
Tam da BM Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem Planı’nın 25. yılına denk düşen bu yıl, eşitlik yolundaki kazanımları tehdit eden sarsıcı bir küresel krize tanıklık ediyoruz. Aslında 2020, -Pekin Eylem Platformu’nun 25. yılı olarak- toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ile mücadelenin ve eşitlik yolundaki kazanımların bir dizi önemli etkinlik ile kutlanacağı bir yıldı. Ne var ki COVID-19 salgınının hızla yayılması ve “pandemi” olarak ilan edilmesinin ardından, toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlükler bakımından 25 yıllık kazanımların dahi tehlikeye düşmesi söz konusu. Bu nedenle BM’nin, salgının kadınlar üzerindeki etkilerinin değerlendirdiği raporda, pandeminin hem içinde bulunduğumuz dönemde kadınların hayatlarını sürdürmelerini güçleştiren önemli sorunlara, hem de salgın sonrası uzun dönemde toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin artması ve kalıcılaşması ile ilgili bir yol ayrımı yarattığına değiniliyor[1]. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, sınıf, etnisite, ırk, cinsel yönelim ve cinsel kimlik, yaş, engellilik gibi bir dizi ayrışma ve eşitsizlik ile birlikte kuruluyor. Bu eşitsizliklerle ve bu eşitsizliklerle birlikte işliyor. Bu nedenle, aslında COVID-19 pandemisinin kadınlar üzerindeki orantısız etkilerini konuşmak, toplumsal cinsiyetin tüm bu kırılgan kesim ve kimliklerle ilişkisini de konuşmak demek.
Öyle ki, salgınla mücadelede toplumsal cinsiyet eşitlikçi bir çerçeve hayata geçirilemezse, dünyanın hemen hemen her bölgesindeki kadınlar, tüm kırılgan gruplar ve alt sınıflar için eşitsizlikler çok daha ağırlaşacak. Sağlıktan, ekonomiye; bakım emeğinden, sosyal politikalara; eğitimden, iş yaşamının ve ailenin örgütlenmesine; şiddetten, hak ve özgürlüklerin kullanımına kadar çok kapsamlı sorun ve geri tepmelerle uğraşacağız.
Salgın toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri açısından sarsıcı etkilere sahip. Çünkü salgın üç alanı doğrudan etkiliyor: Sağlık, haneler ve iş piyasaları. Bu üç alan da, özellikle sınıf ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin kristalize olduğu alanlar. Koronovirüs, evin, iş yaşamının ve sağlığın örgütlenişi ve işleyişine ilişkin mevcut kırılganlıkları da ele veriyor. Yaşamın devamında temel mal ve hizmetlerin üretimi ile bakım emeğinin önemini de gözler önüne seriyor. Bugün her zamankinden daha da fazla bakıma, hijyene, düzenli uyumaya, iyi beslenmeye, sağlık hizmetlerine erişime ihtiyacımız var. Bu yük, her zaman olduğundan daha fazla, evin içerisindeki kadın emeğine ve evin dışarısında temel mal ve hizmetleri üreten, temin eden emekçilerin sırtına yükleniyor. Gelin bu alanlara toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri açısından kısaca bakalım:
Hanelerde neler var?
Haneler, salgınla mücadelenin merkezinde yer alıyor. Nisan başında dünya nüfusunun yarısından çoğu COVID-19 tedbirleri kapsamında eve kapandı. Evde kal, “hayat eve sığar” çağrılarını düşündüğümüzde ev ve eve kapanma, salgının yayılmasının yavaşlatılması ve sağlık sistemi üzerinde oluşacak baskının yönetilmesi bakımından kritik önemde görüldü.
Peki hanelerde neler var? Hanelerde artan bakım ve ev emeği ihtiyacı var. Hanelerde, krizin gerek sosyoekonomik gerekse psikolojik gerilimleri ile baş başa kalan kadın ve erkekler var. Pandemi ile mücadele kapsamında alınan önlemler, kadınların bir kesimini istismarcı ve kendilerine şiddet uygulayan partnerleri ile birlikte evlere kapattı. Bu nedenle, küresel düzeyde kadınlara, genç kızlara ve çocuklara yönelen şiddet ve istismarın boyutlarına ilişkin kaygılardırıcı veriler var. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet temelli şiddet, “gölge pandemi” olarak tanımlanıyor. Bu konuda düzenli veri toplanan ülkelerden gelen bilgiler, kadınlara yönelik şiddetin en az %25 oranında arttığını gösteriyor. Kanada, Almanya, Birleşik Krallık, İspanya ve ABD’de de kadına yönelik şiddet verilerinde artışlar rapor ediliyor[2]. BM raporunda, kayda geçen bu verilerin muhtemelen en ağır şiddet durumlarını içerdiği; mekansal sıkışma ve eve kapanma nedeniyle pek çok kadın için arama yapma veya online destek alma yoluna gitmenin dahi güç bir hale geldiği ifade ediliyor[3].
Türkiye’de pandemi döneminde şiddet artışına ilişkin bu alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarından gelen kaygı verici gözlemler var. Türkiye özelinde, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, salgın döneminde destek hatlarına gelen başvurulardan bu dönemde şiddeti ortaya çıkarmanın ve raporlamanın dahi güçleştiğine ilişkin örnekler sunuyor[4]. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın, pandemi döneminde kadına yönelik şiddetle mücadelede mekanizmalarının nasıl işlediğine ilişkin olarak hazırladığı izleme raporunda da, bu dönemde ihtiyacın özellikle arttığı bu mekanizmaların işleyişinde ciddi aksamalar tespit ediliyor.[5] Kadına yönelik şiddete ilişkin pandemi öncesi veriler, Türkiye’de erkek şiddetinin yaygınlığını ortaya koymakta. OECD’nin 2014 yılında yayınladığı karşılaştırmalı verilere göre, Türkiye’de kadınların %42’sinin hayatlarının bir döneminde eşleri/partnerleri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmış. Bu oran ile Türkiye, Meksika’dan sonra ikinci sırada[6]. Türkiye’yi izleyen ülke ise %36 oranı ile ABD.
BM raporunda pandemi döneminde kadına yönelik şiddetle mücadelenin COVID-19 mücadele politikasının ana hatlarından biri olması gerektiği vurgulanıyor. Türkiye’de evde kal çağrısına eşlik eden gerek yerel gerekse ulusal düzeyde kadına yönelik şiddet karşısında net iletişim, politika ve takip maalesef mevcut değil. Tam tersine, apar topar meclisten geçirilen infaz düzenlemeleri ile cinsel suçlar ve kadınlar için tehdit oluşturabilecek pek çok suç için af anlamına gelebilecek maddeler yer aldı. Kadına yönelik şiddet ile mücadele mekanizması, pandemi koşullarında işlemez hale geldi. Bu nedenle, hanenin karanlık alanı karabasan gibi üzerimize çökmekte.
Hanelerin bir başka görünmez alanı da bakım ve ev emeği. Türkiye’de kadınlar, pandemi öncesinde de, ortalama olarak hane halkı ve aile bakımına erkeklerden 5 kat fazla zaman ayırıyordu. Bu fark, AB ve OECD ortalamasın katbekat üzerinde. Şimdi bu uçurumu, eve kapanan hane üyelerinin ve pandemi koşullarının artan ihtiyaçları ile düşündüğümüzde kadınların üzerindeki yükün ne kadar arttığını kestirmek hiç zor değil. Artan bakım, sağlık, hijyen, özen, duygusal emek ihtiyacına, eğitimin uzaktan eve taşınmasının yarattığı organizasyon ve eğitime destek yükünü ve onun üzerine bir de yaşlıların artan sağlık ve bakım ihtiyaçlarını ekleyin. Üstelik bu dönemde, ev ve bakım işleri için alınan gerek ücretli emek desteği gerekse nesiller arası dayanışma ile aile büyüklerinden alınan desteklerin birden kesildiğini düşündüğümüzde, hanenin bir başka karanlık yönü ile daha karşı karşıya kalıyoruz. Yalnız anneler, eğitimine evde devam eden genç kızlar, evin içinde aynı zamanda ücretli işlerini devam ettirmeye çalışan kadınlar ya da pandemi koşullarında dışarıda çalışmak zorunda kalan kadınların ev ve bakım yüklerinin yarattığı baskı ve sıkışmışlığın boyutları taşınamaz bir hale geliyor.
Bir yanda sağlığımız bir yanda işlerimiz…
Peki iş piyasası ne halde dersiniz?
Kadınlar, yalnızca ücretsiz bakım ve ev işlerine erkeklerden katbekat fazla zaman ayırmakla kalmıyor; istihdam içinde yer aldıklarında da ağırlıklı olarak kayıt dışı ekonomide, ücretsiz aile işçiliğinde, daha düşük ücretli işlerde, kariyer yolu daha kapalı pozisyonlarda yer alıyorlar.
COVID-19’un -önceki resesyonlardan farklı olarak- dünya ekonomisini küresel bir durgunluğa doğru sürüklediği ifade ediliyor. ILO, tamamen veya kısmen alınan kapanma önlemlerinin, küresel işgücünün %81’ini temsil eden 2,7 milyar çalışan insanı etkilediğine işaret ediyor. Kadınların iktisadi faaliyetleri bundan çok daha orantısız bir biçimde olumsuz etkilenecek. Örneğin ABD’de yayımlanan bir raporda, kadınların pandeminin en çok vurduğu veya tümüyle durma noktasına gelen sektörlerde ve işlerde yoğunlaştıkları, asgari ücretle geçinenlerin 2/3’ünü oluşturdukları ifade edilmiştir.[7] Gelişmekte olan ülkelerde ise çalışan kadınların %70 gibi ezici bir çoğunluğunun hastalık, izin ve sosyal güvencelere erişiminin çok sınırlı olduğu enformel ekonomide yer aldıkları düşünülürse, durumun çok daha ağır olarak yaşanacağı ifade edilmektedir.[8]
Türkiye %32,2 kadın istihdam oranı ile OECD ülkeleri içerisinde en düşük sıralarda yer almaktadır[9]. Toplam kadın istihdamının %43’ü tarımsal alanda olup, çalışan kadınların üçte biri ücretsiz aile işçisi konumundadır. Çalışma zamanının tümünde sigortalı olsa dahi kadınlar çok daha düşük emekli ödenekleri almaktadır.[10]Kadınlar arasında işsizlik oranları daha yüksektir. Kadınlar, mesleki yatay ayrışmalar nedeniyle de pandemi döneminde risk altındadır. Sağlık hizmetlerindeki işgücünün %70’i kadındır. Özellikle de hemşireler, ebeler, sağlık görevlileri, kasiyerler, eczacılar gibi ön cephede çalışanların büyük bir çoğunluğu kadındır. Bunun yanı sıra sağlık destek hizmetleri, temizlikçilik, çamaşırcılık, yemek hizmetleri gibi alanlarda çalışanların da virüse maruz kalma riskleri yüksektir ve bu sektörler ağırlıklı olarak kadın-yoğun sektörlerdir. Hemşirelerin; ABD’de %75’i, Şanghay’da %90’dan fazlası ve doktorların yarısı kadın.[11] İspanya’da koronoviris teşhisi konulan sağlık çalışanlarının %72’si, İtalya’da %62’si kadındır.
Peki ne yapalım?
Pandemi, gerek küresel sistemin gerekse sosyal, siyasal ve ekonomik sistemlerin tüm zayıflıklarını apaçık gözler önüne sererken, aslında bir yandan çözüm için nelere ve kimlere odaklanmamız gerektiğini de ortaya çıkarıyor. Buradan güçlenerek çıkış, her düzeyde eşitlikçi, kamusal yararı temel alan, adil ve krizlere dayanıklı toplumsal örgütlenmelerin hayata geçirilmesine bağlı.
BM’nin COVID-19’un kadınlar üzerindeki etkisini
değerlendirdiği raporunda da iyileşmenin, gelecekteki krizlere karşı daha
dirençli olacak daha eşitlikçi bir dünya ile mümkün olduğunun altı çiziliyor.
Bunun için COVID-19 ile mücadeleye yönelik her tür önlem ve politikanın
toplumsal cinsiyet perspektifini içermesinin, yalnızca kadınlar açısından
değil, dayanıklı toplumlar yaratmak için önemli olduğu ifade ediliyor[12].
Yani, “ve kadınlar” yaklaşımının da ötesinde, toplumsal cinsiyet temelli bir
perspektifi merkeze almanın iyileştirici bir etkisi olacak. Pandemi yönetiminde
bu perspektifi benimseyen aktörlere, bakım ekonomisine, kamusal sağlık
hizmetlerine, hayatı eşit bir biçimde var kılmaya ihtiyacımız var. Evden
başlayarak küresel bir iyileşmeye ihtiyacımız var. Her anlamda!
[1]https://www.unwomen.org/en/digital-library/publications/2020/04/policy-brief-the-impact-of-covid-19-on-women
[2]https://www.unwomen.org/-/media/headquarters/attachments/sections/library/publications/2020/issue-brief-covid-19-and-ending-violence-against-women-and-girls-en.pdf?la=en&vs=5006
[3]https://www.unwomen.org/en/digital-library/publications/2020/04/policy-brief-the-impact-of-covid-19-on-women
[4]http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/aciklamalar/2899/koronagunlerindekadinlaricin-siddetten-korunma-kilavuzu
[5]https://morcati.org.tr/wp-content/uploads/2020/04/Koronaviru%CC%88s-salg%C4%B1n%C4%B1-su%CC%88resince-KYS%CC%A7-rapor.pdf
[6]https://www.dogrulukpayi.com/bulten/korona-gunlerinde-kadina-yonelik-siddet-artiyor
[7]https://thehill-com.cdn.ampproject.org/c/s/thehill.com/opinion/civil-rights/490370-women-are-hit-hardest-by-impact-of-coronavirus?amp
[8]https://www.unwomen.org/-/media/headquarters/attachments/sections/library/publications/2020/policy-brief-the-impact-of-covid-19-on-women-en.pdf?la=en&vs=1406
[9]Seyhan Erdoğdu(2020), “COVID 19 Krizi, Kadın İstihdamı ve İşsizliği”, KEİG Bilgi Notu, http://www.keig.org/covid-19-krizi-ve-kadin-istihdami-ve-issizligi/
[10]Ece Öztan(2019), s.42. https://aramizda.org.tr/wp-content/uploads/2020/02/Aram%C4%B1zda_Kalmas%C4%B1n.pdf
[11]https://thehill.com/changing-america/respect/equality/488509-the-hidden-burden-of-the-coronavirus-on-women
[12]https://www.unwomen.org/en/digital-library/publications/2020/04/policy-brief-the-impact-of-covid-19-on-women
*Ece ÖZTAN
Dr., Siyaset Bilimi
ece.oztan@sodev.org.tr