Erol Kızılelma – Polemik – Demokrasi ve Özgürlüklerin Geliştirilmesi için Demokrasi Güçlerinin Birliği

Erol Kızılelma

 

 

 

 

[huge_it_share]

Bir polemik sayfasıyla yeniden merhaba, Dört yıl boyunca dergimizin Sosyal Demokrat’tan bölümünde siz okurlarımızla birlikteydim. Derginin kapağını açtığınızda benimle karşılaştınız. 2015 yılında dergide bazı yenilikler yapalım denildi. Benden de bir polemik sayfası hazırlamam istendi. Esasen sosyal medyada birkaç satırla, hadi bilemediniz birkaç paragrafla böyle denemelerim olmadı değil. Burada da, benim üslubumla, kimseyi kırmadan, üzmeden, yaşanan süreçlere zarar vermeden, aksine kamuoyunu ve politikaları olumlu etkileyecek bir katkımız olursa seviniriz.

Türkiye, dinamik bir süreç yaşayan ama dinamik bir yapı sergilemeyen bir topluma sahip. Yaşanan olaylar öyle baş döndürücü bir hıza sahip ki, bizler de bu hıza ayak uyduramayıp tevekkülle bekler olduk herhalde. Bu düzen değişmelidir diye ayağa kalkmamız, baş kaldırmamız gereken bir dönem aslında. Ama düzenin temsilcileri, öyle kafa karıştırıyorlar, insanı öyle ambale ediyorlar ki, biz insancıkların düzene kafa kaldıracak halimiz kalmıyor. Kafaları allak bullak edip, gemisini yürüten kaptan misali düzenlerini sürdürenler, insanlara değer olarak kabul ettirilmiş her şeyi istismar ediyor; onlara dönük bir silah olarak kullanıyorlar. Ahlak anlayışı, milliyetçilik, dini duygular, vb.

Demokrasilerde, iktidarlara alternatif oluşturma, yanlış uygulamalarda muhalefet etme konusunda – tek olmasa da – en önemli enstrüman siyasi partiler. İyileşmesi için çaba gösterelim, göstermeyelim, hepimiz CHP’nin kötü yönetildiğinden hep şikayetçi olduk. Hem örgütsel, hem ideolojik tahribat o kadar yüksek ki, mesafe almak zor oluyor. Bu çerçevede, İstanbul’a Murat Karayalçın’ın il başkanı olarak atanmasının dikkate alınması gerekir. Karayalçın’ın kişiliği, daha önceki üst düzey görevleri dikkate alındığında, yüklendiği bu görevde de belli bir misyonu üstlenme konusunda iddialı olduğu görülüyor. “Gezi gibi asi meydanlardan kent muhalefeti yükseliyor” diyen Karayalçın’ın, “Bu sesi seçim programına taşımak görevi de benim” demesi önemli. Başarılar diliyoruz.

AKP İktidarının Özeti: Yolsuzluklar ve Baskı

2014’ü bitirirken diğer bir önemli olay da, AKP’nin bulaştığı büyük yolsuzluk olaylarının ortaya saçıldığı bir dönemin sembolü olmuş olan 17-25 Aralık tarihleri arasının Yolsuzlukla Mücadele Haftası olarak değerlendirilmesidir. AKP’nin bütün üstünü örtme çabalarına rağmen, kamuoyunda yeterli algının oluştuğunu düşünüyorum. Bu arada SODEV’in çağrısıyla oluşturulan Yolsuzlukla Mücadele Platformu’nun da yolsuzluk konularının takibi açısından önemli bir görev üstlenebileceği düşünülmelidir. Eğer bir iktidarın artık meşruiyetini kaybettiğini, ülkeyi yönetemediğini, yolsuzluk batağına saplandığını ve giderek artan oranda baskıcı bir yönetimi benimsediğini düşünüyorsanız, her platformda onunla ayrı ayrı mücadele biçimleri geliştirmek zorundasınız.

AKP iktidarı, ne niyetle olursa olsun kendisine destek olmuş birçok kesim gözünde de güvenilirliğini yitirdi. Görülüyor ki, bütün yapmak istedikleri mevcut düzeni sürdürebilmek ve hesap vermekten kaçabilmek. Yoksa, özgürlükleri ve demokrasiyi genişletmek gibi bir dertleri yok. Hala bu yönetimden umut besleyenler varsa, kimse kendini kandırmasın derim. Üstelik, daha zor günlerin kapıda olduğunu fark ettiklerini umarım. Huyundan mı, suyundan mı, yoksa fıtratından mı? İktidarın bulaşmadığı çirkin ilişki kalmadı. Artık Tayyip Erdoğan’ın, başkalarının fıtratından veya cibilliyetinden söz etmeye yüzü olmasa gerek.

Umudumuz 2015 seçimlerinde

2015’e “Müslümanlar yılbaşı kutlamaz” manşetleriyle, ama buna rağmen yine de umutlarla girdik. 2015’te önemli bir seçim var. Ya “artık yeter” diyeceğiz; haksızlıklara, hukuksuzluklara son vereceğiz; ülkemizi yine demokratikleşme yoluna sokacağız; haksızlık yapanlardan hesap soracağız ya da toplumca büyük bir fatura ödemeye sürükleneceğiz. Burada CHP’ye önemli görevler düşüyor. Ama şimdi, yazının bu yerinde, önemli bir konuya değineceğim. AKP’nin iktidara gelmesinde bazı liberallerimizin ve hatta soldan uzaklaşmış olanların önemli katkısı olmuştu. CHP düşmanlığı bunların ortak özelliği. AKP’yi daha demokrat ve özgürlükçü bulan bu muhteremlerin başımıza neler gelmesine sebep oldukları bir süre sonra ortaya çıktı. Elbirliğiyle bir canavar yarattılar. Elbette CHP konusundaki bazı eleştirilerde haklıydılar. Zaten onları bizler de dile getiriyoruz. Ama bunun CHP düşmanlığına dönüşmesini anlamak mümkün değildir. Neyse, bir süre sonra AKP’nin ipliği pazara çıkınca, artık AKP yandaşı görünmekten utanır oldular. Ama şimdi bir başka tezgahın içine girdi bazıları. HDP’nin barajı geçmesine destek olma bahanesiyle, AKP karşısında oluşması gereken geniş bir güçbirliğini baltalama çabasındalar. Yine kullandıkları enstrüman CHP düşmanlığı. Bu ne habis bir duygudur ki, AKP tarafından oluşturulan diktatörlükle mücadelenin gereklerini bile görmezden gelmelerine neden oluyor. Elbette HDP bağımsız bir siyasi oluşumdur. Solda veya değil. Ayrıca onun tek başına seçime girmek istemesi çok da saygı duyulması gereken bir istektir. Üstelik barajı geçmesi durumunda AKP’nin emellerimi büyük oranda sekteye uğratacağı da bir gerçek. Ama bunun yolu CHP düşmanlığı değil. Bu söylediğim, tersi için de geçerli. Yani CHP, HDP ile seçim ittifakını yararlı görmeyebilir. Ama bu, HDP düşmanlığına sebep olmamalıdır. Hem AKP diktatörlüğüne karşı mücadelede hem de daha sonra diktatörlüğün sebep olduğu tahribatı giderip özgürlükçü ve demokratik bir Türkiye’nin hazırlanmasında bu siyasetler arasında güçbirliğinin hayati öneme sahip olduğu görülmelidir.

HDP Başkanı Selahattin Demirtaş da, kışkırtıcı, CHP düşmanı liberallerin söylemine ayak uydurup “CHP ile defteri çoktan kapattık. CHP artık sol bir parti değildir” demiş. Tam da, Türkiye’nin doludizgin diktatörlüğe doğru koştuğu bir dönemde, sorumluluk duyan herkesin, “diktatörlüğü önleyebilmek için omuz omuza birlikte mücadele verilmelidir, güç birliği yapılması zorunludur” diye bir çabanın içinde olduğu sırada söylenen bu söz üzerine bir yorum yapalım.

Selahattin Demirtaş, günümüzün beğenilen politikacılarından. Nesini beğeniyorlar, derseniz; öncelikle genç siyasetçiye hasret kalınmıştı. Ayrıca güler yüzlü, hazır cevap, düzgün cümle kurabilen birisi. Syriza örneğinde olduğu gibi, lider olarak ilgi çekmesi yadırganmamalı. Ama dileğimiz, kendisine duyulan sempatinin başını döndürmemesi.

Bu çerçevede, yukarıda belirttiğimiz sözü söylemiş olması bizi endişelendirdi. Bu söz iki boyutta ele alınmalı; hem CHP açısından hem de HDP açısından. Diyelim CHP sol bir parti değil, hadi yine diyelim HDP sol bir parti; bu durum, diktatörlüğe karşı mücadelede güç birliğinin, iş birliğinin önünde bir engel midir? Kaldı ki, hem CHP’nin, hem HDP’nin sol parti olma konusunda epey çaba göstermeleri gerekmekte. CHP örgütünün böyle bir çaba içinde olduğunu yakından biliyorum.

CHP, Cumhuriyet’in kuruluşunda ve demokrasisinin geliştirilmesinde önemli bir fonksiyon üstlenmiş bir partidir. Elbette, bu süreç boyunca önceleri bir devlet partisiyken kendi kimliğini de geliştirme çabası içinde olmuştur. CHP’nin gerçek bir sosyal demokrat parti olamamasında ülkemizin yaşadığı darbeler sürecinin olduğu kadar, partinin çok kötü yönetilmesinin de etkisi olmuştur.

HDP’nin seçime girmemesini istemek ne kadar yanlışsa, diktatörlüğe karşı bir arada olması gereken kesimler arasına nifak sokmak da o kadar yanlıştır. Soygun düzenini bir diktatörlükle sürdürme çabalarına yardımcı olmak anlamı taşımaktadır.

Diktatörlükle mücadele için güç birliği

Diktatörlüğün geriletilememesi durumunda, kısa vadede ne demokratikleşme, ne Kürt sorununu çözümü, iç barışın sağlanması, ne de soygun düzeninin değiştirilmesi söz konusu olabilecektir. Ayrıca hepimize ağır bir fatura sunulacaktır. Sorumluluk duyanlara çağrımdır; biz yine de, bu güçbirliğinin yapılabilmesi için elimizden gelen çabayı gösterelim.

Güçbirliğinin önemi doğrultusunda bu konuya geniş yer ayırdık. Ama Ocak ayı içinde yaşanan çok önemli gelişmelere de bir göz atalım. Öncelikle ağır bir rahatsızlık nedeniyle yoğun bakımda olan değerli yazarımız Yaşar Kemal için acil şifalar dileğinde bulunalım. Ses sanatçısı Müzeyyen Senar’ın kaybı ise büyük üzüntü yarattı. Sanat yaşamı neredeyse Cumhuriyetle yaşıt olan Müzeyyen Senar’ın nağmeleri, bir çoğumuzun yaşanmış anıları ile yüklü. İster istemez insan tüm geçmişini bir kez daha yaşıyor.

Charlie Hebdo – Dünya ağır bir travma yaşadı

Ocak ayı içinde, bütün dünyayı sarsan bir olay yaşandı. Charlie Hebdo baskını. Fransız mizah dergisi, onun düşüncesine katılmayan İslamcı militanlar tarafından basılıp çok sayıda karikatürist katledildi. Lanetlenen bu olay bize, laikliğin demokrasinin olmazsa olmaz bir koşulu olduğunu da bir kez daha hatırlattı. İnançlara saygı adı altında özgürlüklerin ve demokrasinin nasıl kısıtlanmak istendiğini gözler önüne serdi. Nereden gelirse gelsin hiçbir inanç, fanatizm, terör ve vahşet demokrasiyi geriletememeli; düşünce özgürlüğünü tehdit edememeli. Buna izin vermemeliyiz.

Bu olayla ilgili olarak Tayyip Erdoğan’ın, “Efendim onlar ateist. Olabilir, eğer ateistse benim kutsalıma saygı duyacak. Duymuyorsa bunun toplumu tahrik anlamına gelir ki, tahrik de bir suçtur.” sözü, toplumun bir kesimini diğer kesimine karşı tahrik etmektir. “Herkesin Cumhurbaşkanı” olması gereken kişi, bu ülkedeki ateistlerin de veya başka dinlere mensup olanların da Cumhurbaşkanıdır. Bunların bir kısmına öz evlat, diğerlerine üvey evlat muamelesi yapamaz. Bu ülkede sanki ateistlere veya “gavur” diye nitelendirilen diğer dinlerden olanlara saygı gösteriliyormuş gibi, onları bir de, İslama saygısızlıkla suçlayıp bağnaz dinci gruplara hedef diye göstermek büyük bir suçtur.

Burada dikkatinizi çekmek isterim; Türkiye, kuruluşunda hedeflediği Batı uygarlığına artık sırtını döndü, demokrasi ve özgürlükleri yaşayan çağdaş bir toplum yaratmak yerine koyu bir taassuba sokulmuş, baskı altında tutulan ve sürekli soyulan çağdışı bir toplum hedef seçildi. İktidardan cesaret alan güçler Cumhuriyet Gazetesi önünde bir tehdit gösterisi yaptılar. Açtıkları pankartlardan birinde “Sizin sınırsız ifade özgürlüğünüz varsa, bu ümmetin de sınırsız eylem yapma özgürlüğü vardır. Bu ümmetin sabrını zorladığınız her yerde ölüme hazır olun. Muhakkak bizim peygamberimize ve kutsallarımıza hakaret edenlere cevap verecek aslan yürekli yiğitler vardır. Unutmazlar, sadece uygun zamana bırakırlar” ifadeleri yer aldı.

SYRIZA ve Türkiye’de Sosyal Demokrasi

Yaşadığımız bu iç karartıcı süreçte, Yunanistan’da yapılan seçimlerde başarı kazanan Syriza hepimize bir umut aşıladı. Neredeyse bütün Güney Avrupa’da sol rüzgarların esmesine neden olduğu gibi ülkemizde de her siyasi çevre kendisini Syriza ile özdeşleştirmekte yarıştı.

Evet, gerçekten Türkiye, sorunları dramatik boyutlara ulaşmış bir ülke. Bu sorunlara, ortayolcu politikalarla çözüm bulamayız. Radikal sol politikalara ihtiyaç var. İşte şimdi gerçek sosyal demokrat bir CHP’ye ihtiyaç var. CHP’nin devrimci okunu yaşama geçirmeye ihtiyaç var.

CHP buna hazır mı? Tabanın söz ve karar sahibi olması sağlanmadan sol parti olunamaz. “Sol parti” olmadan da umut olunamaz. CHP’de önseçim zorunluluktur. Diktatörlüğe yürüyen bir iktidarla mücadeleyi yükseltebilmek için örgütün motivasyonunda en etkili araç önseçimdir. Partiyi gerçek anlamda halkın partisi yapacak olan, halkın nabzını tutabilen temsilcileri belirleyecek olan önseçimdir. Parti içi demokrasiyi önemsemeyen, örgütün seçeceği adayları küçümseyen parti sol parti olamaz. Bugünün şartlarında antidemokratik uygulamalarla, diktatörlükle mücadele edebilmek, soygun düzenini değiştirebilmek için de “sol parti” olmaya gerek vardır. Umarım CHP yöneticileri de, uygulanacak yaygın ve etkin bir önseçimin partiye bir heyecan ve canlılık getireceğinin, 3-5 artı puan kazandıracağının bilincindedir.

Daha söyleyecek çok sözümüz var aslında, ama bir kısmını gelecek sayılara bırakalım. Sizin sabrınızı zorlamadan, birkaç konuyu daha not olarak eklemek isterim. Öncelikle Ocak ayı içinde kaybettiğimiz Aydın Güven Gürkan ve İsmail Cem ile yine bu ay içinde gerici faşist güçlerce katledilen Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Metin Göktepe, ve Hrant Dink’i sevgiyle anıyorum.

Birleşik Metal İş’in 15 bin işçi için başlattığı ve iktidarca engellenmek istenen büyük grevi coşku ile selamlıyorum. AKP iktidarı tarafından muhaliflerine karşı sürdürülen haksız ve hukuksuz uygulamaları kınıyorum. Yolsuzluklarla şaibeli iktidarın baskıcı politikalarını görmezden gelenlere, yolsuzlukların üstünün örtülmesine, hukukun çökertilmesine ses çıkarmayanlara, attığı tweet mesajı nedeniyle gözaltına alınan ve hakkında dava açılan gazeteci Sedef Kabaş’la dayanışma göstermeyenlere, diktatörlükle mücadelede zorunlu olan demokrasi ve özgürlüklerden yana olanların güçbirliğine duyarsız kalanlara yazıklar olsun sizin körelmiş vicdanlarınıza diyorum…

Dünyanın her yerinde, antidemokratik uygulamalara, yasakçı ve sansürcü anlayışlara, baskıya ve zulme karşı direnmek hem hak hem de görevdir.

*Erol Kızılelma,
SODEV Başkanı,
ekizilelma@hotmail.com

Bir cevap yazın