiş olması yetmiyormuş gibi, emsal fatura düzenlemeleri ile dağıtım şirketlerinin karlılığı dar gelirli ve yoksul vatandaşların sırtından garanti altına alındı. Zaten şımarıkça harcanmış kamu kaynakları tükenme noktasına gelmişken ve COVID-19 krizi ile yoksul olan halk açlıkla sınanacak seviyedeyken, mevcut kaynaklar da, bu yolardan, şirketlerin gemisini yüzdürmek için kullanıldı.

Ekonomi yönetiminde tablo bu şekildeyken, hastalığa karşı korunmak için en basit önlem olan maske temini süreci bile doğru bir şekilde yönetilemedi. AKP iktidarı basit bir tekstil üretimi olan bez maskeleri, salgının 3. ayı olmasına rağmen hala vatandaşların tümüe ulaştırmayı başarabilmiş değil. Posta yoluyla veya “sms” aracılığıyla eczanelerden temin edilmesi sürecinde ciddi bir şekilde başarısızlığa uğrayan AKP, dünya ekonomisinin lokomotifi niteliğindeki ülkelere “itibardan tasarruf olmaz” diyerek milyonlarca maske yardımı gerçekleştirdi. Unutmayalım ki bu yardımların gitmeye başladığı salgının ilk aylarında, sağlık personellerine dahi maske, siperlik ve tulum temininde yaşanılan aksaklıkları Türk Tabipler Birliği beyan etmişti.

AKP, kurulduğu günden itibaren kriz üzerinden bir başarı öyküsü inşa etmeye çalışmış ve bunda göreceli olarak da başarılı olmuştur. Fakat yine de COVID-19 krizinden gerçek bir başarı öyküsü yazması mümkün değildir. AKP tarafından domine edilen Türkiye medyasının %95’inde COVID-19’a karşı Erdoğan ve iktidarının “başarılı” mücadelesi anlatılsa da başarısızlığın ve yönetilemezliğin tablosu açık bir şekilde ortada. AKP de havuz medyası propagandasına çok itibar etmiyor olacak ki, bütün dünyayı etkisi altına almış pandemi yerine darbe dedikoduları, diyanet tartışmaları ve “Ayasofya cami olsun mu olmasın mı” tartışmalarıyla gündemi manipüle etme çabası içerisinde.

Bütün bu çabalara rağmen, AKP iktidarının pandemiyle mücadelede sınıfta kaldığını gösteren çok sayıda veri mevcut. Bunlardan bir tanesi de Aksoy Araştırma tarafından yayımlanan raporda. Rapora göre 1 Haziran’da başlayan normalleşme kararının alınmasının temel nedeni olarak sürecin başarılı yönetimi değil, ekonomik gidişat görülmekte. Türkiye genelinde vatandaşların %74’ü açıklanan normalleşme kararlarının temel nedeni olarak ekonomiyi işaret etmekte. Bu oran AKP’ye oy vermiş seçmen içerisinde bile %56,2 seviyesinde.

Yine aynı araştırmada, “Bir görüş normalleşme sürecinin salgını daha da yaygınlaştıracağını savunurken, bir görüş ise daha fazla işsizlik oluşmaması ve ekonominin kötüye gitmemesi için bu normalleşmeye ihtiyaç olduğunu ifade etmektedir. Sizin görüşünüz bunlardan hangisine yakındır?” sorusu sorulduğunda Türkiye genelinde %53,7 kararı desteklemediğini ve normalleşme kararının salgının yayılmasına neden olacağını söylüyor. Aynı soru AKP seçmenine sorulduğunda ise, %40,2’si karara karşı olduğunu belirtiyor.

AKP iktidarı bu sefer bir başarı öyküsü yazmaktan çok uzakta. Muhtemel olan erken seçimde ise şimdiye kadar çıkarlarını koruduğu şirketlerin patronları bile AKP iktidarını koruyamayacak. Söz hakkının, canını riske atarak fabrikalarda çalışan işçilere, sokaklarda artık yemek toplayan yoksullara, işinden olanlara, iş bulamayanlara, ayın sonunu getiremeyen emekli ve memurlara gelmesine çok az kaldı. Son olarak yazımı bir teşekkürle tamamlamak isterim. Bu süreçte toplumu korumak amacıyla emek veren, çaba gösteren, canını riske eden herkese ama herkese, mesleğinden ve yaptığı işin öneminden bağımsız olarak şükranlarımı sunarım. Bir koca teşekkür de bu emsalsiz sağlık ordusunu kuran, bu topraklarda bilimin yeşermesine imkan veren Cumhuriyet’in kurucusuna ve kurucularına… Düşünsenize; ya olmasalardı!

*Ertan AKSOY
SODEV Başkanı
e.aksoy@sodev.org.tr