whatsapp_image_2018-09-14_at_07_53_05

Erol Kızılelma – Ekonomik Krizin Gölgesinde Diktatörlükle Mücadele

Türkiye 16 yıllık AKP iktidarının bedelini ödüyor. Yolsuzluklarla şaibeli AKP iktidarının, özelleştirmeler ve yüksek faizle borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, halkın refahı ve ülkenin gelişmesi doğrultusunda harcamak yerine, görkemli beton inşaatlara harcamış olması nedeniyle, yaşanılan krizin beklendiği söylenebilir. Hatta ancak çarşı pazar ekonomisinden anlayan yurttaşlar bile gelecek tehlikenin farkındaydılar. Üstelik harcanan kaynakların en önemli kısmının, Saray’ın giderlerine ve örtülü ödenek harcamalarına gittiği biliniyor. Elbette dış politikadaki yanlışlar, özellikle ABD yönetimiyle yaşanan anlaşmazlıklar bu krizi tetiklemiş olabilir. Ama asla sebebi değildir. Yaşanan ekonomik krizin dış güçlerin saldırısı sonucu olarak nitelendirilmesi, yıllardır böyle bir kriz yaşanabileceği konusunda uyarıda bulunanları aptal ve cahil yerine koymakla eşanlamlıdır.

AKP iktidarının, neredeyse sadece inşaat sektörünün katkısı ile bir kalkınma deneyiminde bulunmasının altında, hızla sonuç alma beklentisi de yatabilir. Ama asıl amaç, biliniyor ki hemen paraya dönüştürülebilen bu sektörde, yandaş sermayedarlara kaynak aktarmaktır. AKP’ye yakın güçlü bir sermaye sınıfı yaratmak istenmiştir. Tabii ağır yolsuzluk söylentileri ile şaibeli bu iktidar döneminde, büyük ihaleler yaparak yüksek komisyonlar alınabildiği söylentileri de bu kalkınma modelinin sosunu oluşturmaktadır.

TL’nin aşırı değer kaybetmesi şeklinde gelişen bu ekonomik krizin, Türk ekonomisini kesin bir şekilde resesyona doğru itiyor gibi gözükmesi ve bankacılık sektörüne atlayacakmış tehlikesinin olması, kalıcı hasarlar bırakacak anlamına gelmektedir. Üstelik bu sıkıntılar evrensel boyutta da endişe ile izlenmektedir. Daha şimdiden, Türkiye’ye yüksek faizle kredi veren yabancı bankalarda bir tedirginlik başlamış görünüyor.

“Türkiye, tarihinin en büyük soygununu yaşıyor” diye diye dilimizde tüy bitti. Kriz beklentisi yaratan asıl etken bu. Özelleştirmelerle devletin birikimleri çarçur edilmekle kalmadı; üretim geliştirilemedi; hayvancılık ve tarım da bitirildi. Üretmek yerine, parasal ilişkilerin daha rahat yürütüleceği inşaat ihaleleri ve ithalat yolu seçildi. İhalelerde kar garantisi verilmesi ise, soyguna yeni boyutlar kattı. Soygun politikalarının sonucu da, halka daha büyük yoksulluk ve işsizlik olarak yansıdı.

Dış politikanın etkisi

Ekonomik krize dış politik saldırıların gerekçe olarak gösterilmek istenmesi, mevcut iktidarın ekonomik krize rağmen ayakta kalma çabası olarak düşünülebilir. Zaten kurulduğu günden beri şoven, militarist ve saldırgan bir politika izleyen AKP iktidarı, bir kez daha vatan millet edebiyatı ile doğabilecek muhalefeti sindirmek istemektedir. Ama AB’den uzaklaşılması, ABD ve Rusya arasında ikili oynayan tavrı nedeniyle zaten bir güven sorunu ile karşı karşıya olan AKP iktidarı için artık dış politikada deniz bitti. Dış politikada efelenmenin geçer akçe olmadığı görüldü. Bu nedenle AKP’nin, dış politikada karşılaştığı zorlukları içerde istismar etmesine izin vermemek gerekiyor. Her ne kadar bazı çevreler ciddi ciddi, AKP’nin antiemperyalist mücadele verdiğine ve yalnız bırakılmaması gerektiğine inanıyorsa da, halkın büyük kısmı ekonomik krizin temelinde yolsuzlukların olduğunun bilincinde.

Bu arada elbette konjonktür, dış politikada Erdoğan’ın da kullanmak isteyeceği önemli handikaplar içermektedir. Neoliberal soygun düzeninin yarattığı olumsuzlukların bir ürünü olarak dünyanın birçok yerinde oluşan popülist rejimler ve popülist partiler geleceğe karamsar bakmamıza neden oluyor. AKP de popülizmi ciddi biçimde etkin kullanan bir parti. Ama Erdoğan’ın, aynı anda birkaç farklı ilişkiyi birlikte yürütürüm şeklindeki faydacı yaklaşımı, her kesimde de güvenilirliğini yitirmesine neden olmuş durumda. Ne dersek diyelim, dünyadaki bu olumsuz gelişmeler, Türkiye’de 16 yıldır süren AKP iktidarı ile aynı döneme denk geldi. Alabildiğine milliyetçilik ve şovenizm, alabildiğine dincilik, alabildiğine istismar. Militarizm ve saldırganlık da popülizmin kullandığı enstrümanlardan. Bu da, ekonomik sorunların büyük eşitsizlikler yarattığı, neoliberalizmin çözümsüz kaldığı küresel alanda önemli riskler içermekte. Bir yandan iç, bir yandan bölgesel çatışmalar şeklinde gelişen risklerin küresel boyuta sıçrama tehlikesi var. Dünyanın her yerinde, çeşitli şaibelere bulaşmış yönetimlerin, kendini kurtarma yolu olarak, ülkesini ve dünyayı rahatsız edecek gelişmelere yöneleceği bilinmez bir durum değil. Bu gerçek, ülkemizde yaşanan yolsuzlukların yarattığı ortamı da içermekte.

Nasıl mücadele edeceğiz?

AKP’nin beklenmedik şekilde 16 yıl süren iktidarı, mağdur ettiği kesimlerde bir yılgınlık yaratmış olsa da, böylesi rejimlerin sürdürülebilir olması olası değil. Ama ne yazık ki, bir an evvel değiştirilemezlerse, her türlü kaynağı tüketip gidecekler. Ah vah etmeden, bu iktidarın değiştirilmesi görevi, bu ülkenin yurttaşlarına düşüyor.

Bizim gündemimizi ilgilendiren, sisteme soldan yapılan muhalefet. Öncelikle, bu yurtseverlik görevini sadece bir partiye veya bir kesime ihale etme, olumlu sonuç alınamayınca da veryansın etme huyumuzdan vazgeçmemiz gerekiyor. Bir ülkede muhalefet etme hakkı ve görevinin, farklı kesimlerce hep birlikte üstlenilmesi, çok doğaldır. Herkes kendi inançları doğrultusunda mücadele eder ve bu inançlar birbirine uymak zorunda değildir. Ama sol muhalefetin, demokrasi mücadelesi konusunda ortak paydayı oluşturma ve yakalama sorumluluğu vardır. Bu mücadeleye her katkı saygındır ve hiç kimse onu reddetme hakkına sahip değil.

AKP iktidarının 16 yıl sürmesinde, AKP’nin yarattığı antidemokratik seçim ortamının ve uyguladığı baskıların etkili olması kadar, genel olarak sol muhalefetin yetersizliği de önemli bir etkendir. Ama her başarısızlıktan dersler çıkarıp yeni mücadele yöntemleri geliştirebiliriz. CHP, ne kadar eleştirilse de sol muhalefetin en büyük partisidir. CHP’nin -doğru veya yanlış- verdiği mücadelenin, diğer sol partileri veya kesimleri engellediğini söylemek anlamsızdır. CHP çekilsin demek hakkına da kimse sahip değildir. Demek ki bu mücadele beraber sürdürülmek zorundadır.

Referandumda sol muhalefetin, parti kimliklerini bir yana bırakarak bir araya gelmesi başarılı bir denemeydi. Buna CHP’nin bu konudaki olumlu tavrının da katkısı olmuştur. Yine mutlaka, bir çatı altında demokrasi cephesinin oluşturulması zorunludur. CHP’nin de, yapılan eleştirilerden yılıp uzak durması kabul edilemez. Ama yaşanan pratikten gördük ki, ortaklaşa bir çalışmaya bir siyasi partinin çağrı yapması veya önderlik etmesi, bazı kesimlerde sıkıntı yaratabilmektedir. Her siyasi görüşten üyeler içeren meslek kuruluşu ve sendikaların yapacağı çağrı ile eksiksiz bütün sol muhalefet, görüşmek için bir araya getirilebilir. Bir koordinasyon heyeti ile de, partiler dışı bir halk hareketi örgütlenebilir. Bu çalışma, siyasi partilerin gönüllü destek vereceği bir eşgüdüm çalışması olabileceği gibi, partilerin kendi çalışmalarına da engel değildir. Bu çalışma, bir boyutuyla örgütlü toplum kesimlerini bir araya getiren ve mücadelelerini ortaklaştıran çalışmadır. Ama diğer yandan da, her mahallede partili kimliği dışında yurttaşların bir araya gelip oluşturacakları mahalle meclisleri örneği örgütlenmelere yol açan, destek veren ve bunların ortak çalışmasını koordine eden bir çalışma olmalıdır.

Mahallelerimizdeki her evi, her insanımızı, onlara karanlık bir gelecek hazırlayan bu iktidara karşı mücadeleye katmak zorundayız. Daha büyük yoksulluk ve işsizliğe neden olacak olan bu ekonomik krizin geçici olmadığını ve temelinde yolsuzluk ekonomisinin yattığını anlatabilmeliyiz. Artık biliyoruz ki, bu iktidar ayakta kalmak için her yolu deneyecek, bir zulüm rejimi oluşturacaktır. Bu iktidarı, mevcut muhalefet yapısı ve tarzı ile alaşağı etmenin olanaksızlığını yaşadık. İktidarı talep eden uzun erimli bir mücadeleyi adım adım inşa etmeliyiz. İktidar talebinin, umut ve mücadele etmeden eksik ve anlamsız olduğunun bilinciyle…

*Erol KIZILELMA
SODEV Önceki Başkanı
ekizilelma@hotmail.com