AVM’ler; modern kentsel yaşamın tapınakları! Günümüzde tüketim sadece ekonomik bir olgu değil, gösterge ve sembolleri de içeren sosyal, kültürel ve psikolojik bir süreç haline gelmiş durumda. Piyasa ilişkilerinin günümüzde geldiği noktada insanlar tüketici özellikleri ile “değerliler”! AVM’ler parlak zeminler, yürüyen merdivenler, güzel kokular, ışıldayan evler, mükemmel ten, sıfır beden tahayyüller ile bir “gündüz düşü” değil yalnızca… Bir yanıyla da uzun çalışma saatleri, günlerin yorgunluğu, gelecek kaygıları, duygusal yıpranma ve değersizlik hiss… Keskin toplumsal eşitsizliklerin benzer parlak düşler içinde eridiği bu dev mekanların hiç görülmeyen, bilinmeyen bir yüzü var: Çalışanlar… AVM yatırımcıları, mağazalar, uluslararasılaşan sermaye bileşimleri sıkı bir şekilde örgütlenmiş ve “organize” bir görünüm arz ediyor. Çalışanlar ise geçici, akışkan, örgütsüz, dağınık ve parçalı… Tıpkı satışını yaptıkları ürünler gibi, “bugün var yarın yoklar!”.
Perakendecilik alanında sermaye bileşimi ve değişen güç dengeleri, yerel perakende formlarının hızla çözülmesini, küresel markalar, mağazalar, dağıtım kanalları ve alışveriş formlarının dünyanın her yerine yayılmasını sağladı. Türkiye’de de, özellikle 1980’lerden sonra liberal ekonomi ve dış ticaretin serbestleşmesi ile perakende sektörü ve kentsel perakende alanları radikal değişimler geçirdi. Bugün yalnızca metropol alanlarda değil, Anadolu’da da tüketim mekanları ve kentsel morfolojide yarattığı değişimler; perakende alanı ve dağıtım kanallarındaki değişen güç dengeleri, uluslararasılaşma ve makroekonomik süreçlerle yakından ilgilidir. Bankacılık sistemindeki değişimler, kredi kartları kullanımının hızla yaygınlaşması gibi gelişmelerle birlikte, 1990’lara gelindiğinde İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Adana gibi metropoliten kentlerde büyük mekansal alanlar kaplayan çok amaçlı alışveriş merkezleri, hipermarketler, süpermarketler ve yapı-hobi marketler birbiri ardına faaliyete geçmiş, pazar paylarını ve mekansal yaygınlıklarını hızla arttırmışlardır. Öyle ki sayısı hızla artan AVM’lerle doğan nesiller için AVM’ler gündelik yaşamın bir parçasına çoktan dönüşmüştür bile. 2017 sonu itibariyle ülkemizdeki Alışveriş Merkezi (AVM) sayısı 400’ü aşmış durumda. Yapılması planlanan AVM’lerle birlikte düşünüldüğüne rakam 450 civarına ulaşacak. Başlangıçta İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Adana gibi büyük kentler, yeni perakende ağları ve yatırımlarının hedefi haline gelmişken, 2000’li yıllarda Anadolu kentleri de bu dalganın içine girmiştir. AVM’lerin %70’i metropol alanlarda konumlanmakla birlikte, Anadolu kentlerindeki yatırımlar hızla devam etmektedir. Bir başka deyişle, 2000’ler, -hem uluslararasılaşmanın, hem de Anadolu kentlerine yayılmanın yaşandığı yıllar olarak- organize perakendecilik ve AVM alanında yeni bir dönemi temsil etmektedir.
Organize perakende sektöründeki firma ve markalar, sermaye yapıları, dağıtım kanalları üzerindeki denetim ve gücüne paralel olarak oldukça örgütlü bir yapıdadır. Organize perakendenin farklı segmentleri, AVM yatırımcıları ve markalar ayrı derneklerde örgütlenmiş durumdadır. Buna karşılık çalışanlar tarafı alabildiğine örgütsüz, dağınık, geçici bir işgücü profili oluşturmaktadır. Nurcan Özkaplan ve Ester Ruben ile birlikte, 2015 yılında tamamlanan, 16 ay süren bir saha araştırmasının[1] verilerinden yararlanarak, AVM mağazacılığı alanındaki emek süreçlerinin kimi çarpıcı özelliklerine değinmek istiyorum.
Mağazacı gençler
Öncelikle mağaza çalışanlarının yaş ortalaması çok küçük. Yarısından fazlası 18-25 yaş grubunda; 35 yaş üstü çalışan oranı yalnızca %6! Mağazada çalışan kadınların yaş ortalaması erkeklerden biraz daha düşük. Çalışanların %80’inden fazlası bekar; az sayıdaki evli çalışanın da yarısının çocuğu var. Yani evli ve çocuklu olmak bu sektörde nadiren karşımıza çıkan bir konum. Çalışanların büyük çoğunluğu ailesiyle ikamet etmekte, tek başına ya da ailesiyle kalanların oranı %12 civarında.
Eğitim verileri, mağazacılık ve satış alanında eğitim seviyesinin düşüklüğüne değil de, sektör yaş ortalamasının düşüklüğü ve öğrenci çalışanların yüksekliğine işaret ediyor. Mağazacılık, formel mesleki bir eğitim gerektirmeden, “sosyal beceri” ve “dinamizm” ile, Türkiye’de lise mezunu gençlerin kolaylıkla girebildiği, sigortalı bir “ilk iş” olarak cazip görünmektedir. Nitekim araştırmamızda çalışanların %65’i lise, %26’sı üniversite mezunudur. Çalışanların yarıya yakını halihazırda öğrenci olup, %24’ü geçmişte öğrenci iken de aynı işi yapmıştır. Daha çarpıcı bir veri de, üniversite mezunu çalışanların dörtte birinin yüksek lisans öğrencisi olmasıdır. Bu anlamda farklı türden geçicicilik ve akışkanlıklar söz konusu.
Çalışanların annelerinin yaklaşık %90’ı ücretli bir işte çalışmamakta, çoğunlukla da orta ve ortaokul altı eğitime sahip bulunmaktadır. Babaların eğitim seviyesi de benzer ortalamalardadır. Çalışanların yarısının toplam aile geliri 3.300 TL’nin altındadır. Dolayısıyla karşımıza çıkan görüntü; orta alt sınıf, kentli, aile geçindirmekten çok aile bütçesine katkı veya kendi masrafları için çalışan, öğrenci ya da lise mezunu genç bir emek görüntüsüdür. Satış danışmanlarının yarısından fazlası mevcut işlerinde 1 yıldan daha az bir zamandır çalışmaktadır. Kadınların işgücü devri daha da yüksektir. Kısa sürelerle iş değiştirme yaygındır. Ayrıca kıdem, kariyer yolu ve sektörler cinsiyete göre katmanlaşmıştır. Kadınlar hem mağaza yöneticiliği hem de kıdem süresi bakımından daha düşük oranlarda temsil edilmektedir. Ayakkabı-çanta mağazaları ve erkek giyim mağazalarında çalışanların büyük çoğunluğunun erkek; çocuk giyim mağazalarıysa kadın ağırlıklıdır. Mağazacılık alanındaki yatay ayrışma, Türkiye’deki cinsiyet rejimlerinin beden/cinsellik ve hane ile ilgili sürekliliklerini yansıtmaktadır. Kadın bedeninin “eğilmesi”, erkek beden çocukları “giydirmesi” pek yaygın değildir!
Erkek giyim sektörü, yaş ortalamasının da diğer sektörlere göre daha yüksek olduğu bir alan olarak göze çarpmaktadır. Karma giyim, kozmetik gibi sektörler özellikle kimi markalarda, “gay”lerin tercih edilebildiği nişlerdir. Satış işi, ekonomik güçlükler ve aile olanaklarının sınırlılığı nedeniyle gençlerin, bir meslek olarak seçmekten çok, geçici sürelerde yaptığı bir iş görünümündedir. Emek süreçleri ile bir arada değerlendirildiğinde böyle bir profilin kaçınılmaz olduğu, sektörün hızlı bir genç emeği döngüsü ile işlediği görülmektedir. Tıpkı “hızlı moda” olarak tanımlanan konfeksiyon sektöründeki üretim, mal ve satış döngüsü gibi: Bugün var yarın yok! Üretim, mal ve satış sirkülasyonunun hızı ve kitleselliği, sattıkları ürün gibi geçici ve akışkan bir emek sürecine dönüşmektedir.
‘Genç ve yorgun’ : Satış elemanlarının kolonileşmesi
AVM mağazaları sabah saat 10:00’dan gece 22:00’a kadar açıktır. Çalışanlar çift vardiya olarak çalışmakta, ilk vardiya sabah 9:30 ila 18:30; ikinci vardiya ise saat 13:30 ila 22:00 arasında mesai yapmaktadır. Cumartesi ve Pazar günleri dahil haftada 6 gün mesai yapılmakta, hafta içi 1 gün izin kullanılmaktadır. Ancak marka ve mağazalara göre değişen şekillerde çalışanlar haftada 1-4 gün arasında “ful” yapmaktadırlar. “Ful yapmanın” anlamı sabah 9:30’dan gece 22:30’a kadar çalışmaktır. Tatiller, bayramlar gibi günler mağazacıların en çok çalıştığı günlerdir. Ayrıca bayram ve yılbaşı önceleri, mal teslim dönemleri, indirim zamanları, alışveriş festivalleri vb. gibi pek çok ara dönemde AVM’lerin normal saatlerinin ötesinde de çalışma devam etmektedir. Bayram tatillerinin ve pazar günlerinin yoğun çalışma günleri olması ve haftalık bir günlük iznin ancak hafta içi olması, bu yoğun çalışma saatlerinin yarattığı baskıyı daha da artırmaktadır. Çalışma saatleri konusunda, Türkiye’deki koşulları, AB ülkeleri ve dünyadaki pek çok ülkeden çok daha ağırdır.
Çalışma saatleri nedeniyle AVM mağazacılığı, asosyal ya da atipik istihdam özellikleri göstermektedir. Çalışanlar, satış işi dışında, temizlikten vitrin düzenlemeye, çoklu iş vazifeleri yürütmektedir. Ayrıca vardiyalar -haftalık olarak planlanmakla birlikte- kimi mağazalarda vardiyaların öngörülemez olduğunu, son anda “ful” yaptıkları günlerin değiştiğini görüyoruz. Satış danışmanlarının “kısa ve hızlı” molalar dışındaki iş saatlerinde mağazada müşteri olsa da olmasa da, hep ayakta olmak zorunda olduklarını ve hep bir şeyler yapıyor olmaları gerektiğini öğreniyoruz. Kamera ile kontrol, gizli müşteri uygulamaları gibi emek denetim teknikleri yaygınlıkla kullanılmakta. Ayrıca performansı ölçmek için kullanılan “kişisel kota sistemi” uygulamaları da, mağaza çalışanları arasında yoğun bir rekabet ve baskı yaratmakta.
Sınıfı ve metayı “giyinmek”!
Uzun çalışma süreleri, geçicilik, yüksek işgücü devri, yoğun bir genç emeği, atipik ve asosyal çalışma, öngörülemezlik, sürekli ayakta kalma, iş hayatının özel hayatı kapsayarak AVM’lerde koloni gibi yaşama deneyimi, sigortalı ve “prestijli” mağazacılık işinin yalnızca bir parçasıdır. Müşteri memnuniyetini her türlü koşulda garanti etme, satılan metanın ve kurumsal kimliğin temsili olma, satılan ürünlerden elde edilen prim miktarı için amansız rekabetle baş etme pratiği gibi mekanizmalar, satış işinde öznellik ve beden denetiminin farklı yönleridir. Çalışanların sadece duygular açısından değil, nasıl göründüğünün üzerinden de disipline edilmesi, literatürde estetik emeğin nasıl çalışanların bedensel varoluşları üzerinden “cinselleşmiş emeğe” doğru genişlediğini gösterir. Çalışan, satılan “metayı” ve “sınıfı” giyinmek; kendilerine özel indirimler, eşantiyonlar, dil, imaj, mimik ve bedenleri aracılığıyla da, emek sürecini “kurmaktadırlar”. Bunun için kadın olmak, erkek olmak, gay ya da trans olmaktan çok, “metayı giyinmek” önemlidir. Duygusal ve estetik emek tezahürleri, toplumsal cinsiyetlenmiş bir emeğe işaret eder. Satış işinde toplumsal cinsiyet, farklı erkeksilik ve kadınsılık durumlarının performe edilmesini gerektiriyor. Esnek, akışkan, durumsal, müşteri odaklı ve satış danışmanlarının satılan meta ve markayı “taşıdıkları”, beden ve duygularını uyumlaştırdıkları bir iş.
AVM mağazaları, tüketim ürünleri üzerinden bir yaşam biçimini empoze eder: Seçkin, ayrıcalıklı sınıftan müşterilerle ilişki kurmak, onları memnun etmek; onların tükettiği ürünlerin bir kısmına erişebilmek, aynı ışıklı ve büyülü ortamı paylaşmak satış elemanlarını tatmin eder. Satış danışmanları, kendi duygularını firma çıkarları ve marka doğrultusunda kontrol ederken, karşısındakine -ister müşteri ister iş arkadaşı olsun- kibar, samimi davranma, sınıf ve toplumsal cinsiyet kimliklerini müzakere etme, takım ruhuyla aile gibi davranırken diğer yandan çekişme, rekabet etmek durumunda. Duyguların işyerinde “doğru” yönetilmesi ve bu duygu yönetiminin de işin belirgin özelliklerinden birisi olarak, sermayenin, firmanın hedefleriyle uyumlu ve müşteri odaklı olmasının beklendiğini ve bu nedenle çalışana stres, depresyon, vb. maliyetleri olduğunu biliyoruz. Sadece duygu kontrolü ve duygusal emek değil, beden ve cinselliğin satışı gerçekleştirecek, markayı ve mağazayı “sunacak” şekilde denetlendiği mekanizmalar devrededir.
Ülkemizde hane halkı borcu oranı 2000’lerden bu yana olağanüstü artmış durumda. Hane halkı borcunun harcanabilir gelire oranı 2002’de %4,3 iken, 2010’lu yıllarda %50 seviyesine ulaşmış; takipteki bireysel kredi kartı borçları 20 kattan fazla artmış durumda. Mağaza çalışanlarının da yaklaşık yarısının kredi borçlusu olduğunu öğreniyoruz.. Metanın, markanın “taşındığı” bu süreçte hepimizin düştüğü “gündüz düşünden” uyanmak için bazı çarpıcı gerçekleri çokça söylemeye ihtiyacımız var.
[1]Araştırmamız İstanbul’da farklı niteliklere sahip 10 AVM’de, 11 farklı sektörden, toplam 21 markave 130 mağazada gerçekleştirilmiş; 404 geçerli anketve 30 derinlemesine görüşmeye dayanmaktadır. Ayrıca sector temsilcileri, insane kaynakları yöneticileri ve ilgili STK’lar ile de görüşmeler gerçekleştirilmiş ve sektörel veriler derlenmiştir. Bkz. Nurcan Özkağlan, Ece Öztan ve Ester Ruben(2017), AVM’lerin Yorgun Gençleri: Tezgahtarlıktan Satış Elemanlığına Emeğin Dönüşümü, İstanbul: SAV Yayınları.
*Ece ÖZTAN
Siyaset Bilimi, Dr.
ece.oztan@sodev.org.tr