Erol KIZILELMA – Ayrımcılık vs. vs.

Ayrımcılık vs. vs.

Elbette ülkenin en acil so­runu, ağır şekilde tahrip edilen Cumhuriyet değer­leri ile demokrasinin yerli yerine oturtulmasıydı. Yeniden bir demokratik Cumhuriyet inşası idi. Ama biz Cumhuriyet değer­leri diye dertlenirken, ülkemiz aynı zamanda tarihinin en büyük soygununu yaşıyordu. Ülkemizin yoksulluk ve işsizlik sorunu bu nedenle katmerlendi. Ağırlaşan sorunları say say bitmez. Bundan önceki iktidarların da pek savu­nulacak tarafı yok ama yaşanılan böyle bir ihanetle mukayese bile edilemez. Artık halkın canına tak etmiştir diye düşünüyorduk.

Ben 8 ay süre ile bir Güney Amerika ülkesi olan Uruguay’da kaldım. Seçimden önce, “bize düşen gö­revler de vardır”, diyerek yurda döndüm. Aslında ayrımcılıkla ilgili bu yazıyı, seçimden önce da­ha Uruguay’dayken yazmıştım. Seçimde beklenen sonucu alama­yınca, birkaç gün depresyon geçir­dikten sonra sorumluluğumuzun idraki içinde, moral bozukluğunu bir yana bıraktık. Mücadeleye de­vam edeceğiz elbette. Ama öyle ama böyle, bu sürdürülemez soy­gun ve zulüm düzeni bir gün sona erdirilecek diye umalım. Bunun için mücadeleye değer.

İnsan malzememiz

Uruguay’da kaldığım süre için­de insanlarına hayran kaldım. Demokrasi kültürünü içselleştir­mişler. Her konuda özgürlüklere sahip bu insanları, mütevazı, bir­birine saygılı, kibar ve hoşgörülü, sakin insanlar diye tarif edebilirim. Asıl dile getirmek istediğim konu da bu. İnsan ister istemez, kendi

ülkesinin insanlarıyla mukayese ediyor. Benim yaşlarımda olanların çoğu, 40-50 yıl önce böyle değildi diyecektir. 12 Eylül diktatoryası ve ondan sonra gelen Özal iktidarı, soygun düzeninin temelini atıp bugünkü karanlık düzenin yolunu açtılar ve bunun için asıl tahribatı ülkenin insan malzemesi üzerinde yaptılar. Dünyayı hegemonyası al­tına alan, kapitalizmin küreselleş­mesinin ürünü neoliberalizm, bi­reyciliğin insanı özgürleştireceği, insana saygın bir kimlik kazandı­racağı yutturmacasıyla, insanı asıl ayakta tutan toplumsal mücadele ve dayanışma ruhunu törpüledi. Bireyin şahsiyet kazanmasının, kendini geliştirmesinin önemi inkar edilemez; ama toplumsal dayanışmadan uzaklaşmadan, kendinin toplumun bir ferdi oldu­ğunu unutmadan, yalnız başına hiçbir şey olduğunun bilinciyle davrandığı sürece.

Ama ülkemiz insanına aşılanmak istenen; her koyun kendi bacağın­dan asılır, benim memurum işini bilir, altta kalanın canı çıksın zihni­yeti. Toplumsal dokumuzda bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talan­dan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış, çoğunlukla da şiddete meyilli olan bir kültürel ya­pı, baskın karaktere dönüşmüştür. Çalıyor ama çalışıyor anlayışı, ya­şadığımız depremlerde birer tabut haline dönüşen yapılara getirilen imar aflarının alkışlanması, daya­nışmanın yerine sadaka kültürü­nün ağırlık kazanması, çete ve reis kavramlarının itibar kazandıran bir olguya dönüşmesi bunun en yakı­cı örnekleri. Kimlikteki bu olumsuz kültürel dönüşüm suç oranlarını ve özellikle kadına karşı şiddeti akıl almayacak ölçülerde artırdı. Bir de buna, Cumhuriyetle hesap­laşma peşindeki cemaat ve tarikat gibi karanlık güçler ile insan için dünyevi zenginlik ve kazanımları değil de öbür dünyadaki mükafat­landırılmayı öğütleyen ve iktidara ortak olup oradan nemalanmak peşindeki din kurumunu da ek­lerseniz, insan kimliği üzerindeki saldırının boyutlarını anlarsınız.

Aydınlanma

Ne yazık ki Cumhuriyetçi yapılar, aydınlanma mücadelesini sürdü­remedi. Bunun nedenleri elbette irdelenebilir, ama yeni düşmanlaş­tırmalar yaratılmadan ve bir türlü edinemediğimiz demokrasi kültü­rünü geliştirerek. Ülkemiz için is­tediğimiz demokrasiyi önce kendi içimizde, kendi aramızda yaşata­rak. Yani bugün yaşanılan sorun­ların muhasebesinde, aydınlanma konusunda yeteri adımların atıla­madığının da bilincinde olarak.

Neyse ki, sürekli kayıkçı kavgasın­daki sol ve entelektüel çevrelerde, aydınlanma ihtiyacı konusun­daki ortaklaşma giderek artıyor. Aydınlanma ile insana gerçek kim­liği kazandırılabilir. İşte o zaman, yaşamak için direnen insanın toplumsal mücadelesinin önüne, ne bireysel çıkar hesapları, ne de ahiret masalları geçebilir.

Ayrımcılık

Toplumsal mücadeleye sekte vu­ran, sadece bireyci çıkar hesap­ları ve karanlık güçlerin oyunları değil tabiî ki. Mücadele etmemiz gereken öyle büyük bir bela ki, önümüze tuzak üstüne tuzak çı­karıyor. Bunların en can acıtıcıla­rından biri “ayrımcılık”. Ayrımcılık, tarih boyunca insanın daha adil, daha insanca bir yaşam için uğraş vermesini, insanları ayrıştırarak ön­leyen bir olgu olmuştur. Ne mi ol­muştur? Bu sayede, toplumsal mü­cadelenin güç kazanması yerine, şahların, kralların, derebeylerinin, kölecilerin ve en nihayet kapita­listlerin güç kazanmasına, insanın sırtından kazançlarını artırmasına, dünyayı kendileri için cennete, ge­niş insan yığınları için cehenneme çevirebilmelerine yaramıştır.

Ülkemizde aydınlanma mücade­lesinin tamamlanamamış olması, egemenlerin dinbazları, çağdışı karanlık güçleri, Cumhuriyetle hesaplaşma peşindekileri kul­lanmalarını kolaylaştırmıştır. Ayrıştırmanın tadını alanlar, bu konuyu çeşitlendirmede de sıkın­tı yaşamamışlardır. Ayrıştırmanın nasıl kendini zayıflattığının farkın­da olmayan insanlar da sürekli bu oyuna düşürülmüşlerdir.

İnsanın rengi, kimliği, inancı, yaşa­dığı coğrafya, neyi sevip sevmedi­ği, boyunun uzunluğu kısalığı, hep ayrıştırma konusu olmuştur. Bu ayrıştırmalar da insanda bir “ayrım­cılık” hastalığına dönüşmüştür.

Ayrımcılık,vs.vs. deyip geçiştirile­cek bir konu değildir. Öneminin bilincinde olarak bu hastalıkla mücadele edilmelidir. Önümüze popülist yaklaşımlar, çıkar hesap­ları, bireysel beklentilerimiz, ya­ratılan algılar, iletişim araçlarının doğru kullanılmaması ve bu yolla yayılan yalanlar, hepsi engel olarak çıkabilir. Bize düşen işe, demokrasi kültürünün, insanlar arasındaki ilişkilerde hoşgörü ve zarifliğin geliştirilmesi, demokrasi karşıtı, şiddet içeren, kaba ve anlayışsız davranışların geriletilmesi çabası olmalıdır. Burada özerk, araştırıcı, sorgulayıcı, eleştirebilen, görecek ve duyacak nesiller yetiştirebile­cek, aydınlanmacı bir eğitim siste­minin zorunluluğunu vurgulamak gerekir.

12 Eylül rejimi, 80 öncesi gelişen toplumsal hareketliliğin, aynı zamanda toplumsal bilinci de geliştirdiğinin farkında olarak, bir yandan ilerici, toplumcu güçlerin üzerinden silindir gibi geçmiş, bir yandan da, toplumsal hareketliliği iğdiş edecek şekilde Türk-İslam sentezi gibi bir tuzak anlayışı top­lumsal yapıyı şekillendirmede kullanmıştır. Bu sayede karanlık güçlerin tekrar toprak üstüne çıkıp gelişmesinin ve sonunda da onla­rın yardımıyla 20 yıllık bir soygun ve zulüm düzeni kurulmasının yo­lu açılmıştır.

Bu soygun düzeninin kurulması­nı kolaylaştıran bizim ayrımcılık hastalığımızın giderek her kesim­de etkili olması ve çeşitlenmesi olmuştur. Ayrımcılık hastalığı, gerçek düşmanı görmememiz için gözümüzü perdelemiş, ama insanı insana, insanı doğaya, insanı hay­van dostlarımıza düşman etmiştir. Türk demişiz düşman olmuşuz, Kürt demişiz düşman olmuşuz, Alevi demişiz düşman olmuşuz, göçmen demişiz, sığınmacı demi­şiz düşman olmuşuz, farklı cinsel kimliklerini yaşamak isteyenlere ucube gözüyle bakmış düşman olmuşuz… Bunun böyle dile geti­rilmesi bile çirkin. İnsanların kim­likleri, inançları onların onurudur. Geniş halk yığınlarının yaşadıkları sıkıntılar, düştükleri zor durumlar, daha çok mecbur bırakıldıkları şartlardan kaynaklanmaktadır. Zor şartları oluşturanlarla verilmesi ge­reken mücadele ise bize düşman belletilenlerle ortaklaşmaktan, insanca, yoldaşça kucaklaşmaktan geçmektedir.

Kitaplarda okuduk, filmlerde izle­dik. Köleci toplumlarda, özellikle siyahi insanlara yapılan mezalimi kabullenemedik. Onların sırtın­dan zenginleşen insanları da, toplumları da lanetledik. İftiraya uğrayan, bu nedenle linç edilen, yapılan muameleye katlanamayıp başkaldıran ve bu nedenle asılan, kurşunlanan, yakılan insanların ol­duğu dönemleri aştık sanıyorduk. Ama modern köleci toplumlarda belki renk ayrımcılığı kadar etkili değil ama maalesef bize, köleleş­tirilmemizi kolaylaştıran yeni yeni ayrımcılık modelleri dayatıyorlar, yaşatıyorlar.

Baskı ve tuzaklar

Farklı görüşte olanlara, hakları ve özgürlükleri için mücadele eden­lere saygı duymayı becerebilme­liyiz. Maalesef toplumun ortasına bir saatli bomba gibi bırakılan göçmen sorunu, insan olup olma­dığımızla, demokrat olup olmadı­ğımızla ilgili bir turnusol kağıdına dönüştü. Bir kısmı yalan, iftira, kışkırtma olsa da her toplumda suça eğilimli insanlar var olabilir. Bu unsurlar, göç etmek zorunda bırakılmış o insan yığınlarının top­tan mahkum edilmelerine neden olamaz. Kaldı ki bu kadar büyük ve kontrolsüz göç olayı her toplumda mutlaka suçluluk artışına yol açar. Asıl sorgulanması gereken, bu göç olaylarına sebep olanlar ve bu göçleri engelleyemeyenler ile bu göç olaylarından ve köleleştirilmiş göçmenlerden yararlanma peşin­dekiler olması gerekirken, insan insana düşmanlaştırılmamalıdır. Buradaki ayrımcı davranışları da sorgulamalıyız.

20 yıllık karanlık soygun düzeni a­yakta kalmak için toplumda kutup­laştırmayı; bunun için de ayrıştır­mayı, ayrımcılığı bir yöntem olarak kullanmak istiyor. Nitekim seçim propaganda sürecinde bunun ör­neklerini bol bol gördük. İnançlar ve kimlikler üzerindeki ayrıştırmayı, hiç de etik olmayan şekilde kullan­maya çalışan iktidar, kendi yarattığı yığınsal göç olayından da nema­lanmak peşinde. Ayrıştırmaktan seçim sonuçlarına katkı uman ik­tidar, yaratılan sahte algılarla eko­nomik sorunların yerine güvenlikçi sorunları geçirerek, yoksulluk ve işsizliğin toplumda tepki oluştur­masını önlediği gibi muhalif güçleri işbirlikçi teröristler olarak nitelemiş ve toplumun bir kesimi üzerinde de böyle bir algı oluşturmakta ol­dukça başarılı olmuştur. Bir yandan da aile kurumunu bozacak, çocuk­larımızı eşcinsel yapacak iddiasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmış, eşcinsellerin hak ve özgürlüklerine yönelik yeni yasal düzenlemeler di­le getirilmeye başlanmıştır. İktidar, cinsel yönelimleri nedeniyle top­lumun bir kesimine açık düşmanlık sergileyerek, hem doğrudan insan haklarını zedelemekte, hem de yarattığı bu ayrımcılıktan, düşman­laştırmaktan siyasi çıkar oluştur­maktadır. Bir de buna, iktidar ortağı yapılarak meclise sokulan kadın haklarına karşı düşmanca tutumları bilinen, gerici ve şiddet yanlısı siya­si yapıları da eklerseniz, ayrımcılık­ta karanlık bulutların oluştuğunu rahatça görebilirsiniz.

Yaratılan ayrımcılık tuzakları say say bitmez. Ama her ayrımcılığın bir tuzak olduğunun ayırdına var­manın zamanı geldi de geçiyor bile. Bu tuzağa düşmeden, karan­lık güçlerden, ülkeyi soyanlardan, demokrasi düşmanı şiddet yanlıla­rından, halkı uyutup nemalanma peşindeki dinbazlardan ayıklanmış, farklılıklara saygılı, diğer sorunlarını çözme, çağdaşlaşma, refah toplu­mu oluşturma çabasında bir ülke için mücadeleyi sürdürebilmeliyiz. O zaman daha mutlu olduğumuzu göreceksiniz.