Dünyanın hemen her yerinde, kayıt dışı çalışmanın yoğun olduğu inşaat, konfeksiyon, mevsimlik tarım işçiliği gibi alanlarda göçmen emeğiyle karşılaşılıyor. Son yıllarda çok yüksek sayıda göçmen ve mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’de ise, özellikle konfeksiyon sektörü göçmen işgücünün fazlalığı ile dikkat çekiyor. Bu yazıda, İstanbul’daki konfeksiyon sektöründe yabancı işgücü ihtiyacı üzerine yaptığım bir araştırmanın sonuçlarına dayanarak bu sektördeki göçmen işçilerin varlığı ve etkileri üzerine bazı noktalara dikkat çekmek istiyorum.
Yazıya temel olan araştırma
Yazıda kullanacağım araştırma Ağustos-Aralık 2015 döneminde gerçekleştirildi. Sektöre dair istatistiksel bilgiler ve göçmen işçilerle ilgili kayıtlı işgücü verileri incelendikten sonra hazır giyim sektöründe farklı mesleklerden on uzman ve on beş işverenle görüşüldü. Görüşme yapılan 15 işverenden dört tanesi hazır giyim ihracatı yapan firmalar, geri kalanları ise büyük firmalar için fason imalat yapan atölye sahipleriydi. Bağcılar, Zeytinburnu, Bomonti gibi İstanbul’un değişik semtlerinde yer alan bu atölyeler, genellikle 15-45 arasında çoğu sigortasız işçi çalıştıran, işletmelerdi. Yüz yüze görüşmelere ek olarak, hazır giyim sektöründe çalışanların deneyimleri üzerine iki odak grup görüşmesi yapıldı. Bunların birinde yerli erkek işçiler, diğerinde ise sektörde işçi veya işveren olarak yer almış yerli kadınlarla görüşüldü.
Hazır giyim sektörü üretim ve tüketimin mekansal dağılımı açısından en küresel sektörlerden biri. Bugün küresel firmaların başat rol oynadığı hazır giyim sektöründe imalatın büyük kısmı üçüncü dünya ülkelerinde yapılıyor. “Yeni uluslararası işbölümü” (NIDL – newinternationaldivision of labor) yaklaşımı bu durumu, imalatın ileri kapitalist ülkelerden işgücünün ucuz, vergilerin düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere kayması olarak açıklıyor. Ayrıca, ikili işgücü piyasaları kuramına göre, ülkeler içinde işgücü piyasaları formel ve enformel olarak ayrılırken ikinci grupta sömürüye daha açık göçmenler, kadınlar ve çocuklar yer alıyor. Bu enformel işgücünü oluşturanlar kırılgan ve zayıf sosyoekonomik durumlarından dolayı mevcut işgücü piyasasından daha düşük ücretlere, daha uzun saatler çalışmaya mecbur kalıyorlar. Spener ve Caps, Meksika-ABD örneğini incelerken, imalattaki küreselleşmenin iki boyutu olduğunu, konfeksiyon ve gıda gibi emek yoğun sektörler Meksika’ya kayarken ABD’de kalan atölyelerde ise göçmen işçilerin istihdam edildiğini belirtiyorlar[1]. Kısacası, her yönüyle küreselleşmeden nasibini almış bir sektörden bahsediyoruz.
Hazır giyim sektöründe imalatın küreselleşmesi ve üçüncü dünya ülkelerine kayışından bahsederken, sektörde son on yıldır belirleyici olan hızlı moda (fast fashion) akımının etkilerinden de söz etmek gerekir. Hızlı moda akımıyla, sipariş büyüklükleri küçülürken, üretimde parti sayısı artmakta, “yoğun takvimler, daha kısa üretim döngüleri, hızlı prototip hazırlama ve az sayıda alım baskısı” altındaki imalatçılar için esnek üretim modeli kaçınılmaz hale gelmektedir.[2] Modellerin sık sık değiştiği ve düşük fiyatlarla pazara sunulduğu bu yeni hazır giyim stratejisi hızlı ve ucuz üretim kuralına dayanmaktadır[3]. Eskiden geçerli olan daha uzun aralıklarla ve baştan net olarak tanımlı siparişler düzeninden hızlı moda modeline geçiş dünyaca ünlü küresel hazır giyim firmaları için hızlı bir büyüme anlamına gelmiş olsa da, 3. dünya ülkelerindeki imalatçılar ve özellikle işçiler için ciddi sorunlara neden olmuştur.
Hızlı moda akımıyla değişen sipariş sistemi karşısında ihracatçı firmalar taşeronluk sistemine geçerek, yani ünlü hazır giyim markalarından gelen siparişlere cevap verebilmek için işi parçalara bölüp fason üretim yapan daha küçük atölyelere dağıtarak uyum sağlamışlardır.[4] Üretimde daha fazla parti sayısı, daha küçük siparişler, yoğun takvimler, daha kısa üretim döngüleri, hızlı prototip hazırlama anlamına gelen bu üretim sonucunda ürünler daha ucuza mal oluyor gibi gözükse de, “True Cost” adlı belgeselde de anlatıldığı üzere, hepimizin üstündeki ucuz hazır giyim ürünlerinin gerçek maliyeti çok daha yüksektir. (http://truecostmovie.com).
Sektörde son gelişmeler
Türkiye’de tekstil ve hazır giyim sektörü ülkenin ekonomik kalkınmasındaki başat aktörlerden biridir. 1950’lerde sanayileşmenin başlamasıyla öncelikli istihdam alanlarından olan sektör, bugün de iki milyon civarı çalışanıyla, toplam istihdam içinde %13,6 paya sahiptir. İhracat gelirlerinin % 23,9’u da gene aynı sektörden gelmektedir.[5] Sektörün coğrafi dağılımına bakıldığında, diğer pek çok ekonomik faaliyette olduğu gibi, İstanbul ön plana çıkmaktadır. Türkiye’de en çok hazır giyim ihracatı yapan iller listesinin en üstünde açık arayla İstanbul bulunmaktadır. Toplam ihracatın %70’i İstanbul’dan çıkmaktır.
Hazır giyim sektöründe esnek ve kayıt dışı çalışma oldukça yaygındır.[6] Küresel rekabetin çok yüksek olduğu bu sektörde, fason üretim yapan firmalar değişen talebe göre işçileri geçici ve düşük ücretlerle istihdam etmektedir. Kalkınmış ülkelerde hazır giyim sektöründe imalat işleri yok olurken, kalkınmakta olan ülkelerde ağır çalışma koşulları, düşük ücretler ve yaygın kayıt dışılık gözlenmektedir. Sendikalar ve uzmanlar, sadece hazır giyim imalatında yaklaşık 1,5-2 milyon kayıt dışı istihdam olduğunu söylüyor. Kayıt dışılık yukarıda bahsedilen taşeronlaşma ve fason imalatın kaçınılmaz bir parçası. Aşağıdaki alıntıda, Bağcılar’da görüştüğüm bir atölye sahibi siparişlerin düzensiz olmasından dolayı işçileri sık sık işten çıkardığını anlatıyor:
“Atölyecilik ciddi kriz halinde. Her geçen gün biri kapanıyor. Biz de sipariş olmayınca kapatıp tekrar açıyoruz. Bu arada çalışanları ücretsiz izne gönderiyoruz. Geçen sene kapandı mesela bizim atölye. Bu sene tekrar açıldı. Çalışanlar haftalık, günlük çalışıyorlar burada. Paralarını zar zor ödüyor, bazen de ödeyemiyoruz. Sipariş gelmeyince atölye dönmüyor. Öncelikli olarak bir firmayla çalışıyoruz, onların işi olmazsa bizim boş zamanımız olursa başka firmalarla çalışıyoruz. Fason çalışmak durumundayız. Ama tekstil bitti artık iş yok. İki senedir durum bu. İki sene önce kendimizi götürebiliyorduk yine, şu an bataktayız. Elemana borçlandığımız çok oluyor.”
Kocasıyla beraber çalışan bir kadın atölye sahibi ise günlük işçi pazarlarından bahsetti:
“Bu süreç farklı bir işçi kesimini ortaya çıkardı. Atölyeciler sürekli iş bulamıyorlar. Ben iş bulamadığım sürece işçiyi yatırmak istemiyorum. Ben de günlük işçi buluyorum. Şu an mesela bizim orada (Zeytinburnu) günlük işçi pazarları var. Bunlar şimdi işte günübirlik işçi lazım olacak diyor o pazara gidip günlük işçi alıyor. Buradaki işçiler de işinden memnun.(…) Konfeksiyon ağır bir iş olduğu için haftanın üç günü çalışıp iki günü evde yatmayı düşünen bayanlar var. Mesela çok ağır bir iş haftanın beş günü bir ay boyunca çalışılamıyor bu işlerde. Şu an burada çok fazla bir günlük işçi uygulaması var. Ve bu işverenin de işine geliyor. Sigorta da ödemiyor, herhangi bir sosyal güvenlik ödemiyor. Sadece işçiyi işçi pazarından alıyor akşam tekrar bırakıyor. (…) Günübirliklerin çoğu genç kızlar ya da Suriyeliler. Genç kızlar evleninceye kadar çalışıyorlar. Mesela lise öğrencileri yaz tatillerinde konfeksiyonda çalışıyor (…) Ama normalde mesleklerini aldıkları zaman kimse tercih etmiyor.”
Atölye sahipleri, görüşmelerde sık sık “sektör krizde” dediler. Bunun temel sebepleri arasında da dış pazarların daralması, kur farkındaki oynamalar, taleplerin düzensiz olması, firmalar tarafından ödemelerin düzensiz yapılması, gibi noktalara değindiler. Araştırma sırasında, krizin yukarıdan aşağıya aktarıldığını ve en ağır yükün piramidin en altındaki işçilerin sırtına bindiğini gördük. Büyük markaların ana tedarikçisi olan dış ticaret firmaları sertleşen küresel rekabetten dolayı darboğaza girdikçe, atölye sahiplerinin de işleri zorlaşmakta; bu da doğrudan işçilere yansımakta.
Çalışma koşullarındaki tüm bu zorluklardan dolayı, konfeksiyonda giderek artan bir işgücü açığı var. Hazır giyim alanındaki önemli kuruluşlardan birinde uzun yıllardır çalışan bir uzmanın ifadesiyle:
“Önceden mesela sokağa çıktığınızda her dört kişiden ikisi tekstil-konfeksiyon ile ilgiliydi; ya perakendesindeydi, ya üretimindeydi, ya atölyesindeydi. Çünkü en büyük sektördü, ihracatın %30’larını, %40’larını yapan bir sektördü. 2000’li yılların başlarından itibaren gelişen başka sektörler oldu. Perakende sektörü gelişti, diğer hizmet sektörleri gelişti. AVM’ler açıldı, çağrı merkezleri açıldı, diğer sanayi sektörlerinde de gelişmeler oldu. Öyle olunca işgücü bölündü. İmaj olarak da işçiler artık fabrikada gidip üretim bandında çalışmak yerine şık bir ortamda kasiyer olmayı, telefonlara cevap vermeyi tercih ediyor. Özel güvenlik oluyor hastanede veya AVM’de. Bunun sonucu olarak da daralan bir işgücü payı var sektörde.”
Suriyeli işgücü
Yerli işgücünün giderek terk ettiği bu atölyelerde, göçmen işçiler, özellikle de Suriyeli mülteciler iş devralıyor. Konfeksiyon sektörünün ihtiyaç duyduğu “yedek işgücü ordusu”nun yeni neferleri, sayıları 3,5 milyondan fazla olan “geçici koruma statüsü”ndeki Suriyeli mülteciler. Ocak 2016’da geçici koruma altındaki Suriyelilerin çalışma izni almasını mümkün kılan bir düzenleme kabul edilmiş olmasına rağmen, bugün ancak 30 bin civarı Suriyelinin çalışma izni var. Suriyeliler en zor işlerde, sigortasız ve düşük ücretlere çalışmak zorunda; kısacası emek piyasası hiyerarşisinin en altında (şimdilik) Suriyeliler bulunuyor.
Bitirirken, bu derece ağır koşulların geçerli olduğu bir sektörün nasıl sürebildiğini sormak gerekiyor. Benim görebildiğim kadarıyla, mevcut koşulların zorluğu karşısında işçiler için iki önemli dayanma mekanizması var: Birincisi, geçicilik algısı: Görüştüğümüz hemen her işçi, “çok yakında” konfeksiyondan çıkıp başka bir işe geçeceğini söyledi. İkincisi de, Suriyeli mültecilere verilen insani yardımların düşük ücretleri telafi eden bir sübvansiyon mekanizmasına dönüşmüş olması. Türkiye’de giderek kalıcılaşan Suriyeli mültecilerin, bu zorlu çalışma koşulları ve düzensiz istihdam yapısı karşısında, konfeksiyon sektöründeki işgücü ihtiyacını daha ne kadar ve nasıl karşılayacaklarını önümüzdeki dönemde incelemeye devam etmek gerekiyor.
[1] Spener, David ve Randy Capps, “North American free trade and changes in the nativity of the garment industry workforce in the United States”, International Journal of Urban and Regional Research, 25 (2), (2001): 301-326.
[2] Tokatlı, Nebahat, Ömür Kızılgün ve Jinsook E. Cho , “The clothing industry in Istanbul in the era of globalisation and fast fashion”. Urban Studies, 48 (6), (2010): 1204.
[3] Dal, Vedat ve Muazzez Gürpınar, Hazır Giyim Sanayiinde Hızlı Moda Kavramı ve Bir Model Önerisi, (İstanbul: İstanbul Sanayi OdasıYayınları, 2010): 2010/13 (İstanbul).
[4] Tokatlı vd. a.g.e. (2010).
[5] Öz-İplik İş Sendikası, “Tekstil Sektörü Değerlendirme Raporu”, (2009). http://www.oziplikis.org.tr/tr/data.asp?id=171 (18.8.2015).
[6] Bkz. Kılıç, Cem, “Kayıtlı Çalışma Süreci ve Tekstil Sektörü İşletmelerinin Yeniden Yapılandırılması El Kitabı”, Öz-İplik İş Sendikası ile Malatya Ticaret ve Sanayi Odası Sosyal Dialog ve Eğitim Yoluyla Kayıtlı İstihdamın Desteklenmesi Projesi Raporu, Toksöz, Gülay, Seyhan Erdoğdu ve Selmin Kaşka (2012), “Türkiye’ye Düzensiz Emek Göçü ve Göçmenlerin İşgücü Piyasasındaki Durumları”, IOM International Organization for Migration Raporu, (2011); Dedeoğlu, Saniye ve Gökmen, Çisel Ekiz, Göç ve Sosyal Dışlanma: Türkiye’de Yabancı Göçmen Kadınlar (Ankara: Efil Yayınları,2011); Lordoğlu, Kuvvet, “Türkiye’deki Çalışma Hayatının Bir Parçası Olarak Yabancı Çalışanlar”, Pusch, B. ve Wilkoszewski, T. (Der.) Türkiye’ye Uluslararası Göç: Toplumsal Koşullar-Bireysel Yaşamlar (İstanbul: KitapYayınevi,2010): 89-109.
* Bu makalenin uzun versiyonu daha önce Alternatif Politika dergisinde yayımlanmıştır. Didem Danış, “Konfeksiyon Sektöründe Küresel Bağlantılar: Göçmen işçiler, sendikalar ve küresel çalışma örgütleri” Alternatif Politika, V.8 (3), (2016): 562-586.
*Didem DANIŞ
Sosyoloji, Doç. Dr.
didemdanis@yahoo.com