s-d93c9508d79c2394477e7ba9a82add7f943ffa89

Ayşem Biriz Karaçay – “Gitmek mi, Kalmak mı?”: İstanbul’dan İnsan Kaçakçılığı ve “De Facto” Entegrasyon Manzaraları

Suriye Krizi ile birlikte medyanın oldukça ilgisini çeken insan kaçakçılığı vakaları, Avrupa’nın gündemine 1990’lı yıllarda girdi. İspanya ve İtalya’nın 1991’de Fas, Cezayir, Tunus ve diğer Afrika ülkelerine uyguladığı vize rejimiyle birlikte, Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya geçişi sağlayan ilk kaçakçılık rotaları belirginleşmeye başladı. Bu rotalardan ilki Fas üzerinden İspanya’ya -Avrupa’ya- geçişi sağlayan Batı Akdeniz rotasıydı. Vize uygulaması ve sınır kontrolleri kaçakçılara duyulan talebi artırırken, kaçakçılar giderek profesyonelleşmiş, yeni rotaların gelişimi de hızlanmıştı (De Haas 2007).

18 Haziran 2000’de İngiltere’nin Dover limanında bir kamyonda hayatlarını kaybeden 58 Çinilinin bedenine ulaşılması insan kaçakçılığını yeniden Avrupa’nın gündemine taşıdı. Sadece iki kişinin hayatta kalmayı başardığı bu trajik olayın ardından, Palermo’da “Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı BM Sözleşmesi’ne Ek Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol” onaylandı.  Protokolde, “göçmen kaçakçılığı”, doğrudan veya dolaylı olarak, mali veya diğer bir maddi çıkar elde etmek için, bir kişinin vatandaşlığını taşımadığı veya daimi ikametgâh sahibi olmadığı bir Taraf Devlete yasadışı girişinin temini olarak ifade edildi. BM (Palermo) Protokolü insan kaçakçılığına dair bir tanım getirmişse de, kaçakçılığın kaynak, hedef ve transit ülkelerdeki farklı ve esnek örgütlenme biçimlerini ortaya koyan birçok araştırma, söz konusu tanımın yetersiz kaldığını gösterdi. Bununla birlikte, daha kapsamlı bir tanım üzerinde uzlaşmaya varabilmenin yakın zamanda pek mümkün olmadığını, ülkelerin sergiledikleri farklı tutum ve politikalara bakarak söylemek mümkün. Özetle, 2000’li yıllara gelindiğinde, insan kaçakçılığının göçmen ve mültecilere yardım amaçlı bir yapılanmadan çok, organize suçlarla bağlantılı “illegal” bir örgütlenme olduğu daha sık dile getirilirken, insan kaçakçılığı ile “mücadele” de giderek önem kazanmaya başladı.

Arap Baharı ve Suriye’deki iç savaşla birlikte, önce Libya ve Tunus’tan İtalya ve Malta’ya (Orta/Merkez Akdeniz rotası); daha sonra Türkiye’den Yunanistan’a (Doğu Akdeniz rotası) gerçekleşen düzensiz geçişlerde inanılmaz artışlar yaşandı. BMMYK verilerine göre, 2015 yılında 885,386 kişi Doğu Akdeniz rotasını kullanarak yani Türkiye’den daha çok Midilli adası üzerinden Yunanistan’a geçerek Avrupa’ya ulaştı. 2013’de 24.800 kişinin bu güzergâhı kullandığı hatırlanırsa, sadece iki yıl içinde artışın ne denli çarpıcı olduğu daha da belirgin bir hale gelmekte. Türkiye’den genellikle Yunan adalarına ulaşmak için kullanılan bu rotada üç çıkış noktası etkin. Ege kıyılarını kapsayan ilk çıkış bölgesinde İzmir (Basmane, Çeşme, Dikili ve Foça); Muğla (Bodrum); Çanakkale (Ayvacık); Balıkesir (Ayvalık) ve Aydın (Didim ve Kuşadası) kullanılmakta. İkinci ve üçüncü çıkış noktalarını ise Mersin-İtalya güzergâhıyla Antalya’nın Kaş beldesi ve Yunanistan’ın Meis adası arasındaki güzergâh oluşturmakta (Çarmıklı ve Kader, 2016).

Söz konusu çıkış bölgelerini kullanarak gerçekleşen geçişlerde, insan kaçakçılığını konu alan ilk araştırmalar, bu faaliyetlerin geniş çaplı mafya tipi bir örgütlenmeden çok,  farklı aşamalarında farklı kişilerin dâhil olduğu fırsat odaklı küçük kaçakçılık grupları ve ilişki ağları ile şekillendiğini ortaya koydu (İçduygu ve Toktaş 2002). Bir diğer deyişle insan kaçakçılığı faaliyetlerinde farklı ağlar üzerinden ve değişik ülkelerden bu işe dâhil olan çeşitli kişileri bulmak mümkün. Ancak bugün, Türkiye’deki kaçakçılık faaliyetlerindeki esnek yapı devam etmekle birlikte, yeni aktörlerin ve örgütlenme biçimlerinin de geliştiği görülmekte (Karaçay, Huddelston ve Nikolova 2015). Artık kaçakçılık faaliyetleri daha esnek ve küçük yapılanmalar içinde gelişebileceği gibi, çok gelişmiş yapılar, ağlar ve operasyonel mekanizmalar üzerinden de yürüyebilmekte. Bir diğer deyişle Türkiye’de göçmen kaçakçılığını, hem ciddi bir biçimde organize olabilen, hem de esnek bir yapıyla hareket eden farklı operasyonların bir bütünü olarak değerlendirmek mümkün.

Bir yandan giderek artan taleple birlikte, bu tür faaliyetlere katılan bireysel girişimlere ve amatör gruplara rastlanırken, bir yandan da göçmen ülkesini terk etmeden önce bütün rotanın kurgulanıp, sürece dâhil birden çok aktörün önceden belirlendiği uluslararası bir modus operandi de karşımıza çıkabilmekte (Çarmıklı ve Kader 2016). Ani değişimlere ve yüksek rekabete güzergâhların, yöntemlerin ve gerekirse ulaşım araçlarının yeniden planlanıp yeniden kurgulanmasıyla hızlıca cevap veren insan kaçakçılığı faaliyetlerinin gerektiğinde yerel yapılarla da işbirliği içine girdiğini gösteren araştırma bulgularına rastlamak mümkün. Çeşitlenen ve genişleyen insan kaçakçılığı faaliyetlerinin internet ve sosyal medya ile olan ilişkisi de dünden bugüne önemli bir farklılık gösterdi (Çarmıklı ve Kader 2016; Karaçay, Huddelston ve Nikolova 2015) Kaçakçılar, sosyal paylaşım sitesi olan Facebook sayfasından duyuru yapabilmekte, Viber veya Whatsapp gibi uygulamalar aracılığıyla yolculuğun farklı aşamaları organize edilebilmekteler.

Her ne kadar medyanın ilgisini son dönemde çekmiş olsa da, insan kaçakçılığı faaliyetlerinin İstanbul’daki gelişimi yeni bir olgu değil. İstanbul, kaçakçıların, aracıların, sürece geçici olarak dâhil olan yerel unsurların ve göçmen ve sığınmacıların birbirleriyle kolayca iletişime geçebilecekleri “merkez”lere (hub) ev sahipliği yapmakta (Karaçay, Huddelston ve Nikolova 2015). Örneğin, Aksaray düzensiz göçmenlerin ve sığınmacıların de-facto entegrasyonuyla gelişen enformel ağlarla ilişkilerin hızlıca kurulup yayılmasını sağlayan merkezler arasında yer alıyor. Bu merkezlerde aracılarla sığınmacılar rahatlıkla buluşabilmekte, sanıldığının aksine görüşmeler bazen bir çay bahçesi bazen bir hamburgerci ya da pastane gibi halka açık ve kalabalık yerlerde yapılabilmektedir.

Merkezlerde ilişkiler gibi rotalar, yöntemler ve planlar da esnekliğini korumakta, gelişmelere göre yeniden üretilmektedir. Bu süreçte düzensiz göçmenler, sığınmacılar ve mülteciler Turner’in (1969) de ifade ettiği gibi, “statüsüzlüğün arafında” birden fazla yapı içinde var olmaya çalışır ve hiç birinde olamazken, bulundukları yerden ve yaşadıkları hayattan çok farklı mekân ve hayatlara bağlanmalarını mümkün kılan mekanizmalar oluştururlar (Biner 2016). Bunu da İstanbul’da Aksaray ya da İzmir’de Basmane gibi “merkez”lerde inşa ettikleri yerel ve ulus-aşırı ağlarla birçok formel ve enformel ilişkiyi ve aktörü aynı sosyal sahada birleştirerek gerçekleştirirler. Dolaysıyla insan kaçakçılığını salt kaçakçı ve onun kayıt-dışı ticari kazancı üzerinden “mücadele” edilmesi “yok” edilmesi gereken organize suç şebekeleri olarak tanımlamaktansa,  göçmen ve sığınmacıların arafta kalan hayatlarının yasal bir statüyle kavuşturmaya çalıştıkları tehlikeli bir yolculuk olarak değerlendirmek mümkün. Ayrıca sınırlar arasında sıkışan sığınmacıları belli bölgelerde oldukça esnek, belli bölgelerde ise çok daha organize olabilen kaçakçılık faaliyetlerine bağımlı hale getiren göç politikaların da altını çizmekte fayda var. Lakin bu politikalar kaçakçılarla organize edilen bu yolculukların rotasını veya organizasyonu değiştirse de, yolda olma halini engelleyemiyor.

Sınırları kontrol eden politikaların ardından

Arap Baharı ve Suriye Kriziyle birlikte, AB’nin güvenlik ve kontrol amaçlı göç ve sınır politikaları “Kale Avrupası”nın duvarlarını kalınlaştırırken, Türkiye gibi “güvenli üçüncü ülke” olup olmadığı tartışılan ülkeleri de “sınır muhafızına” dönüştürdü. “Küresel bir tehdit” olarak görülen insan kaçakçılığı ile “mücadele” AB’nin güvenlik temelli sınır ve göç politikalarının en önemli unsurlarından biri haline geldi. Nisan 2015’de Libya sularında batan teknede hayatını kaybeden yüzlerce göçmen AB’de yeniden bir şok dalgası yarattı. Göçün her yönüyle daha iyi yönetilmesini hedefleyen AB Komisyonu hızlıca “Avrupa Göç Ajandası” ve “Göçmen Kaçakçılığı Hareket Planı”nı hazırladı. Bunu takiben AB ve Türkiye arasında yapılan pazarlıklar sonunda, Suriye kriziyle hız kazanan düzensiz göçün önlenmesi ve göçmen kaçakçılığı şebekelerinin çökertilmesini hedefleyen Ortak Eylem Planı (OEP) Ekim 2015’de imzalandı. 18 Mart 2016’da ise Türkiye ve AB arasında imzalanan mutabakata göre, Türkiye kendi toprakları üzerinden Ege’deki Yunan adalarına geçen düzensiz göçmenleri 20 Mart 2016 tarihinden itibaren almayı kabul etti. Mutabakatla, Türkiye’ye gönderilecek her Suriyeli vatandaş karşılığında AB ülkelerine bir Suriyeli vatandaşın alınması (1’e 1 formülü) kararlaştırıldı.

Mutabakat sonrasında özellikle Türkiye’den Yunanistan’a deniz yoluyla ulaşanların sayısında ciddi bir düşüş yaşandı. Avrupa’ya göçmen akının zirve yaptığı 2015 yılında bu rota üzerinden gerçekleşen düzensiz geçişlerle (885.386) karşılaştırıldığında, 2018 itibariyle sayının 56.561’e düşmesi mutabakatın başarısı olarak değerlendirildi. Ne var ki, iki taraf arasında ilişkiler, AB’nin Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama faaliyetlerine yönelik yaptırım kararı ile iyice geriledi. Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 22 Temmuz’da vize serbestisinin hala sağlanamadığı gerekçesiyle anlaşmanın askıya alındığını duyurdu.

Askıya alınmış olsa da, varılan mutabakatın hukuki statüsü ve işleyişle ilgili temel sorunlar akademinin gündemini oldukça meşgul etti. Öztürk ve Soykan’ın  (2019) belirttiği gibi, mutabakatın kalbini teşkil eden geri kabule yönelik kısmının hangi yasal düzenlemeye dayanılarak işletildiği açık değil. İnsan hakları hukukunun “belirlilik” ilkesini esas alması gerekirken, “belirsizliklerin” daha çok tartışıldığı mutabakatın üç yılı aşan uygulanma aşamasında da farklı sorunlar söz konusu (Öztürk ve Soykan). İlkesel olarak 72 bin ile sınırlandırılmış olan 1’e 1 formülü kapsamındaki yeniden yerleştirmelere bakıldığında, Mart 2019 itibariyle Türkiye’den Avrupa’ya ancak 20.002 kişinin yerleştirilebildiği görülüyor. AB raporları bu sayının öngörülenden oldukça düşük olduğunun altını çiziyor.

Öte yandan, AB’nin 1990’lı yıllardan itibaren uygulamaya başladığı dışsallaştırma politikaları kapsamında, tüm külfet/sorumluluğun Türkiye ve Yunanistan’ın yetersiz kalan sığınma/mülteci sistemleri üzerine yıkılmış olmasını, bu sayının yakın zamanda yükselmeyeceğinin önemli bir göstergesi olarak değerlendirmek mümkün. Bu bağlamda Midilli Adası’nda son üç yılda yapılan sığınma başvurularının üç katına çıkması veya Türkiye’nin kötü kabul ve barınma koşullarının gönüllü geri dönüşleri tetikliyor olması da pek şaşırtıcı değil (Öztürk ve Soykan). Mutabakatın sığınmacılar tarafından ne kadar bilindiği ve karar verme süreçlerinde ne kadar etkili olduğu da gözden kaçan bir başka önemli husus. van Liempt ve ekibinin (2017) yaptığı araştırma bulguları Suriyelilerin 1’e 1 formülü kapsamında gerçekleşen yeniden yerleştirmelere dair ya eksik ya da oldukça yanlış bilgilere sahip olduğunu gösteriyor.  

Her ne kadar Ege Denizi’ndeki düzensiz geçişlerde önemli bir düşüş olsa da, bu düşüşü sadece mutabakatın ve bölgedeki iki ülkenin giderek artan sınır koruma ve kontrol politikalarına ve Frontex operasyonlarına bağlamak resmin tümünü yansıtmakta yetersiz kalıyor. Özelikle 2015’in uzun ve trajik göç yazından sonra, Avrupa’nın hem çeper hem de merkezinde yer alan ülkelerin birçoğunda sağ popülist politikaların hızla yükselişi ve sınırlarda giderek artan ve kapatmaya kadar varan sert uygulamalar bölgedeki hareketliliğin azalmasına etki eden önemli dinamikler arasında yer alıyor. Bu gelişmeler bağlamında güzergâhların yeniden şekillenmesi ve göç hareketlerinin başka bölgelere kayması da yine mutabakatın uygulanmasıyla birlikte gerçekleşen bir başka önemli gelişme. Dolayısıyla, sadece verilerin diliyle bile değerlendirilse, Ege Denizi’nde yakalanan düzensiz göçmen sayısında düşüşün gerçekleştiği 2017 yılının ardından, Türkiye’nin Yunanistan kara sınırından 2018’in on bir aylık (Ocak-Kasım) döneminde düzensiz geçiş yapan kişi sayısı 16.657’ye ulaşmıştı. Meriç Nehri üzerinden gerçekleşen bu kara geçişleri 2015’ten bu yana kaydedilen en yüksek sayı olarak kaydedildi. Sınır verilerine ek olarak, AK ve BMMYK’nin çeşitli raporları, mülteci ve göçmenlerin Avrupa’ya yaptıkları riskli yolculuklardaki değişikliklere dikkat çekiyor. Eldeki veriler ve raporlar ışığında, uygulanan kontrol amaçlı sınır politikalarının düzensiz geçişlerde belli bir düşüşe neden olsa da, aslında bu düşüşün rotalar ve yolculukların yine yeniden kurgulandığı bir bekleme dönemi olduğunu ve yolda olma halinin devam ettiğini söylemek mümkün. Düzensiz geçişlerde yaşanan düşüşleri sadece mutabakatın etkisiyle açıklamanın mümkün olmadığı, yükselen sağ popülist politikaların, artan sınır kontrollerinin, kapanan sınır kapılarının, Yunan adalarındaki ağır ve zorlu şartların ve bu süreçte yeniden kurgulanan rotaların önemli bir rolü olduğunun altını çizmekte fayda var.

Türkiye ise Aralık 2019 verilerine göre, 3,6 milyona yakın Suriyeli mülteci nüfusuyla dünyada en fazla mülteciyi barındıran ülke konumuna sahip. Bu nüfusun 62.420’si geçici barınma merkezlerinde yaşamakta. Öte yandan, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu “coğrafi sınırlama” kapsamında sadece Batı ülkelerinden gelen sığınmacılara mülteci statüsü veren Türkiye “misafir” olarak karşıladığı “geçici koruma” statüsüne sahip Suriyelilerin yanı sıra, Afganistan, İran, Irak ve Somali, gibi ülkelerden gelen 270 bin civarı sığınmacıya da ev sahipliği yapmakta. 2011 yılında Suriyelilere yönelik olarak açık kapı politikası izleme kararı alan Türkiye, güvenlik endişelerinden ötürü oldukça sıkı bir şekilde denetlenen Suriye sınırındaki sınır kapılarını çok kez geçici olarak kapattı (HBS Derneği 2019).

2016 yılında yalnızca Türkiye’ye hava ya da deniz yoluyla gelen Suriyeliler için geçerli olacak şekilde yeni vize düzenlemelerini hayata geçirilirken  (HBS Derneği 2019), halen yürürlükte olan bu uygulamaya ek olarak, Ocak 2016’da “Sınır Fiziki Güvenlik Sistemi Projesi”yle Suriye sınırına duvar inşasını başlatıldı. 911 kilometrelik Suriye sınırının önce 764 kilometresi, iki metre genişliğinde ve üç metre uzunluğunda seyyar beton duvarlarla kapatıldı. Geri kalanı ise Şubat 2019’da tamamlanan Suriye duvarı üst düzey teknolojik aletlerle donatıldı[1].

Tablo 1: Yıllara Göre Yakalanan Düzensiz Göçmenlerin Uyruk Dağılımı

Kaynak: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Güncel İstatistikler, https://www.goc.gov.tr/duzensiz-goc-istatistikler (Son erişim 27 Ocak 2020)

Türkiye sınırındaki gelişmeler insan kaçakçılığı bağlamında değerlendirildiğinde, sınırda alınan tedbirlerin bu faaliyetleri daha organize daha tehlikeli ve daha zorlu bir yapılanmaya itme olasılığı yüksek. Öte yandan bu tür önlemlerin sığınmacı ve göçmenleri bir an önce hareket edip sınırdan geçmeye motive etmesi de mümkün.  Nitekim son iki yılda, sınır hatları boyunca seyyar duvarlar inşa edilmiş ve caydırıcı önlemler alınmış olsa da, Suriye sınırında 2019 yılının başında biten duvarın inşasının ardından, aynı yıl boyunca yakalanan Suriyelilerin sayısında bir önceki seneye göre (34.053) ciddi bir oranda artış (55.236) görüldü. Bu artış değerlendirilirken, elbette ki bölgedeki diğer dinamikleri de göz önünde bulundurmak gerek ancak sınır duvarlarının girişi zorlaştıracağının bilinmesinin yarattığı etkinin de bu süreçte katkısı olduğunu söylemek mümkün[2]. Bugün, ne Suriyelilere uygulanan geçici korumanın ne de mülteci statüsü almış Iraklı ya da Afgan bir sığınmacının üçüncü ülkeye yerleşme sürecinin ne kadar süreceğini kestirmek pek mümkün değil. Türkiye’nin göç ve iltica politikalarının “geçici” ve “belirsiz” olma hali, geçicilik yerine “kalıcılığın”, belirsizlik yerine de “orta ve uzun vadeli politikaların” geliştirilmesine duyulan ihtiyacı göstermekte.

*Ayşem Biriz KARAÇAY
Dr., Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
biriz.karacay@gmail.com

Kaynaklar

Biner, Ö. (2016) Türkiye’de Mültecilik, İltica Geçicilik ve Yasallık: Van Uydu Şehir Örneği, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: İstanbul.

Çarmıklı, E. ve Kader, U.  (2016) Migrant Smuggling in Turkey: The Other Side of the Refugee Crisis, USAK Reports, No.45, Karınca Yayıncılık: Ankara.

De Haas, H. (2007), The myth of Invasion: Irregular Migration from West Africa to the Maghreb and the European Union, University of Oxford: Oxford.

Danış, D., Taraghi, C., Pérouse, J.-F (2009), Integration in Limbo: Iraqi, Afghan and Maghrebi Immigrants in Istanbul, Land of Diverse Migrations. Challenges of Emigration and Immigration in Turkey, İçduygu, A., ve K. Kirişçi, K. (der) İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: İstanbul, 443–636.

Heinrich Böll Stiftung, (HBS Derneği) Türkiye’de Sığınma Mevzuatı ve Politikalarına İlişkin Rapor, https://tr.boell.org/sites/default/files/2019-12/ASYLUM%20TR-S.pdf, (Son erişim tarihi 27 Ocak 2020)

İçduygu, A., ve Toktaş, Ş. (2002), How do smuggling and trafficking operate via irregular border crossings in the Middle East? Evidence from fieldwork in Turkey, International Migration 40 (6): 25–52.

İçduygu, A. ve Kirişçi, K. (2009) “Introduction” Land of Diverse Migrations: Challenges of Emigration and Immigration in Turkey, A. İçduygu ve K. Kirişçi (der.)İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: İstanbul.

Kale, B. (2016) Suriyeli mültecilerin umuda yolculuğu, Birgün Gazetesi, (1.3.2016) http://www.birgun.net/haber-detay/suriyeli-multecilerin-umuda-yolculugu-99572.html.

Karaçay, A. B. (2015) “Introduction: Critical Reflections in Turkish Immigration and Asylum Policies” içinde Waves of Diversity: Socio-Political Implications of International Migration in Turkey, A. B. Karaçay, D. Şenol Sert ve Z. G. Göker (der.) ISIS Press: İstanbul, 11-25.

Karaçay, A. B. Huddelston, W. ve M. Nikolova, (2015)  Study on smuggling of migrants  Characteristics, responses and cooperation with third countries  Case Study 4: Nigeria – Turkey – Bulgaria, AB Komisyonu için yayınlanmamış rapor, Viyana.

Öztürk N, ve Soykan, C. Üçüncü Yılında AB – Türkiye Mutabakatı: Hukuki Bir Analiz, son erişim tarihi 25.Ocak.2020) https://www.gocarastirmalaridernegi.org/tr/yayinlar/analizler/54-ucuncu-yilinda-ab-turkiyemutabakati-hukuki-bir-analiz

van Liempt, I., Alpes, M. J., Hassan, S., Tunaboylu, S., Ulusoy, O., & Zoomers, A. (2017). Evidence-based assessment of migration deals the case of the EU-Turkey Statement. Utrecht University, Faculty of Geosciences. (www.kpsrl.org/sites/default/files/2018-08/Van%20 Liempt%20Final%20Report.pdf )

Turner, V. (1969) The Ritual Process: Structure and Anti-Structure, Aldin Publisher: Chicago.


[1] Suriye sınırının muhtelif kısımlarında 23 gözetleme kulesi, 50 noktada termal kamera ve 48 noktada gece görüş özellikli kamera sistemlerinin kurulumu tamamlandı. 223 km’lik Suriye-Şanlıurfa hududundaki sınır aydınlatmaları projesi kapsamında 40 km uzunluğunda solar aydınlatma, kamera ve sensör bileşenlerinden oluşan güvenlik sistemi kuruldu. 

[2] Bu yükselişi, elbette, Suriye, İran ve Afganistan’daki iç savaş ve çatışmaları, uygulanan yaptırımları, bölgedeki ülkelerin göç ve sınır politikalarını, AB’nin bu bölgeye de etki eden dışsallaştırma politikaları gibi, düzensiz göç güzergâhlarındaki engelleyici önlemleri de kapsayan bir dizi analiz birimini de dikkate alarak değerlendirmek gerek (Altınbaş 2018).