Ayhan Kaya – PEGİDA Eylemlerinden Neler Öğrendik?

ayhan-kaya_as

 

 

 

 

[huge_it_share]

Almanya’da, 2014 yılının Kasım ve Aralık aylarında, çok ilginç bazı gelişmeler yaşandı. Dresden’de PEGIDA (Batı’nın İslamlaştırılmasına Karşı Yurtsever Avrupalılar) tarafından 22 Aralık 2014 tarihinde düzenlenen ve yaklaşık 17.000 kişinin katıldığı gösterilerde taşınan pankartlar arasında “Kendi Almanya’mızı özledik”, “Göçmenlerin sosyal refahımızdan yararlanmasını durdur” sloganları yer almaktaydı. Katılımcı sayısı, Paris’te yaşanan Charly Hebdo katliamından sonra 20.000 kişiyi aştı. Türkiye’de ve dünyanın pek çok yerinde doğrudan İslamofobik bir olgu olarak tartışılan PEGIDA ve benzeri eylemlerin nasıl okunması gerektiğine ilişkin farklı bir takım değerlendirmeler yapmak mümkün. Bu yazıda farklı bir iz sürerek, Saksonya eyaletinde ortaya çıkan bu tür eylemlerin neden Dresden ve Saksonya benzeri Doğu Almanya kentlerini ve eyaletlerini mekan belllediğini anlatmaya çalışacağım. Şimdiden hatırlatmak gerekirse, PEGIDA eylemlerinin Charly Hebdo katliamı sonrasında giderek kitleselleşmesini takiben İŞİD tarafından hareketin lideri olan Lutz Bachmann, tehdit edilmiş ve hemen ardından 2015 yılının Ocak ayında Hitler’e özendiğini gösteren özel fotoğraflarının medyaya yansımasıyla birlikte görevinden istifa etmiş ve hareket zayıflamaya başlamıştı.

PEGIDA eylemlerinde eylemcilerin kullandıkları söylemlere bakıldığında, belli ki, Almanya’nın giderek Selefileştiği ve İslamileştiği gibi bir kaygının yanısıra, Almanya’nın Suriyeli mültecilere çok cömert davranıp aynı cömertliği kendi yurttaşlarına göstermediği şeklinde bir algıdan da söz etmek mümkün. Aslında Türkiye’de de yurttaşlarımız tarafından Suriyeli mültecilere karşı geliştirilen oldukça tanıdık algılar bunlar. Özellikle 11 Eylül olaylarından bu yana bu tür protesto eylemleri ve ırkçı retorik sık sık karşımıza çıkıyor. Her ne kadar, 11 Eylül’ün yarattığı siyasal ve toplumsal iklim, günümüzde İslam Devleti’nin neden olduğu korku ve öfke dolu siyasal iklim ile benzerlikler gösterse de arada önemli farklar bulunmaktadır. Belki de bu farklarn en önemlisi, gerek Almanya’da gerekse Fransa’da devleti yönetenlerin ortaya çıkan göçmen karşıtı ve İslamofobik nitelikli bu tür eylemleri ve söylemleri kınamak yönünde açık mesajlar vermiş olmalarıdır. AB liderleri ile sanayi ve finans çevreleri, göçmenlerin ülke ekonomilerine ne denli önemli katkılar yaptıklarını hatırlatmak suretiyle, egemen olma eğilimindeki bu ırkçı ve yabancı düşmanı havanın dağılmasına katkıda bulunmaya çalıştılar. Ayrıca, Almanya’da PEGIDA karşıtı eylemlere katılanların sayısı PEGIDA eylemcilerinin sayısından kat kat fazla olduğundan, bu tür ırkçı, yabancı düşmanı ve İslamofobik yaklaşımlar kamuoyunda yeterince taban bulamamıştır.

Tehdit algılarımızı besleyen medya

İslamofobya’yı geçtiğimiz on yılda besleyen asıl kaynak, 11 Eylül ve sonrasında yaşananlardı. Daha da öncesine gidilecek olursa, 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrasında ortaya çıkan 1974 Dünya Petrol Bunalımı; Batı’da Araplara ve Müslümanlara yönelik olumsuz yargıların dillendirilmeye başlanması; İran İslam devrimi; Salman Rüşdi’ye ölüm fetvası;, İntifada eylemleri; Körfez Krizi ve daha pek çok olayın Batı’daki İslam tehdidi algısını beslediğini biliyoruz. Bu tür olayların medyadaki temsil biçimleri, bu tür tehditlerin evlerimize kadar gelmesini sağlıyor. Almanya’da son aylarda yaygınlık kazanan PEGIDA ve onun uzantıları olan diğer bazı eylemlerin (Köln’deki uzantısı Kögida, Berlin’deki Berlin ayısını çağrıştıran Bärgida, Bonn’daki Bogida vs.) giderek güç kazanmasında Der Spiegel, Focus ve Stern gibi egemen dergilerin kullandığı İslamofobik söylem katkıda bulunmaktadır. Özellikle gündelik hayatta Müslümanlarla karşılaşmayan ve daha kendi içine kapalı olarak yaşayan insan gruplarının İslam karşısında bir korku geliştirdiklerini ve kendi yaşadıkları işsizlik, yoksulluk, dışlanma ve adaletsizlik gibi sosyo-ekonomik ve siyasal sorunları, egemen bir dil haline gelen İslamofobya kanalı üzerinden ifade etme eğiliminde olduklarını söylemek mümkün.

Dresden’de gerçekleştirilen PEGIDA eylemlerinde katılımcıların 40 yaş ve üzeri olduğu bilinmektedir. Bu eylemciler, aileleri ve gelecek kaygıları olan, çocuklarını iş bulabilmek için başka kentlere göndermiş bulunan insanlardan oluşuyor. Bir yandan Almanya’nın zenginliğinden yeterince pay alamadığını düşünen, Suriye iç savaşının etkilerinin yol açtığı bir takım gerilimlerin ve çatışmaların kendi ülkelerine taşınıyor olmasından rahatsızlık duyan; öte yandan giderek yalnızlaştığını hisseden ve bu nedenle de yakın geçmişe yönelik bir nostalji besleyen insanlardan bahsediyoruz. “Çocuğumun şeriatı öğreten bir okulda eğitim görmesini istemiyorum” şeklinde bir ifade kullanan eylemci anne, böylesine bir korkuyu gerçek olma ihtimali olmasa bile şayet ifade ediyorsa ve milliyetçi, ırkçı ve islamofobik bir söylem kullanıyorsa, korkularının asıl nedenlerini bulmak gerekir.

İslam Devleti (İŞİD) gerçeği ve yükselen Selefi akımlar etrafında yapılan konuşmalar bu korkuyu mutlaka besliyor. Ancak, bu korkunun normal koşullarda Dresden’de yaşayan ve radikal İslami oluşumların hiç tehdit etmediği insanlar arasında yayılıyor olması, medya’nın yarattığı tehdit algısıyla açıklanabilir. Özellikle, Suriye’de yaşanan gerilimlerin ve parçalanmaların yer yer Almanya’ya taşındığını ve zaman zaman Kürtler, Ezidiler ve Selefiler arasında bir takım çatışmaların olduğu ve bu çatışmaların Almanya kamuoyunu çok rahatız ettiği bilinmektedir. Düsseldorf, Herford, Berlin gibi kentlerde rapor edilen bu çatışmalar her ne kadar Dresden gibi kentlerden çok uzak olsa da, bu tür gelişmeler, Almanya’nın giderek İslamileşme ve daha doğrusu Selefileşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu şeklinde bir algının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Göçmenler ve Müslümanlar değilse, asıl sorun nedir o halde?

1993 yılından buyana en büyük göç dalgasının 2013 yılında yaşandığı Almanya’ya bir yılda 1,226,000 göçmenin geldiğini biliyoruz. Bunlardan yaklaşık sadece 30.000’i Suriyeli mülteci; ama çoğunluğu İspanya, Portekiz ve Yuınanistan gibi ülkelerden gelen kalifiye insan gücü tarafından oluşuyor. Almanya’da önemli bir demografik dönüşüm yaşanmaktadır. Sayıları hızla artan kalifiye Güney Avrupalı çalışanlar 1.500 Euro gibi bir maaşla kendilerine teklif edilen işleri kabul ederken, aynı işi 5.000 Euro ücretle yapma talebindeki Almanya yurttaşlarının İsviçre, Avusturya ve hatta Türkiye gibi başka ülkelere göç ettiklerini biliyoruz. Ülke içindeki demografik hareketliliği de göz önünde bulundurduğumuzda, bu değişimin boyutları daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Dresden veya Avrupa’nın benzeri yerlerde yaşayan ve kendilerini küreselleşme süreçlerinin kaybedenleri olarak gören insanlar dertlerini anlatmanın yollarını ararken var olan egemen dili kullanmayı tercih ederler. 11 Eylül 2001 sonrasında yaygınlık kazanan ve 2011 yılı Temmuz ayında Norveç’te 79 insanın katledildiği Breivik olayından sonra etkisini yitirmeye başlayan İslamofobik iklim bugün IŞİD’in akılları durduran vahşeti ile birlikte yeniden canlanmaktadır. Yakın geçmişte olduğu gibi bugün de Batılı ülkelerde yaşayan pek çok küreselleşme kaybedeni, temel sorunlarını kamusal alana İslamofobik dil kullanmak suretiyle taşımaktadır. Bu kitleler, küreselleşen bir dili kullanmak suretiyle bir yandan küresel olanın bir parçası haline gelirken, öte yandan alanlara çıkma ve benzeri hikayeleri yaşayan insanlarla bir araya gelme yoluyla kendi potansiyel güçlerinin farkına varmaktalar. Burada gördüğümüz, aslında İslam karşıtı bir oluşum olmaktan ziyade bir tür alternatif siyaset yapma biçimidir; ama yıkıcı sonuçları olabilecek bir siyaset yapma biçimi!

Dresden ve Saksonya’da zorlayan sosyo-ekonomik koşullar

Saksonya, Almanya’nın doğusunda, Çek Cumhuriyeti ve Polonya sınırında bulunan ve eskiden Doğu Almanya’da yer alan bir eyalet. Güneyinde Almanya’nın en zengin eyaleti olan Bavyera bulunmakta. Başkenti Dresden olan Saksonya, 1950 yılından bu yana göç veren bir eyalet. Almanya’nın, özellikle son yıllarda yaşadığı varsıllığa ve büyümeye ve belki de 2008 finansal krizinden görece kazançlı çıkan ülkelerin başında gelen ülke olmasına rağmen, işsizliğin giderek yükseldiği bir eyalet Saksonya. 2013 yılında Almanya işsizlik ortalaması % 7 civarındayken, Saksonya’da işsizlik oranı % 10’un üzerinde seyretmekteydi. Daha çok servis ve sağlık sektörünün egemen olduğu eyalette, küçük ölçekli işletmelerin de varlığını sürdürmeye çalıştığı görülüyor.

Saksonya eyaletinde doğum oranı Almanya ortalamasının üzerinde olsa bile gençlerin, gerek eğitim gerek iş için özellikle Bavyera eyaletine ve diğer eyaletlere yoğun olarak göç ettikleri görülüyor. Orta yaş ve üzeri kuşakların çoğunluğu oluşturduğu bu eyaletin nüfusu 4,1 milyon kadar ve bu nüfus içinde farklı ülkelerden gelenlerin sayısı yaklaşık 97,000 yani toplam nüfusun %2,3’ü kadar. Almanya’nın toplam nüfusunun % 10’undan fazlasının yabancı ülkelerden gelen insanlar tarafından oluşturulduğunu göz önünde bulundurursak, bu oran, diğer eyaletlere göre çok düşük bir oran. Kaldı ki, yabancıların çoğunluğunu Vietnamlılar, Ruslar, Polonyalılar ve Ukraynalılar oluşturmakta. Müslüman kökenlilerin toplam nüfusa oranı ise % 0,4 kadar. Diğer bir değişle, Müslüman kökenliler yok denecek kadar az.

Yukarıda son haftalarda Almanya ve Avrupa Birliği gündemini işgal eden ve her bir Pazartesi günü Dresden’de binlerce Saksonyalının katıldığı İslam karşıtı gösterilerin asıl nedenlerini anlayabilmemiz için söz konusu eyalete ilişkin bir takım demografik bilgileri aktardım. 1990 yılında iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana, Doğu Almanya ile Batı Almanya arasındaki refah düzeyi farkının arzu edildiği ölçüde giderilemediği de bilinen bir gerçek. Almanya’nın zenginleşiyor olmasına rağmen, eski Doğu Almanya eyaletlerinde yaşayanların bu zenginlikten yine arzu ettikleri oranda pay alamadıklarını da biliyoruz. Ayrıca -yine hatırlatmak gerekirse- Rostock, Leipzig ve Dresden gibi kentlerde birleşmeden bu yana ırkçı ve yabancı düşmanı eylemlerin sayısında artış görülüyor ve bu kentlerde yaşayanların sosyo-ekonomik ve siyasal alanda tecrübe ettikleri mutsuzluğu azınlıklar ve özellikle Müslüman kökenli insanlara yönlendirmekteler. Bu nedenledir ki, Türkiye kökenli insanların eski Doğu Almanya eyaletlerinde çalışmak veya yaşamak gibi konularda oldukça çekimser olduklarını da biliyoruz.
Yine hatırlanacağı üzere, iki Almanya’nın birleşmesini gerçekleştiren Şansölye Helmut Kohl, 1990’lı yıllarda birleşmenin toplumsal coşkusu bittikten sonra sosyo-ekonomik ve siyasal sorunların gündeme gelmesiyle birlikte Doğu Almanya kökenli insanların işsizlik ve yoksulluktan kaynaklanan memnuniyetsizliklerini yatıştırabilmek için Türkiye kökenli yabancı işçileri hedef göstermişti. Türkiyelilerin, Doğu Almanların hakkı olan işleri ellerinden aldıkları gibi bir algının yaratılmasına neden olan Kohl Hükümeti, ırkçılık ve milliyetçiliği kullanarak Doğu’da beliren toplumsal ve siyasal nitelikli muhalif hareketleri yatıştırmaya çalışmıştı. Siyasal irade, ırkçı ve yabancı düşmanı toplumsal hareketleri beslemek veya etkisizleştirmek açısından daima belirleyici olmuştur. Almanya özelinde Merkel Hükümeti’nin sergilediği ırkçılık karşıtı hassas tutum ile –en azından PEGIDA karşıtı tutumu itibarıyla- Helmut Kohl dönemindeki ırkçı siyasal tutum arasında çok büyük farklar bulunmaktadır.

Siyasal partilerin değişen tutumu

Pazartesi yapılan bu protesto eylemlerinin bir tarafıyla geçmişi hatırlatan nostaljik bir yanı var. Çünkü Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin son yılları olan 1980’li yıllarda rejim karşıtı kitleler protesto eylemlerini her Pazartesi Dresden ve benzeri kentlerde gerçekleştirirlerdi. Bugün eylemlere katılanlar, o günlerde hayalleri olan gençlerdi. Nazilerle bağlantılı olmadıklarını her defasında vurgulayan kitlelerin kullandıkları söylemler ve dile getirdikleri korkular, aslında aşırı sağ gruplarla ne denli paralel olduklarını gösteriyor. Benzeri eylemlerin Bonn, Köln, Münih, Berlin, Rostock ve Düsseldorf gibi kentlere de yayıldığı görülüyor. Ancak, bu protesto eylemlerine karşılık özellikle aşırı sağın yükselmesinden korkan geniş halk kitleleri de kitlesel şekilde karşı gösterilerde bulunmaktadırlar. Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Sol Birlik gibi siyasal partiler bu tür kitlesel gösteriler için kamuoyu oluşturmaya başladılar. Şansölye Angela Merkel de bu gösteriler karşısında kaygılarını dile getirdi ve özellikle yabancı düşmanlığının artıyor olması karşısında kaygılandığını açıkça ifade etti. Angela Merkel’İn yeni yıl mesajları arasında ırkçılık karşıtı sözleri geniş bir yer aldı. Merkel, belki de, Konrad Adeanuer kadar olmasa bile, Almanya’da İkinci Dünya Savaşından sonra şansölyelik yapan en güçlü Hıristiyan Demokrat lider olarak üçüncü dönem iktidarını sürdürmektedir. Pek çok yerde olduğu üzere, Almanya’da da muhalefetin giderek zayıflıyor olması, Angela Merkel’in güçlü ve meşru bir lider olarak algılanmasını sağlamaktadır. Bu nedenle, geçmişte zaman zaman Hıristiyan Demokrat liderlerin kullandığı popülist retoriğin bu kez Merkel tarafından kullanılmadığına tanık oluyoruz.

Öte yandan Almanya İçin Alternatif (AfD) adlı siyasal parti hiç şüphe yok ki, bu tür kitleleri kendi yanına çekebilmek için elinden geleni yapacaktır. Ancak PEGIDA tarzı bu tür sivil nitelikli aşırı sağ eylemlerin gerek Almanya gerekse diğer bir dizi AB ülkesinde uzun soluklu olacağı kanısında değilim. Çünkü öncelikli olarak Avrupa kamuoyu geçtiğimiz on beş yıl boyunca İslamofobyanın neden olduğu Breivik faciası gibi yıkımlar karşısında büyük bir farkındalık geliştirmiştir. Irkçı ve yabancı düşmanı söylemlerin varlığı karşısında tepkisini bu farkındalık sayesinde açıkça koyabilmektedir. Özellikle 2008 yılından bu yana yaşanmakta olan ekonomik kriz ve bu krizin sarstığı genç kitlelerin geliştirdiği Occupy Wall Street, Avrupa’daki Los Indignados gibi hareketlerin siyasal iletişim ve sorunlarını kamusal alanda dile getirmek açısından Avrupa kamuoyuna çok önemli fırsatlar sunduğunun farkındayız. Kamuoyu bugün sokakta belirleniyor. Kitleler artık sokakların ve kamusal alanın sahibi oldular ve geçtiğimiz yıllarda öğrendikleri bilgilere ve edindikleri deneyimlere ters düşen bir takım olaylar mevcut ise hemen mobilize olup tepkilerini dile getirebiliyorlar. PEGIDA karşısında ortaya çıkan geniş sivil inisiyatifler bunun en önemli örneklerinden biri oldu.

Sorumluluklar: ne yapmalı?

Dünyanın her köşesinde küresel kapitalizmin sonucu veya gereği olarak bazı devletlerin giderek otoriterleştiğini, polis şiddetinin yükseldiğini, uluslararası veya ülke içi insan hareketliliğinin arttığını, küresel adalet algısının temellerinin tamamen sarsıldığını, geniş kitlelerin giderek siyasallaşan bir din olan İslam üzerinden kendilerini tanımladıklarını, buna karşılık çok sayıda insanın bu İslamileşme ve Selefileşme akımı karşısında giderek sert tepkiler verdiğini ve gerek medyanın gerekse muhafazakar siyaset anlayışının buna çanak tuttuğunu görüyoruz. Siyaset dünyası ve medya, yaşanmakta olan yoksullaşmayı, dışlanmayı, mülksüzleşmeyi, güvensizlik hissini ve işsizliği açıklayabilmek için kültürel ve dinsel kodları kullanmaya devam ediyor. Öncelikli olarak, yaşanan sorunların dinsel veya kültürel saiklerle açıklanamayacağını; bu sorunların özünde yapısal, toplumsal, siyasal ve ekonomik nedenlerin olduğunu cesaretle dile getirmek gerekiyor. Sözgelimi PEGIDA eylemleri görünürde İslamileşme karşıtı olabilir; ancak özüne baktığımızda, bunların daha çok yapısal problemlerle açıklanabilir olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, egemen siyaset ve medya, konuyu İslam karşıtı şeklinde tanımlayarak var olan sosyo-ekonomik ve politik sorunları dışsallaştırmak yerine bu sorunların yapısal yanlarına dikkat çekerek, sorunun ne denli Almanya’ya ve Avrupa’ya özgü olduğunu görmeli ve göstermelidir. Sorunun aslında sosyo-ekonomik ve siyasal kaynakların adil bölüşüm ve paylaşım meselesi olduğunu görmek gerekiyor. Görüngübilimin bize çok iyi öğrettiği üzere hiç bir şey göründüğü gibi değildir…

*Prof. Dr. Ayhan Kaya,
İstanbul Bilgi Üniversitesi,
ayhank@bilgi.edu.tr

Bir cevap yazın