Burak Cop – Dokunulmazlık Fiyaskosu

17 ve 20 Mayıs tarihlerindeki dokunulmazlık oylamaları, CHP içinde yol açtığı karmaşa ve memnuniyetsizlik açısından Ekmeleddin İhsanoğlu fiyaskosuyla yarışacak nitelikte. Partinin aldığı -ya da alamadığı- tavır CHP’nin hem meclis grubu, hem örgütü, hem de kısmen tabanında ciddi bir rahatsızlık teşkil etti.  Tüm bu karmaşa, belirsizlik ve CHP çevrelerine hakim olan yenilmişlik duygusunu (AKP’nin oyun planına teslim olma hissini) üç başlıkta ele alabiliriz. Bunlar:

1- AKP’nin anayasa değişiklik tasarısının hukuka, demokrasiye ve sağduyuya aykırı olmasına rağmen “evet” oyu verileceğinin açıklanması;

2- 17 Mayıs oylamasında TBMM’deki CHP Grubu’nun çok küçük bir kısmı “evet” oyu verdiği için üç gün sonraki oylama öncesinde parti yönetiminin bazı vekilleri markaja alması ve bunun sonucunda “evet” oylarının 367’yi geçmesi;

3- Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun, HDP’li vekillerin Anayasa Mahkemesi’ne olası başvurusunda gerekli olan 110 imzaya ulaşılması için destek verecek CHP milletvekillerini partiden atacağını söylemesidir.

Şimdi bu başlıkları madde madde detaylandıralım.

1- AKP’nin, esas olarak HDP’li vekilleri hedef aldığı aşikar olan dokunulmazlıkları kaldırma hamlesi, TBMM’nin 1994’te DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırma hatasının 22 yıl sonra tekrarlanması anlamına geliyor. Bunun, Kürt sorununun barışçıl çözümüne neden hizmet etmeyeceğini, halkın temsilcilerinin derdest edilmesinin neden anti-demokratik olacağını, legal siyaset alanını daraltacak böylesi bir hamlenin neden şiddeti “meşrulaştırarak” PKK’ya iyilik olacağını sanıyorum ki uzun uzadıya açıklamaya gerek yok.
1994’te DEP’lilerin dokunulmazlıkları kaldırılırken SHP bu konuda net bir tavır alamamıştı. Ancak o esnada parti liderliğinden ayrılmış bulunan Erdal İnönü’nün ünlü şerh yazısı tarihe geçti. İnönü tarihi bir sınavdan alnının akıyla çıktı. Kısa süre önce sosyal medyada yeniden dolaşıma çıkan bu şerh yazısının ayrıntılarına girmeyelim, internette aratarak ona kolaylıkla ulaşabileceğinizi hatırlatalım.
Hakkında fezleke bulunan vekillerin sayısı açısından bir liste yapıldığında CHP’liler birinci sırayı elde ediyor. CHP’nin 51, HDP’nin 50, AKP’nin 27, MHP’ninse 9 vekili hakkında fezleke mevcut. Yargı bağımsızlığının tamamen ortadan kalktığı bir rejimde –ki, bunun son simgesel tezahürlerinden biri Erdoğan’ın, 23 Mayıs’taki Rize ziyareti sırasında Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanlarıyla beraber çay toplaması oldu- muhalefet milletvekillerinin adil bir yargılamaya maruz kalacağına kimse inanmıyor. Ancak anlamsız bir rest ve “hodri meydan”cı siyaset tarzı sonucu, yanlış iliklenmiş düğme çözülmek yerine gömlek sonuna kadar iliklendi. Bunun savunması da “gerekirse bedel öderiz, gerekirse hapis yatarız” oldu.

AKP’nin teklifinin hukuka, Anayasa’ya aykırılığı ise bir-iki bağlamdan ibaret değil. Ortada çok boyutlu bir aykırılık var. Sayalım:

Bakanların dışarıda bırakılması. Bir vekil hakkında süregiden bir soruşturmayla başka bir milletvekili daha sonra ilişkilenirse o diğer vekilin yargılanamayacak olması. Söz konusu değişikliğin, dokunulmazlığı kaldırılan vekilleri hukuk tarafından kutsal addedilen savunma hakkından yoksun bırakması. Gerçekten de değişiklik, 138 milletvekilinin dokunulmazlığını, onlara savunma hakkı tanımadan kaldırdı. Hukukun temel ilkelerinden biri “geçmişe yürümemek” olduğu halde değişikliğin geçmişe yönelik olması. Son olarak da, ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan “cezanın şahsiliği” ilkesinin ihlal edilmesi. Çünkü her dosya kendi içinde ve ayrı ayrı değerlendirilmelidir. “Teröre yardım” gibi bir suçlamayla sözgelimi “Cumhurbaşkanı’na hakaret” aynı pakette oylanmamalıydı.
Bu başlık altında son olarak belirtilmesi gereken şey de CHP yönetiminin ‘evet’ kararının alınma biçiminin doğurduğu rahatsızlık. Bu kadar önemli bir konuda ne örgütlerin görüşü alındı, ne PM’den bir karar çıkartıldı, ne de meclis grubunun fikri soruldu. İşin çarpıcı kısmı, kamuoyu önünde yalnızca Genel Başkan ve birkaç MYK üyesinin savunduğu ‘evet’ için MYK’da da özel bir toplantı düzenlenip net bir karar alındığı şüpheli. Manzaradan anlaşılan, Genel Başkan’ın bir televizyon programında bir söz sarf etmiş ve böylece bütün partiyi bağlamış olduğudur.

2- Gelelim ikinci başlığa. 17 Mayıs’taki oylamada CHP’li vekillerin ezici çoğunluğu ya “hayır” dedi, ya geçersiz veya çekimser oy kullandı, ya da oylamaya katılmadı. Üç gün sonraki oylamada “evet” diyenlerin sayısında bir artış olduğu anlaşılıyor. Ancak yine de “evet” demeyenler çoğunluktaydı. Bu üç gün zarfında ne oldu peki? Medyaya yansıyan ve yalanlanmayan kulis bilgilerine göre, tasarının referanduma kalması olumsuz addedildiği için (kim tarafından, hangi gerekçeyle ve nasıl olduğu gene belirsiz tabii), Genel Başkan’ın yakın çevresini oluşturan, yönetici ya da danışman statüsündeki 20 civarında isme markaj yapıldı. Böylece “evet” oyları referandum eşiğini aştı.
Anayasa’ya göre grup kararı alınamayan bir konuda vekillere böyle bir yönlendirme yapılması -açık konuşmak gerekirse- hiç etik olmadı. Kaldı ki tasarının referanduma kalması neden illa kötü bir şey olsun? O referandumdan çıkacak sonuç belli, evet. Ama Ekim 2007’deki, şu anda pek kimsenin hatırlamadığı referandumda olduğu gibi CHP kasten kendini oyunun dışında tutabilirdi. Boykot çağrısı yapılabilirdi. Kaldı ki hayatta bazı şeyler de basittir. İşin referanduma kalması, Erdoğan’ın planlarının yaklaşık 3 ay kadar ertelenmesi demektir. Bu da tek başına iyi bir şeydir; zira Demirel’in de belirttiği gibi siyasette 24 saat bile uzun bir süredir.

3- Son olarak, en tatsız başlığa gelelim, yani kovma tehdidine. Pek çok CHP’li Sayın Kılıçdaroğlu’nun Antalya’daki konuşmasında sarf ettiği sözleri okuyunca “Biz AKP veya MHP’de miyiz yoksa?” diye şüpheye düşmüş olabilir. Genel başkanlığı döneminde, bir önceki döneme göre parti içi demokrasinin biraz daha iyiye gittiği, önseçim uygulamasının yaygınlaştığı Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir söz kazasına uğradığını varsayalım. Çünkü CHP tabanı kendisini başka türlü tanıdı ve başka türlü benimsedi.  Bunları söylerken de hukuka referans vermeyi ihmal etmeyelim. CHP Tüzüğü’ne göre bir milletvekili nasıl ihraç edilir? Tüzüğün 68. maddesi der ki, bu tür disiplin konularını Grup Yönetim Kurulu’nun istemi üzerine toplanan Grup Disiplin Kurulu karara bağlar. Yani vekilleri disipline sevk etme yetkisi ne Genel Başkan’da ne de MYK’dadır. Ayrıca CHP disiplin kurulları hiçbir kişi ya da organın talimatıyla karar almaz. Yargıya talimatla karar aldıran biri elbette vardır ancak Ankara’da bir sarayda yaşayan bu kişinin CHP ile hiçbir ilgisi yoktur.

Ayrıca unutulmamalı ki söz konusu tasarının lehinde veya aleyhinde oy kullanmak doğrultusunda CHP grup kararı almadı. Öyleyse iptal için AYM’ye başvurmak neden parti disiplinini ihlal etsin? Son olarak da Anayasa, “TBMM üyelerinin beşte biri”nin -partili kimliklerini kenara bırakıp, milletvekillerinin yalnızca milletvekili oluşuna atıfta bulunarak- AYM’ye iptal başvurusunda bulunabileceğini söylüyor. Anayasa’ya bağlı kalacaklarına dair yemin eden ve bu doğrultuda “hayır” oyu kullanan CHP’nin milletvekilleri de iptal için AYM’ye başvururlarsa bu, onların, yalnızca ve yalnızca, kapıkulu değil özgür bireyler olduklarını gösterir.

Yrd.Doç.Dr. Burak COP
İstanbul Kültür Üniversitesi
burakcop@yahoo.co.uk

Bir cevap yazın