Başar Yaltı – 2015’e Girerken Yargı

IMG_0993

 

 

 

 

Hukukun başlıca üç amacı olabilir: Birincisi toplumsal düzenin kurumsal yapısını oluşturmak (devletin biçimini göstermek); ikincisi temel hak ve özgürlükleri korumak; üçüncüsü ise hak arayanlara başvuracakları bir mekanizma sunmak.

Olağan bir demokraside, yargı organı, her üç amacın gerçekleştirilmesinde rol üstlenir ve hukuk bir ölçüde yargı işlemleriyle somutlaşır. Yargının başlıca görevi; yasama organının işlemlerine karşı anayasal denetim sağlamak, idarenin eylem ve işlemlerinde hak ihlallerini önleyecek kararlar vermektir. Yargı, devletle yurttaşlar arasında bir tür hakemlik yapmakla görevli ve yetkilidir.

Hukuk, toplumsal düzenin çerçevesini ve işleyişini belirlerken aynı zamanda, politik mücadele aracı olarak, düzeni meşrulaştıran bir işlevi de yerine getirir. Özellikle, siyasal iktidarların kitleler üzerinde baskı kurmak ve muhalefeti bastırma arzularının kabardığı dönemlerde hukuk, iktidarlara bulunmaz imkanlar sunar.

Hukuku toplumsal düzenin / barışın, hatta uygarlığın gerçekleşme aracı gören liberal politik anlayış çoğu kez hukuku fetişleştirir. Hukuk, bu şekilde, toplumsal düzenin devamı bakımından biricik olgu olarak görüldüğünde sosyal gerçeklikten yalıtılmış bir sonuç ortaya çıkar. Üretilmiş hukuk normu, gerçekliği çarpıtabilir, hatta maskeleyebilir. Yaptırım gücüne de sahip hukuksal düzenlemelerden toplumsal düzen ister istemez etkilenir. Yani teori (hukuksal düzenlemeler), pratiği değiştirip dönüştürebilir. Sonuçta hukuk, keyfilik ve oligarşik yapılar karşısında, yurttaşların özgürlüklerini garanti altına alan bir mekanizma yerine, iktidarların tahakkümünü meşrulaştırma aracına dönüşür.

Türkiye’de son yıllarda olup biten budur

Ülkemizde hukuk ve yargı asıl işlevinden uzaklaşmış, araçsallaşmış, siyasal iktidarın bir tahakküm aracına dönüşmüştür. Cumhuriyet tarihi boyunca, darbe dönemleri dışında, yargısal süreçle siyasal sürecin bu kadar birbirinin içine geçtiği başka dönem görülmemiştir. Yargı artık, başını kaldıranın kafasına vurmak için, siyasal iktidarın elinde tuttuğu bir sopa olmuştur. Bu bakımdan, içinde bulunduğumuz bu durumu, hukuk yoluyla gerçekleştirilen, sürekli bir sivil darbe süreci olarak adlandırabiliriz.

2015 yılından beklentileri, çizdiğimiz bu tablo çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor.

2014 yılına, 2013’ün son günlerinden sarkan ağır yolsuzluk suçlaması altında giren siyasal iktidar, Cemaat ve AKP çatışmasından ortaya çıkan gerilimi 2015 yılına da taşıyacak gibi görünüyor. Önceki yıllardan akıp gelen İslami siyasal çizginin, doğrultusundan sapmamak için 2015 yılında da her olanağı kullanacağı anlaşılıyor.

Geçen yıllar 2015 için, ne yazık ki umutlu bir gelecek vaat etmiyor. Siyasal iktidar üçüncü döneminde, ustalaştıkça, “ileri” diyerek demokrasiden uzaklaşıyor, otoriterleşiyor. Uzunca bir süreden beri kimlik arayışını sürdüren siyasal İslam, buluştuğu yeni önderinin pervasızlaşmasıyla önüne çıkan her şeyi ezen bir buldozer gibi kırıp döküyor. Yargının neredeyse bütün unsurları, “gözüne mil çekilmiş bir ama gibi” talimatla hareket ediyor. Kimliği ve kişiliği yokmuş gibi davranıyor. Topluma güven vermiyor.

Kısacası bir önceki yıla göre değişen hiçbir şey yok

Gerçekten değişen bir şey yok. Her şey “hukuk içinde” gerçekleşiyor. Sadece roller ve özneler değişmiş gözüküyor.
HSYK yine siyasal iktidarın taleplerine ve talimatlarına göre şekillendi. Hatta özel mahkeme kurma yetkisi HSYK verildi.

Özel yetkili mahkemeler kalktı ama yerlerine özel görevli sulh ceza hakimleri geldi.

Bu kez başka muhalifler için gözaltılar, tutuklamalar başladı.

Yargıtay, Danıştay yine ve yeniden yapılandırıldı.

Yargıtay’a ve Danıştay’a yine “yeni üyeler” seçildi.

Binlerce yeni hakim ve savcı alınmasına karar verildi.

Torba yasa uygulaması, TBMM nin olağanlaşan uygulaması olarak aynen sürüyor.

Yargının neredeyse on yıla yakın süren “güncel” sorunu olan Bölge Adliye Mahkemeleri yine kurulamadı.

Avukatı yargılamada yok sayan ya da usulen bulunması gereken bir figür olarak gören bir anlayış değişmedi. Dosyalar avukatlardan saklanıyor.

Siyasal iktidar Gezi sendromundan kurtulmuş değil. Trajikomik davalar sürüyor.

Hapishaneler yine dolu. Yer bulunmuyor.

2014, Türkiye Barolar Birliği Başkanına meydan okuyan bir Başbakan’a sahne oldu. TBMM kırmadı, yargı yılının açılış törenini yasadan çıkarttı.

Halk cumhurbaşkanını seçti. O da, kaç AKSARAY’a yerleşti.

Basın, majestelerine hizmete devam ediyor. Ya da susuyor.

Çözüm sürecindeki umutlar hep tazeleniyor.

Din, daha bir yerleşti hayatımıza. Türban, ilkokullara kadar indi.

2011 yılının sonunda bu dergide yayımlanan yazımda, “Türkiye; insan haklarının, ifade özgürlüğünün yargı eliyle bastırıldığı, otoriter anlayışın sıradanlaştırıldığı, herkesin birbirinden kuşkulandığı, konuşmaya korktuğu, yargıçların kendilerini özgür ve bağımsız hissetmedikleri büyük bir gözaltı ülkesine dönüştüğü bir yılı geride bıraktık.” demiştim. Aradan geçen üç yılın bu tabloyu daha ağırlaştırdığını görüyoruz.

Bu veriler ışığında 2015’in hukuk ve yargı bakımından zorlu geçeceğini söylemek kehanet olmayacaktır…

*Başar YALTI,
Avukat,
byalti@istanbul.av.tr

Bir cevap yazın