CHP Parti Meclisi’ne Sunulan Gezi Raporu

Umut AKDOĞAN; Hukukçu – CHP Parti Meclisi Üyesi tarafından CHP Parti Meclisi’ne sunulmuş raporun makale formatında özeti

Raporun yazımına Umut Akdoğan ile birlikte katılanlar:
Dr. Ali Haydar Fırat; iletişimci, gazeteci, yazar, Erdi Öztürk; Ankara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Asistan, Eren Aksoyoğlu; üniversite öğrencisi (Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler) Gül Çiftci; hukukçu – CHP Parti Meclisi üyesi
Türkiye halkı; sosyal ve siyasal tarihinin en çoğulcu, katılımcı, demokratik ve en uzun süreli eylemlerin yaşadı. Biz buna tanıklık etme mutluluğunu taşıyan genç kuşağın bireyleriyiz. Gezi Parkı’nı koruma isteminin; bir yerde geniş toplum kesimlerinin her alanda yaşadığı mağduriyeti, hak kayıplarını, baskıcı ve otoriter yönetim ve söylemine dönük biriktirdiği enerjinin açığa çıkmasıyla birleştiğine büyük bir umutla tanıklık ettik, katkı sunduk.

Gezi Parkı gösterilerini hazırlayan olgular

Her toplumun ve ülkenin kendi özellikleri, özgünlükleri ve dinamikleri o coğrafyadaki toplumsal ve siyasal hareketlerin niteliğini belirler. Türkiye’nin ve onun öncesindeki Osmanlı döneminin siyasal yaşamı farklı olaylar, isyanlar ve mücadeleler ile şekillenmiştir. Mücadele, kurtuluş ve bağımsızlık bu toprakların yabancısı olduğu deneyimler değildir. Bunlardan en önemlisi olan Cumhuriyet devrimi tarihimizdeki en köklü mücadele ve aydınlanma sürecidir. Kuruluşundan bugüne farklı tartışmalara, değerlendirmelere ve mücadelelere konu olsa da Cumhuriyet’in ve demokratik yaşamın ciddi bir birikim meydana getirdiği görülmektedir. Gezi Direnişi, bu birikimin en yoğun ve kendiliğindenci yöntemlerle ortaya çıktığı bir mücadele sürecidir. Gezi olayları kendinden önceki tarihsel olaylara özellikle sivil itaatsizlik özelliğiyle benzerken; meşruiyeti, savundukları ve tarzıyla ciddi bir kopuş, Türkiye toplumu için bir büyük eşik atlama ve sıçramadır.

Bilindiği üzere Türkiye’de, -31 Mayıs 2013 tarihinden başlamak üzere- önce İstanbul Gezi Parkı, Ankara Güvenpark ile Kuğulu Park ve İzmir Gündoğdu Meydanı’nda başlayan ve tüm yurda yayılarak devam eden olaylar meydana gelmiştir. Bu olaylar; ilk başta Gezi Parkı çevresindeki yurttaşların “kent hakkı” çerçevesinde tanımlanabilecek bir talebi olarak görülse de, esas itibariyle 1980 sonrasında doğan ve 1990 sonrasında piyasalaşmaya/güdükleşmeye; bunların yanısıra küresel ölçekli popüler kültürün eziciliğine maruz kalan kuşakların toplu bir haykırışı ve mevcut siyasal iktidara karşı demokratik bir başkaldırısıdır.

Bu hareket bir yanıyla AKP’de somutlanan otoriterliğe, onun politikalarına, keskin ve rahatsız edici söylemine diğer yandan neoliberal kapitalist sistemin politikalarına ve tüketime mahkum edilerek hiçleştirilen gençliğin karşı çıkışına dayanmaktadır. Bu direniş, alışılagelmiş yöntem ve analizler ile açıklanması oldukça zor, içerisinde bu ülkenin bütün farklılıklarını barındıran bir büyük halk hareketidir.

Gezi Parkı eylemlerinin en önemli ve anlamlı sloganlarından bir tanesi “Kahrolsun bazı şeyler”dir. Bu slogan, belirli bir sıkışma sonucunda evinde, okulunda ve en önemlisi de bilgisayarının başında siyasallaşmış bireylerin nasıl tanımlanması gerektiğinin ve neden tam olarak tanımlanamadığının en önemli göstergesidir. Böylesi bir slogan etrafında şekillenen yapının apolitik olduğunu düşünmek ise tamamen hatalı olur. Bu bağlamda, bu yapının apolitik olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz; tersine, söz konusu yapının yapıtaşları yeni siyasal düzenin politik aktörleridir.

Apolitik sanılagelmiş politik aktörler

“Apolitik: Siyasi görüş ve olaylardan habersiz veya onlara kayıtsız kalan” tanımı TDK’ya aittir. Bu tanımdan yola çıkarsak, bu direnişin ana kahramanı olan gençlerin bu sıfatla anılmasının hem yanlış hem de haksız olduğunu söyleyebiliriz. Zira anlaşılmaktadır ki gençler siyasi görüş ve olaylardan habersiz değillerdir. Bunca zaman siyasi görüş ve olaylardan habersiz olan gençlere bir gecede veya bir tek toplumsal olayda bu bilincin yüklenmesi söz konusu olamaz. Anlaşılıyor ki, gençler bu zamana kadar olan olumlu olumsuz tüm gelişmeleri izlemiş; bunlardan kendi yarattığı mecralar ve topluluklar üzerinden haberdar olmuş; bu gelişmelere karşı nitelikli eleştiriler getirmiş ama siyaset kurumu ile aralarındaki mesafe nedeniyle harekete geçmemiş. Çeşitli nedenlerle o alanda olan gençlerden, eğlenmek için orada bulunanların bile, asgari bir “politik haberdarlığı” vardır. Bunun en önemli nedeni ise, hem ekonomik piyasanın hem de siyasal yapının bu gençleri belirli bir şekilde kalıplaştırmaya çalışması; bütün yaşamları içerisine yayılan “mezun ol, iş bul, evlen, çocuk sahibi ol” benzeri kalıpların onlara dikte edilmesi ve bu kalıpların bu kuşağa artık dar gelmesidir. Bu cendere ve AKP’nin tepeden inmeci politikaları, onları politik birer özne konumuna getirmiştir.

Bu gençler, TDK’daki apolitik tanımının ikinci bölümündeki “kayıtsız kalan” nitelendirmesini ise direniş alanına çıktıkları ilk anda üzerlerinden atmış, durumun hiç de böyle olmadığını kanıtlayarak bu ifadeyi reddetmişlerdir. “Apolitiklik” balonu; bir plastik mermi, bir gaz bombası ya da TOMA’lardan gelen tazyikli su ile patlamış ve ortaya farklı, hayranlık uyandıran bir yapı çıkmıştır.

Eylem alanında kitap okuyan, o alanlara kütüphane kuran ve hatta alana piyano getiren bir kitlenin apolitik sıfatıyla tanımlanması haksızlıktır. Durumun şu şekilde tanımlanması en doğru ifade olacaktır: Esas aktör olarak gördüğümüz gençler tam donanımlı bir direniş tünelinden geçmişlerdir. Bu direniş tünelinde bir kitap dolusu bilgiyi ve yorumu Twitter mecrası üzerinde, 140 karakterde tarifleyebilen bir kıvraklık vardır. Bu direniş tünelinde akılları durduracak nitelikte duvar yazıları vardır. Bu direniş tünelinde daha çok bilinç, daha çok dayanışma, daha çok isyan, daha çok isteklendirme vardır. Kanımızca bu direniş tünelini daha çok açmak oldukça faydalı olacaktır.

Ortak sorumluluk duygusu siyasal alana taşınmalı

Biber gazına maruz kalanların gözüne losyon süren ve ağzına Talcid atan ekip, evinden pasta börek yaparak eylemcilere götüren kadın, “gidemem ama su-süt-limon benden” diyen zengin, piyanosunu Taksim’e taşıyan sanatçı, üniversitelerin final sınavlarında kolay soru sorarak gençleri eyleme motive eden akademisyen, gece gündüz emniyette ifade aldıran avukat, tencereli tavalı mahalle halkı, korna çalarak destek olan şoför, kandil gecesi simit dağıtan ve Gezi Parkı’nda namaz kılan Müslümanları koruma kalkanı içine alan gençler, otobüste dayak yiyen türbanlı kadını savunan direnişçiler hep bu tünelin içindedir. Tüm bu insanlar bu tünelden bir “yurttaşlık kültürü” ile çıkmıştır. Bu çerçevede toplumumuzun eleştirel ve entelektüel birikimi kendisini bu direniş sürecinde farklı şekillerde ortaya koymuş ve bütün dünyayı etkileyen bir potansiyel meydana getirmiştir.

Bu yapı kendisini doğrudan doğruya bir yere ait olarak tanımlamaktan çok “belli rahatsızlıklar üzerinden doğan AKP karşıtlığı” ile tanımlamaktadır. Bütün bu yapıyı aktör haline getiren, onu özneleştiren ve de bütün farklılıkları ortak bir hareket zemininde birleştiren şey AKP politikalarıdır ve olaylar süresince AKP zihniyetinin izlediği şiddet politikasıdır. Öyle ki Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı bunu doğrularcasına bir itirafta bulunmuştur. Avcı “Muhalefetin 10 yılda yapamadığını biz 5 günde becerdik” demiştir.

Başbakan sosyal yaşamdan kültürel yaşama, ekonomiden dış politikaya kadar her alanda topluma kendi tezlerini kabul ettirmek için çok yoğun baskılar kurmuş ve sonunda toplum bu baskıları taşıyamaz bir noktaya gelmiştir. Buna ek olarak, AKP’nin politikalarının piyasa eksenli olması, yeni kuşağı anlamaktan ziyade onu baskı altına alma çabaları, eğitim sisteminde yaptığı değişiklikler, aile fertlerinin sayısını devlet eli ile belirleme çalışmaları, kürtaj tartışmalarına hem eril dili ile müdahil olması hem de konuya teolojik bir boyut getirmesi ve siyasetinin referanslarını sürekli dinsel bir temele oturtmaya çalışması ciddi bir öfke birikimine neden olmuştur. Ötekileştirme olgusunun her alanda giderek daha yoğun bir biçimde AKP eliyle dolaşıma sokulması, ancak buna rağmen AKP’nin sürekli mağduru oynayan tavrı ciddi bir politizasyon sürecinin yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Bu olayların temel nedeniAKP’nin demokrasiyi içselleştirememesi ve “biz” demekten vazgeçmeyip, “ben” demekte ısrarcı olmasıdır.

Gezi olaylarını anlatırken Başbakan Erdoğan’ı kısa bir şekilde ele almak gerekmektedir. Lord Acton, Erdoğan’ın uzun bir süredir içinde olduğu ve son günlerdeki olayları da etkileyen politik ruh halini 19.yüzyılda özetlemiştir: “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır”. Başbakan Erdoğan, hem kamusal alan hem de özel alan kontrolünü “ideolojiler çağının bitişi, yeniçağda hizmet partisi ” popülizmi ile her türlü baskıyı meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Gezi Direnişi antidemokratik zihniyetten demokratik zihniyete geçişin bir simgesidir. Çünkü hem temsili demokrasi hem de otoriter liderlik anlayışı bir kriz içindedir. Temsili demokrasi ve tek lider yapılanması insanların sorunlarını çözmekte yetersiz kalmaktadır. Temsili demokrasi halkın kendi sorunları hakkında doğrudan karar almasını engellemektedir. Artık insanlar kendileri hakkındaki kararları kendileri almak istemektedir. Bu, katılımcı demokrasiye geçiş isteğidir. Bütün bunların yanında görülmüştür ki Gezi Direnişi ile başlayan bu süreç, Türkiye için “başkanlık sistemi tartışmaları”nı da bir daha geri dönülmemek üzere sonlandırmıştır.

Üretim süreçlerinde etkin olmamasına karşın artı değeri her daim alan sınıfsal ilişkilerin tasfiyesi, alışılmışın dışındaki yaşam tarzlarına hoşgörü göstermek gibi içsel hiyerarşi barındıran kavramların yerine saygının özümsenmesi ve bugünden başlayarak gelecek kuşak haklarının varlığının öneminin kavranması bu direnişin bizlere öğrettiği temel derslerdir. Bu durum mutlaka büyük siyasi tablo içerisinde de uygulanmalıdır.

Bir cevap yazın