Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 2016 yılının Kasım ayında, seçimi kazanacağı düşünülen Hillary Clinton’un Donald Trump’a beklenmedik sonrası, biçimde yenilmesi sonrası Demokrat Parti’de kazan kaynamaya başlamıştı. Uzun yıllardır sğregelen neoliberal politikalarla zayıflatılan işçi kesimin Washington’daki yönetici sınıfa duyduğu kızgınlık; Trump’ın sistem karşıtı, sağcı, popülist demagojisiyle birleşince Amerikalıların hiç beklemediği yeni bir siyasi gerçeklik oluştu. Bu beklenmedik yenilgi, Demokrat Parti tabanında parti yönetimine ve yerleşik siyasal düzene yönelik bir tepki yarattı. Demokratlar, bir yandan bu tepkiyle ve tabanında yükselen değişim dalgasıyla baş etmeye çalışırken, öbür yandan da Trump’ı 2020 Kasım ayındaki seçimlerde devirmenin hesaplarını yapıyor. Bu hesaplarda göz önüne alınması gereken en önemli hususlardan biri, 78 yaşındaki Senatör Bernie Sanders öncülüğünde büyük bir ivme kazanan yenilikçi sol kanat. Demokrat Parti’nin 2016 önseçimlerinde de Hillary Clinton’a rakip olan; ancak adaylığı kaybeden ‘demokratik sosyalist’ Sanders, çoğunlukla gençlerden ve mavi yakalılardan oluşan taban hareketiyle Kasım 2020’de Trump’ı yenmek için en ciddi şansa sahip iki adaydan biri konumunda.
Demokrat Parti ve sol siyasetin kısa tarihi
Bugün ABD’de halkın %43’ü “sosyalizmin ülke için iyi bir şey olacağına” inanıyor. Bu oran genç nesilde daha da yukarılara tırmanıyor. Bu veri, tarih boyunca ABD’de sol hareketlere olan bakış açısı göz önüne alındığında müthiş bir değişime işaret ediyor. Güçlü bir sol siyaset ve taban hareketi, belki de 1945’te Başkan Franklin Roosevelt’in ölmesinden bu yana, ABD’de görmeye alışık olduğumuz bir durum değil. Zaten ABD’nin sosyalist veya işçi hareketleri konusunda hep diğer Batı ülkelerinin gerisinde kaldığı, tarih boyunca görülen düşük sendikalaşma oranı gibi göstergelerde de ortaya çıkıyor. ABD’deki seçim sistemi, ırkçılık ve tarihsel olarak işçi şartlarının diğer sanayileşmiş ülkelere nazaran daha iyi olması gibi farklı sebeplerle sol siyasi hareketlerin başarılı olamadığını görüyoruz.
1917 Bolşevik devriminden sonra ABD’de yaygın olan komünizm korkusu, Soğuk Savaş’ın bitimine kadar da devam etti. Amerikan Devleti’nin her türlü sol hareketi bastırmak için harcadığı yoğun çaba ve seçim sisteminin dışarıdan bir üçüncü partiye izin vermemesi sebebiyle Demokrat Parti, kendini siyaseten solda gören herkesi çatısı altında toplamayı başardı. 1900’lerin ilk yarısında Demokrat Parti, sendikaları, gençleri ve solu temsil ediyordu. Ülke ekonomisi, Roosevelt’in Büyük Buhran sonrası 1933’te sosyal demokrat Yeni Düzen politikalarını uygulamaya koymasıyla düzlüğe çıktı ve Amerikan solu büyük bir ivme kazandı. Servetin tabana yayılmasını amaçlayan finansal politikalar, sosyal güvenlik politikaları ve işçiye ve çiftçiye yönelik halkçı siyaset ile kamuoyunda sosyal demokrasinin algısı değişti.
Neoliberalizmin yükselişi
Bu ekonomik kazanımlar, 1960’lar ile beraber -özellikle tarih boyunca negatif ayrımcılığa uğramış azınlık gruplar için- sosyal ve hukuki kazanımlara da dönüştü. Sivil haklar hareketi ve 1964 Medeni Haklar Kanunu’nun geçmesiyle siyahlar kanun önünde eşit haklara erişmiş oldu. Ancak buna reaksiyon olarak, bu durumdan rahatsız olan muhafazakar zengin beyazları tarafına çekmeyi başaran Cumhuriyetçi Parti, siyaseten giderek sağa kaymaya başladı; bugün ABD’de gördüğümüz sert kutuplaşmanın tohumları atılmış oldu. 1980 yılında Ronald Reagan’ın başkan seçilmesiyle serbest piyasa ekonomisi altında işverenlere vergi indirimi, piyasa regülasyonlarını azaltma gibi politikalarla vahşi Amerikan kapitalizmi daha da güçlendirildi. Bunun yanı sıra, Cumhuriyetçi hükümetlerin, azınlıklar ve toplumun dışlanmış kesimlerinin sosyoekonomik kazanımlarını geri alma çabaları sürdü.
Son otuz yılda ABD genelinde varlık eşitsizliği, ağırlıkla muhafazakarların, beyazların ve zengin kesimin desteğini arkasına alan Cumhuriyetçi Parti’nin agresif neoliberal politikaları yüzünden giderek büyüdü. 1989’da en varlıklı %1’lik kesim ABD milli servetinin %23’üne hakimken bugün %33’üne hakim; otuz yıl önce en varlıklı %10’luk kesim toplam servetin %60’ına hakimken, bugün %70’ine hakim. Ulusal düzeyde asgari ücret, 2009 yılından beri, saatlik 7.25 dolar seviyesinden ileri gitmedi; yani zenginler daha da zenginleşirken, orta ve alt sınıfın hayat standartları daha da düştü. Maaşların enflasyonla doğru orantılı artmaması sonucu orta sınıfın alım gücü azalırken, sağcı ekonomik politikalar ekseninde yapılan vergi kesintileri nedeniyle üst sınıfın serveti daha da arttı. Bütün bunlar olurken, bir yandan da sosyal güvenlik ağlarının zayıflatılması, sınıflar arası kutuplaşmayı keskin hale getirdi.
Yeni Sol ve Bernie Sanders’ın yükselişi
İşte ABD’de bugün gördüğümüz Yeni Sol da, işçi kesiminin ekonomik kaygılarından ve orta sınıfın, zayıflatılması sonucu yaşadığı kızgınlıktan besleniyor. Bu akıma, uzun siyasi kariyerini işçi haklarını savunarak geçiren senatör ve 2020 başkan adayı Bernie Sanders öncülük ediyor. Kendini gururla ‘demokratik sosyalist’ olarak tanımlayan Sanders, daha önce çoğunlukla apolitik olan genç ve işçi kesime doğrudan sesleniyor. Diğer siyasilerin ve başkan adaylarının aksine, büyük şirketlerden veya kuruluşlardan bağış almıyor; sadece örgütlediği tabandan destek alıyor. Hatta bu sayede Sanders, ülke genelinde 1.5 milyon kişiden aldığı 5 milyondan fazla özgün kampanya bağışı ile ABD seçim tarihinde en çok bağış alan aday konumunda. Bağış yapanlar arasında en yaygın meslekler olarak öğretmenler, hemşireler, öğrenciler ve Amazon çalışanları yer alıyor.
Sanders, Demokrat Parti’nin 2016 önseçimleri öncesinde ana akım medya ve kamuoyu tarafından fazla tanınan bir isim değildi. ABD’de en az nüfusa sahip ikinci eyaleti olan Vermont’un senatörü olan Bernie Sanders, sadece meclis kürsüsünde ve az tanınmış basın organlarında yaptığı ‘radikal’ ve anti-emperyalist konuşmalar ile bilinen bir isimdi. Ancak, Obama başkanlığı sonrası Demokrat Parti içinden sadece ‘şahin’ ve neoliberal Clinton’un aday olması, Sanders’ı 75 yaşından sonra elini taşın altına koyup aday olmaya itti. Sanders, 30 milyon oydan 13.2 milyonunu alarak büyük bir sürprize imza atmış; ancak parti içindeki güç odaklarının ve delegelerin desteğini arkasına alan Clinton’a başkan adaylığını kaybetmişti. Ama Sanders’ın hikayesi burada bitmedi.
Başkanlık seçiminde Clinton’un Trump’a yenilmesiyle ABD siyasetinde dengeler iyice değişmeye başladı. Bütün beklentilerin aksine Trump’ın seçimi kazanmasının sorumlusu olarak, Demokrat Parti’nin merkezci kanadını temsil eden Clinton’un halktan uzak siyaset anlayışı görüldü. Bunun üzerine, merkezci yerleşik düzenin görmezden geldiği kesimler, daha popülist ve solcu bir eksene kaymaya başladı.
Bu sayede, ülkenin en büyük sosyalist kuruluşu olan, Sanders’ın da üyesi olduğu Amerikalı Demokratik Sosyalistler (DSA), sadece üç yıl içinde üye sayısını on katına çıkardı. Aynı zamanda, Sanders ve DSA’nın desteklediği birçok aday 2018 ara seçimlerinde Temsilciler Meclisi’ne seçilmeyi başardı. İlk kez Temsilciler Meclisi’ne seçilen dördü de genç, kadın ve azınlık olan Alexandria Ocasio-Cortez, Ilhan Omar, Ayanna Pressley ve Rashida Tlaib, geçtiğimiz yıl Amerikan siyasetine damga vurdu.
Yenilikçiler ve merkezcilerin parti içi çekişmesi
Kendilerine “The Squad”yani ‘ekip’ adını veren bu dörtlü, başkan adayı Sanders ile beraber hem Demokrat Parti’yi hem de Amerikan siyasetinin gündemini sola çekmeyi başardı. Alışılmadık siyaset tarzları, dinamizmleri ve başarılı sosyal medya kullanımlarıyla, ABD’ye ‘demokratik sosyalizmi’ anlatmayı başardılar. Yeni sol olarak tanımlanan bu grubun başını çektiği Demokrat Parti’nin yenilikçi kanadı, sadece birkaç yıl önce imkansız gibi görülen sosyal politikaları kamuoyu nezdinde popülerleştirdi ve ana akım konumuna getirdi. Sanders’ın seçim kampanyasının en önemli ayağı olan ‘herkes için sağlık sigortası’ planı halkın %70’i, iklim krizini ve gelir eşitsizliğini beraber çözmeyi amaçlayan ‘Yeşil Yeni Düzen’ planı halkın %63’ü ve ‘aşırı varlık vergisi’ planı da halkın %62’si tarafından destekleniyor. Bu sebeple, daha dört yıl önce Sanders’ın ortaya attığı, ancak Demokrat Parti’deki güç odakları tarafından ‘gerçekçi’ olmadığı için alay konusu yapılan “herkes için sağlık sigortası”, “herkese devlet üniversitelerinde bedava eğitim”, ve “saati 15 dolarlık asgari ücret” gibi politikalar bugün Demokrat Parti, ana akım medya ve birçok başkan adayı tarafından ciddi olarak tartışılıyor. Ne var ki, var olan gücünü kaybetmemek için değişime kafa tutan Demokrat Parti yönetimi ve destekçileri, Sanders’ın karşısına, Obama’nın bu politikalara karşı olan eski Başkan Yardımcısı Joe Biden veya milyarder işadamı Michael Bloomberg gibi isimleri çıkarıyor.
ABD siyasetini 2020’de ne bekliyor?
Demokrat Parti ve ABD’nin geleceğini, Sanders ve “The Squad”ın temsil ettiği yenilikçi kanat ile Biden, Clinton ve Bloomberg’ün temsil ettiği gelenekçi, merkezci kanadın 2020’deki bu çekişmesi belirleyecek. Bu yüzden, Şubat ayında başlayacak ve Temmuz’daki Demokrat Parti kongresine kadar devam edecek olan önseçimler için yapılan anketlerin hepsinde Biden ve Sanders’ın ilk iki sırada gözükmesi hiç şaşırtıcı değil. Önseçimleri ve bu ideolojik kavgayı merkezci kanadın kazanması demek, Trump gibi bir tehlikeli sağcı demagogu yaratan statükonun devam etmesi anlamına gelecek. Yenilikçi kanadın kazanması ve Sanders’ın başkan adayı olması halinde, gücünü zengin oligarklardan değil işçi sınıfından alan bir hareketin, vahşi kapitalist ve emperyalist sistemi temelden dönüştürme şansı olacak.
Önümüzdeki yıl boyunca ABD siyasetini hareketli ve belirsiz bir süreç bekliyor. Başkan Trump’a karşı devam eden ‘görevden azil’ soruşturmasının, Demokrat Parti’nin önseçimlerinin ve Kasım 2020’deki seçimin sonuçları merakla bekleniyor. Ancak bunların sonuçları ne olursa olsun, kesin olan bir şey var; artık Amerika’da gündemi belirleyen ve halkçı ana akım politikalar üreten yeni bir sol hareket var. Bu hareketin mobilize ve politize ettiği kitleler, uzun yıllar sonra, gücü tekrar ellerine almaya yakın. Kendisinin deyimiyle bu “siyasi devrim” gerçekleştiği zaman da bunda en büyük pay sahibi, kariyerini bu uğurda harcamış olan Bernie Sanders olacak.
*Cem YOLBULAN
Türk Politika Merkezi Başkanı
info@turkishpolicy.org