Toplumlar, bir arada yaşamak isteğinde olan ve böyle yaşadıkları sürece gelişen ve geleceğe güvenle bakarak kalkınabilen insan topluluklarıdır. Uygarlık tarihi boyunca çeşitli dönemlerde çeşitli düşünce biçimlerinin toplumsal yaşamı belirlediği görülür. Eski toplumlarda “gelenekler” ve “ruhban sınıflar”, Ortaçağ’da “din ve din adamları” toplumsal yaşam kurallarının ve -devlet yönetimi ve okullar başta olmak üzere- çeşitli kurumların işleyişinde belirleyici ve yönlendirici olmuşlardır.
Laiklik anlayışı, Avrupa’da Aydınlanma Çağı’ndan önce yıllarca süren din ve mezhep savaşları sonrasında oluşurken, laikliğin kültürel olarak ortaya çıkışı ise, kilisenin baskısına ve günlük yaşama doğrudan müdahalesine karşı gösterilen güçlü ve kitlesel tepkilere dayanmaktadır. Laikleşme ise, tarihsel ve toplumsal bir süreç ve modern toplumda bireyin yaşamının çeşitli alanlarının belli bir dini inancın belirleyiciliği yoluyla veya dini kurallar tarafından yönlendirilmemesi demektir. Bu süreç ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel sistemin, tüm bunlara bağlı olarak eğitimin bir bütün olarak dinden ve dini kurumlardan bağımsız olması, dinsel inanç açısından dini otoritenin belirleyiciliğinden uzaklaşması anlamına gelmektedir.
Laik eğitim nedir, neden önemlidir?
Laik eğitim, inanç istismarcısı bazı çevrelerin iddia ettiği gibi “dinsizlik eğitimi” demek değildir. Laiklik, doğrudan doğruya inançlara ve onların varlığına dayalı bir kavramdır. Bu nedenle laik eğitimin dinsizliğe davetiye çıkaracağını savunanlar; toplumsal yaşamın tüm alanlarında dini kuralların egemen olmasını isteyen, kendi inançlarını tüm topluma dayatmaya çalışan, farklı inanç ve düşüncelerin varlığına ve yaşamasına tahammül edemeyenlerdir.
Laik eğitim, Türkiye’de sıkça gördüğümüz gibi, bazı siyasi ve ekonomik çıkar gruplarının din üzerinden yaptığı inanç istismarına son verilmesi açısından önemlidir. Laiklik, din adına insanları korkutmak ve onları denetim altında tutmak isteyenlerin engellenmesi işlevi de görür. Bu yönüyle laiklik, -din ve inanç istismarcılarının aksine- devletin bütün din ve inanç gruplarına eşit mesafede olmasını ve mutlak bir tarafsızlığı ifade etmektedir. Gerçek anlamda laik eğitim, din ve inanç farklılıkları üzerinden toplumu bölüp birbirine karşı kışkırtmayı değil, birleştirici olmayı, farklılıkları birarada tutmayı ilke edinmiştir.
Dünyanın her yerinde bilimsel eğitimin ön koşulu laikliktir ve laik olmayan bir eğitim sisteminin ne bilimsel olması, ne de demokratik bir içeriğe sahip olması mümkündür. Türkiye’de uzunca bir süredir yapıldığı gibi eğitim sisteminin ve toplumsal yaşamın dini kurallara göre düzenlenmek istenmesi, dini eğitimin yaygınlaşmasının kaçınılmaz sonucu okullarda öğrencilerin inanan/inanmayan, dindar/dinsiz, ibadet eden/ibadet etmeyen gibi yeni gerilim alanları yaratmaya başlamıştır.
Toplumda giderek derinleşen sınıfsal ve kültürel ayrışma, eğitim sisteminin dini kurallara göre düzenlenmesi ve giderek artan dini eğitim uygulamaları ile derinleşirken; bu durum, aynı zamanda iktidarın eğitim sistemi ve toplumun geneli üzerindeki baskı ve denetimini arttıran bir işlev görmeye başlamıştır.
Laik-bilimsel eğitim neden ve nasıl savunulmalıdır?
Toplumların ekonomik, sosyal ve kültürel yapısını oluşturan en önemli özellik, insan yetiştirme modelidir. Çocukların yetiştirilmesi (pedagoji), sağlıklı bir toplum yapısının oluşturulması açısından önemlidir. Genel anlamda eğitim, toplumsal yaşam içinde bireyin tutum ve davranışlarını olumlu yönde değiştirmeyi ve geliştirmeyi amaçlayan süreçler bütünü olarak tanımlanır.
Herkes için daha iyi bir dünya oluşturma arayışı içinde eğitim sistemi, özünde herkes için geçerli evrensel değerleri içinde barındıran ve eğitimin temel amaçlarını kazanım haline getiren bir yapıda olmak zorundadır. Bu amaçla insanlığın tarih boyunca deneyimleyerek yarattığı, biriktirdiği ortak evrensel değerlerin öğretilmesi ve yeni nesillere aktarılması önemli ve belirleyici bir rol oynamaktadır.
Türkiye’de okullarda, bizzat devlet baskısıyla ve zorunlu olarak, bütün çocuklara fiilen tek bir din ve tek bir mezhep öğretilmektedir. Bu durum, Türkiye gibi çok kültürlü, çok dinli ve çok mezhepli bir toplumda, okuldan başlayarak birçok sorunun ve eşitsizliklerin doğmasına yol açmaktadır. Bu noktada farklı inançlara karşı açık bir ayrımcılık ortaya çıkarken, “tek din, tek mezhep” üzerinden tüm toplumun tektipleştirilmesi söz konusudur.
12 Eylül ürünü zorunlu din dersi dayatmasına ek olarak getirilen “seçmeli” din dersi dayatması, son yıllarda karma eğitimin hedef haline getirilerek sınıfların cinsiyete göre ayrılması, sıbyan mektebi uygulamaları, okullarda “değerler eğitimi” adı altında “tek din, tek mezhep” propagandası yapılması, ders kitaplarının içeriğinin dinselleştirilmesi, dini vakıf ve cemaatlerin MEB onayı ile okullarda dini propaganda faaliyetleri içine girmesi, kütüphane ve laboratuvarların kapatılarak mescide dönüştürülmesi vb gibi laik-bilimsel eğitim anlayışıyla çelişen uygulamalar eğitim sistemini kuşatmış durumdadır.
Türkiye’de dinin eğitim üzerinde ne kadar belirleyici olacağı sorusu tartışılır olmaktan çıktığı, doğrudan belirleyici hale geldiği bir dönemden geçilmektedir. Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır.
Dünyanın her yerinde eğitim sistemleri, toplumların temel değerlerinin çocuklara ve gençlere aktarıldığı kurumlardır. Bu haliyle de eğitim sistemi ve okullar, aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerlerin yeniden üretim yerleridir. Okulun kültürel üretimdeki özgün yanı, var olan toplumsal farklılıkların sınırlarını yeniden çizerek doğallaştırmasında odaklanır. Diğer taraftan okullar söz konusu farklılıkların sorgulanması ve eleştirisi için de ortam ve olanaklar sağlamaktadır. Bu anlamda Türkiye’nin eğitim sistemi ve okullar, aynı zamanda laik eğitimi ve laik yaşamı savunanlar ile eğitimi ve toplumsal yaşamı dini kural ve referanslara göre biçimlendirmek isteyenlerin sık sık karşı karşıya geldiği mücadele alanlarının başında gelmektedir.
Son söz
Laiklik, bireyler laik bir tutum kazanabildiği ölçüde gerçekleşebilir ve bir yaşam felsefesi haline gelebilir. Bunun ilk şartı, devletin din işlerinden bütünüyle elini çekmesi; bütün dinler, mezhepler ve inanmayanlar karşısında tarafsız olmasıdır. Hiçbir resmi işlemde kimseye dini ya da inancı sorulmamalı; bir dine inananlar ibadetlerini devlet desteği almadan istedikleri gibi yapmalı; hiçbir dine ya da inanca karşı ayrımcı, dışlayıcı tutum ve davranış sergilenmemelidir.
Toplumda ve okullarda bütün din ve inançtan insanlar, eşit koşullarda yaşamak ve aynı kurallara uymak durumundadır. Laiklik, herhangi bir gruba ya da mezhebe dinsel ayrıcalık ve üstünlük tanımamanın, farklı inanç ve dinlerdeki insanlar arasında eşitliğin sağlanmasının temel koşuludur. Bunun gerçekleşmesi için devletin ve devlet kurumlarının tüm din, mezhep ve inançlara aynı mesafede durması gerekmektedir. Devlet, eğitimi ve toplumsal yaşamı örgütlerken bunu dini kurallara, söylemlere ya da referanslara göre yapmamalı; özellikle eğitim sistemini dini kurallara göre değil, bilimsel gerçeklere ve toplumsal ihtiyaçlara göre düzenlemelidir.
Öğrencilerin, “eleştirel bir zihinsel yapı ile mi, yoksa kendilerine verilen bilgiyi aynen ezberleyerek kabul ettikleri bir eğitim yapısı ile mi” yetiştirilecekleri sorusu önemlidir. Hiçbir toplum birbirinin aynı ve tamamen aynı inancı paylaşan insanlardan oluşmadığına göre, tüm inançlara eşit mesafede bulunması gereken devletin, laik eğitim ve laik yaşam ile çelişen adımlar atması tehlikeli ve yanlış bir uygulama olur.
Eğitim sistemi, elbette sadece mevcut sistemi yeniden üreten okullardan ibaret değildir. Bu sistem; öğrencileri, öğretmenleri ve velileri zayıf, çaresiz, pasif varlıklara dönüştüren yapılar olarak görülemez. Aksine, eğitim sistemi ve okullar, siyasal-ideolojik mücadelelerin ve çatışmaların, eğitimin özneleri tarafından (öğretmen, öğrenci, veli vb) gerek okul içinde, gerekse okul dışındaki örgütlenme ve mücadelelerle pratiğe aktarıldığı alanlardır. Bu anlamda sınıf mücadelesinin önemli bir alt başlığı olarak görülmek ve değerlendirilmek zorundadır.
Eğitim sisteminde yaşanan dönüşümler, içinde bulunulan ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemin gelişim süreçlerinden ayrı ve/veya bağımsız değildir. Bu nedenle Türkiye gibi ülkelerde laiklik ve laik eğitim mücadelesi, okulda ve toplumda yürütülen demokrasi ve özgürlük mücadelesinden ayrı ele alınamaz. Eğitim sistemi ve okullar ya tamamen egemen ideolojiye teslim edilecek ya da çocuk ve gençlerin nasıl bir eğitim alması, nasıl bir toplumda yaşaması isteniyorsa, onun için mücadele edilecektir.
*Dr. Erkan AYDOĞANOĞLU
Eğitim-Sen Eğitim Uzmanı
erkanaydogan@gmail.com