aydinugur1

Aydın Uğur’un Ardından

Aydın Uğur renkli ve parlak bir insandı. Onun kaybıyla tüm dostlarının dünyası bir parça renk yitirmiş, soluklaşmıştır. Aydın ile söyleşmek, insanın ufkunu genişleten bir hoşluk egzersiziydi. Her sözünde bir bilgi girdisi, bir zeka kıvılcımı, bir mizah altyazısı vardı. Aydın ile koskoca bir birikim, parlak bir zeka ile bir dolu incelik, bilgelik ve zarafet yitip gitmiş oldu.

Kendini önemsetme çabasına girmekten kaçındığı halde aslında çok önemli olabilen biriydi.  Hem insan hem de akademisyen olarak, birçok ciddi söylem ve eylemi adeta şaka yaparcasına gerçekleştirmişti. Önceki rektörler İlter Turan, Lale Duruiz ve en son Aydın Uğur zamanında SODEV’in Sosyal Demokrasi Okulu dersleri Bilgi Üniversitesi mekanlarında verildi. Ayrıca birkaç dönem Aydın, bizzat derslere girip öğrencilerimize aydınlık saçtı.

İkimiz de Sen Jozef’te okuduk; ama o ortada iken ben liseden mezun oluyordum. Dolayısıyla, aynı okulda okuduk ama sınıf arkadaşı olmadık. Sonra yollarımız hiç kesişmedi, ta ki 1990’ların sonunda o gözde bir profesör ben de bir sivil toplum yöneticisi olarak ortak toplantılara katılana değin. Bir defasında Taksim’deki meşhur otelde yapılan bir toplantıda konuşmacı olarak podyumda üç kişi bir araya geldiğimizi anımsıyorum: Bülent Tanör, Aydın Uğur ve ben. İlk ikisi artık aramızda değil.

Aydın benim yoğun sorunlar yaşadığım bir dönemde sırdaşım oldu; yaşamımdan yalnızca ona anlattığım ve onda kalan kesitler şimdi onunla sonsuza değin yitip gitti. Sonra ona bir hastalık musallat oldu. Biz onun için korkarken sevgili eşi ve dostumuz Canan’ı yitirdik ve daha sonra pek sık görüşemedik. Galiba bir yerlerde tanımlayamadığımız bir boşluk oluşmuş, bir şeyler kırılmıştı. 

O da, düz konuşmaktan hoşlanmaz, sürekli ironi arayışına girerdi. “Merhaba mirim” deyişiyle başlayan buluşmalarımızın karşılıklı hınzırca dokundurmalarla sürüp yine karşılıklı iyi temenni makamında “beter ol” deyişiyle noktalanışı aklımdan çıkmıyor.

Evlerimiz Suadiye’de sahile yakın. Yıllar boyu haftada 2-3 sabah erkenden birlikte yürüyerek yaşlanmaya meydan okuduk. Yolda sürekli şakalar yapar her şeyden konuşurduk. Ben ona pek hazzetmediği matematiği sevdirmeye uğraşırdım; o da bana zekasının ürünü her şeyi sunardı. Sanat tarihinden Güneydoğu Asya’daki demografik gelişmelere değin en son okuduklarımızı birbirimize aktarır, birbirimizin bilgi yükünü desteklerdik. Onunla her yürüyüşten sonra zihnen dipdiri ve zenginleşmiş dönerdim.

Yürüyüşümüz Fenerbahçe’ye kadar sürer, sahildeki son ağacın gövdesine birer şaplak atar dönerdik. Son zamanlarda onu tanıyan başka dostlarla yine oralara yürüyüp aynı ağaca “Aydın için” deyip dokunuyorduk. Devam edeceğiz. İkimizi tanıyan dostlar, ben gittikten sonra da o ağacın gövdesine ellerinin ayasıyla, bu kez, “Aydınlar için” deyip dokunsunlar isterim!

Güle güle, muzip gülüşlü adam!

Aydın Cıngı